Birçok etnik kökenden
insanın emeği ile şekillendirilen ve nesillere miras bırakılan kültürel
zenginlikler, içerisinde, zanaatı, sanatı, paylaşımı, duyguları ve değerleri
barındırır. Bunlar yüzlerce yılda, emekle, sevgiyle ve saygıyla oluşur. Zorla,
zorbalıkla ve dayatmayla oluşturulan/oluşturulmaya çalışılan kültürler ise
duygusuz, estetikten uzak, sığ ve tatsızdır.
Bu durum sadece fidan
dikerek bir orman yaratılacağı yanılgısı gibidir. Ağaçlarla kaplı bir alan,
içerisindeki canlılarla birlikte tümüyle var olduğunda orman oluşur. Eğer
içerisinde doğal yaşamı meydana getiren canlılar yoksa ve bir ekosistem
oluşmamışsa buna orman denmez. Bu benzetmeden yola çıkarsak, bir şehir kültürü
de içindeki bütün değerleri var olduğunda zengin bir kültür olur. Birini ya da
birkaçını kopartıp attığınızda geriye kalan sadece bir insan kalabalığıdır.
Kültür: Tarihsel, toplumsal
gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları
yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal
çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünüdür. Bu bütünün
içerisinde, toplumsal yaşamın dil, düşünce, gelenek, işaret sistemleri,
kurumlar, yasalar, aletler, teknikler, sanat yapıtları gibi her türlü maddi ve
tinsel ürününü yer alır.
Bu tanıma göre tüm insanlar
kültürlüdür! Ancak hangi kültür? Ne kültürü? Bu durumda görece olan kültür için
toplumsal olarak ortak bir nokta yakalanmalı ya da olabiliyorsa yaratılmalıdır.
Böylece belki de birçok farklı kültürden ortak bir kültür ortaya çıkartılmış
olur.
Günlük dilde “kültürlü
olmak” bilgili, görgülü, incelikli olmak anlamına gelir. Kültürlü kişi
uygarlığın nimetlerinden bilinçli olarak yararlanan, eğitimli kişidir.
Dışarıdan bakıldığında
anlamlı bir tanımlama daha ancak bu şekilde yaşamayan insanlar için kültürsüz
diyebilir miyiz? Diğer taraftan bakıldığında da yukarıda tanımlanan kültürlü
kişi ne biliyor? Hangi görgüye sahip, kimin görgüsü bu? Bu düşünceyi iki farklı
kutup olarak düşünürsek her zaman bir taraf diğeri için kültürsüz olur. Buradan
yola çıkacak olursak belki de kültürsüz demek yerine farklı kültürlerin
varlığını öncelikle kabul etmek sonrasında da buna saygı duymak doğrusu
olacaktır. Elbette bu zor bir kabul olabilir. İnsan, bunu kabul etmek
istemeyebilir ama biraz empatik yaklaşımla üstesinden gelecektir.
* Kültür kavramı
antropologlar tarafından ilk defa, 19. yüzyılın sonlarında geliştirildi. İlk
açık ve kapsamlı tanımlama İngiliz antropolog Sir Edward Burnett Tylor’a
aittir. Tylor, 1871’deki yazılarında kültürü, “kişinin, toplumun bir üyesi
olarak kazandığı bilgi, inanç, sanat, hukuk, ahlak, adet, gelenek, alışkanlık
ve yeteneklerin karmaşık bütünü” olarak tanımlar. Tylor’ın döneminden beri
kültür tanımları hızla çoğalmış ve çeşitlenmiştir. 1950’lerde Kuzey Amerikalı
antropologlar A.L. Kroeber ve Clyde Kluckhohn birlikte bir akademik alanyazın
taraması yaptılar ve yüze yakın kültür tanımına ulaştılar. Yakın dönemde
yapılan tanımlar, gerçek davranışla bu davranışın ardında yatan soyut değerler,
inançlar ve algılar dünyasını birbirinden ayırma eğilimindedir. Başka bir
şekilde, kültür gözlenebilir bir davranıştan çok daha derinlerdedir. Kültür,
bir toplumun ortaklaşa sahip olduğu ve üyelerine yaydığı, davranışa yansıyan, o
davranışı yaratan ve yorumlamada kullanılan görüşler, değerler ve algılardır.
Sözcük olarak kültür,
Latince Cultura’dan gelmektedir. Cultura ise inşa etmek, işlemek, süslemek,
bakmak anlamlarına gelen Colere’den türetilmiştir. Felsefi olarak kültür,
insanlık tarihi boyunca farklı şekillerde değerlendirilmiş ve tanımlanmıştır.
Elbette bunda, gelişen ve değişen sosyal yaşam etkili olmuş, medeniyet görece
olarak kültürlere şekil vermiştir.
Kültür çeşitlendirildiğinde,
maddi ve manevi kültür, alt kültür, postfigüratif kültür ve prefigurative kültür olarak birkaç
başlık altında toplanmaktadır.
**Basit olarak
açıkladığımızda; maddi kültür, bir kültürün üyelerinin yarattığı, ürettiği,
kullandığı ve paylaştığı her türlü maddi şey diyebiliriz.
Manevi kültürü ise
toplumların örf, adet, gelenek, görenek, ahlâk kuralları, inanç ve ideolojileri
oluşturur.
Toplumda ana kültürün bir
parçası olmasına rağmen ana kültürden farklı, kendine özgü değer yargıları,
gelenekleri, normları, hedefleri, yaşam biçimleri bulunan kültür öbeklerine alt
kültür denmektedir.
Postfigüratif kültür, M. Mead’ın,
çocukların ağırlıklı olarak ebeveynlerinden, büyük anne ve babalarından ve
diğer erişkinlerden öğrendiği bir toplum veya kültür için kullandığı terimdir.
Prefigüratif kültür,
M.Mead’a göre, erişkinlerin çocuklardan öğrendiği bir toplum veya kültürdür.
Kültür bir renktir. Yüreği
kocaman insanların görebileceği bir renk! Farklılıklara saygı gösterildiğinde
ve kimsenin ötekileştirilmeden olduğu gibi kabul edildiğinde görülebilecek
inanılmaz bir renk! Renk ise ışıktır. Işık da yaşamı aydınlatır. Aydınlık ise
karanlığın korkulu rüyası ve yol göstericidir.
Binlerce yıllık bir tarihe
sahne olmuş Anadolu topraklarındaki kültürel zenginlikleri koruyan ve yaşatan
insanlardan, çok şey öğrenilmiştir.
Farklı kültürden insanların, birbirlerine karşılıksız açtıkları evlerinde kendi
kültürlerine ait yemeklerini sunmuş, düğünlerine davet ederek kendi
müziklerinde danslar etmiş ve kötü günlerinde de yine yan yana durarak kendi
inançları doğrultusunda dua etmişlerdir. Binlerce yıl boyunca hoşgörünün egemen
olduğu topraklarımızda her türlü kültürel zenginlik büyük mozaik panonun bir
parçası olarak düşünülmüş ve yıllarca korunarak, muhteşem Anadolu Kültürü
günümüze taşınmıştır. Bunun temelinde ise saygı vardır.
Ülkemiz, coğrafi konumu ve
bugüne kadar yaşattığı değerlerinden oluşan kültürü ile dünya için gerçek bir
mirastır. Bu mirası yaşatarak, bu zenginliğe sahip çıkmak da ayrı bir kültür
sorunudur. Eğitimciler ve tüm aydınlar başta olmak üzere bu herkes için bir
görev ve sorumluluktur.
“Okyanus ne kadar büyük olursa olsun, insan
yalnızca kabı kadar su alabilir.” Demiş Mevlana. Herkesi kucaklayacak, kabul
edecek, saygı duyacak kocaman yürekli insanlara olan ihtiyacımız, dün
olduğundan fazladır.
12 Ekim 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder