İnsan düşünen bir varlıktır
ve böyle kabul edilir.
Ne zaman düşünmeye
başlamıştır, ilk olarak ne düşünmüştür ve neden düşünmüştür bilinmez. Ancak var
olduğundan beri aklı her zaman karışıktır ve zihninin karışıklığını pek sevmez.
Dr. Fritz Kahn, cinsi yaşatan,
sürdüren en güçlülerdir, demiş. Peki, insan fiziksel olarak yeterince güçlü
olmadığı hâlde nasıl dünyayı altüst edecek ölçüde güç kazanmıştır? Hollandalı
anatom Louis Bolk’a göre, insan, çevresine uyamayacak kadar güçsüzleştiğinden,
çevresini kendisine uydurabilmek için akıllanmak zorunda kalmıştır. Beyni
büyümüş, zekâsı artmıştır.
Hep söylerim, iyi ki insanın
zekâsı daha fazla gelişmemiştir. Maazallah daha fazla gelişmiş olsaydı,
dünyanın sonunu çok daha önce getirirdi.
Peki, insan nasıl düşünür?
Konunun psikolojik kısmına girerek bilgilerimizi tazelememiz mümkün ancak en
kısa yanıt sanırım, “işine geldiği gibi düşünür” olabilir. Buradaki “iş”, deneyimleri, zekâsı ve çıkarlarıdır.
Hangisini alırsanız alın sonuçta bu üç başlıktan birini seçerek o doğrultuda düşünür.
En tehlikeli sonuç ise çıkarları için zekâsı ve deneyimlerini birleştirerek düşündüğünde
elde ettiği sonuç olur! Bu sonuç, görece olarak kendi için olmasa da diğer insanlar
ve dünya için olumsuzdur.
Belirli bir zekâya sahip
olan insanın bu karmaşık düşünce yapısı, ona diğer canlıların üstünde olduğu
duygusunu da vermiştir. O, içinde
bulunduğu şartlara, aldığı eğitim şekline ve sosyokültürel altyapısına göre bir
hayat görüşü ve genel bir bakış açısı geliştirmiştir. Tarih boyunca
yanıtlayamadığı soruları sormaktan çekinen insan, bu zayıflığını gizlemek ve bu
gerçeklikten kaçmak için çoğu zaman kendini olabildiğince basit ve dogmatik
inançlara bağlamıştır.
İnsanlığın genel yaklaşımı soru
sormamak, bunun için kafa yormamak ve elbette kolay olanı, yani yanıtları
birileri tarafından zaten verilmiş olanı tercih etmek olmuştur. İnsan
kolaycılığı her zaman sevmiştir.
“Sen
mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin
kolayına kaçmadan ama
Gül
yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne
de ak örtüde elmaların
Ne
de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
Sen
mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”
Nazım, eşine ithafen yazdığı
“Saman Sarısı” adlı şiirinin içinde Abidin Dino’ya çağrılarda bulunurken, işin kolayına kaçmamaya şiirsel bir dille dokunmuştur.
Dedik ya insan işine geleni
dinler, anlar, anlamlandırır ve işin kolayına kaçar. Öyle şiirmiş, düzyazıymış,
nutukmuş nafile. Yani hem besin zincirinin en tepesinde oturacaksın, hem de kafanı
olur olmaz şeylere yoracaksın. Yok öyle şey!
İşine geldiği gibi davranmak
bir yana, bir de işine gelmeyene kulak tıkamak var ki bu da insanın başka bir
özelliğidir ve ne olursa olsun, karşı taraf için bunu aşmak neredeyse
imkânsızdır. İnsan için kendini kapamak kolay yoldur ama karşı taraf için onu
açmak, fikrini anlatmaya kalkışmak “boşa çekilen kürek” gibidir.
Bu yazıda “kolaycılar” diye
tanımlanan kişilere, eskiler de “fikrisabit” derler. Kararlı bir insan izlenimi
veriyor gibi olsa da bu insan tipi her zaman “ulaşılması, ikna edilmesi zor
insan” olarak bilinir. Daha açık söylemek gerekirse kimseyi dinlemeyen,
fikirlere önem vermeyen bu insanlara nezaketsiz hatta saygısız demek yanlış
olmaz.
İşte eğitim bunun için
önemlidir. İnsanların düşüncelerine saygı göstermek, onları dinlemek, anlamaya
çalışmak, duygudaşlık (empati) kurmak ve açık fikirli olmak bilgelikle ve
erdemle olur. Öğrenmek, öğrendiklerini içselleştirmek, sevgi dolu olmak,
meraklı olmak, egolarından arınmış olmak ve ruhunu eğitmekle bu mümkün
olabilir.
Açık fikirli olmak zordur ve
kocaman bir yürek gerektirir.
30 Temmuz 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder