İnsanoğlu tarih boyunca
hırslarına yenik düşmüştür. Belki herkese söz geçirmiş ancak kendi aklına ve
yüreğine söz geçirememiştir. İnsanın kendi ile bu mücadelesi onu her zaman bir
karar verme eşiğinde bırakmış, doğru ile yanlışı ayırt etmesine, yanlış bulduğu
şeyleri dile getirmede zorluk çekmesine ve tereddüt yaşamasına neden olmuştur.
Dünyanın neresine gidilirse
gidilsin tüm coğrafyalarda ve farklı kültürlerde yaşayan insanların ortak
özellikleri vardır. Hayata gözlerini açan tüm bebekler yardıma muhtaçtır ve
insanların tamamı güler, ağlar, sever, nefret eder ve korkar. Sahip olduğu
birçok özelliği ona doğuştan verilmiştir. Ancak birçoğunu da yaşamı boyunca
edinir.
Hayat onu birçok gerçekle
karşı karşıya getirir. O istese de istemese de!
“Gerçek
acıdır, biber de acıdır. O hâlde biber gerçektir.” Her
ne kadar Aristo, mantık önermesinde biberin gerçek olduğu yargısına varsa da,
yaşam birçok “gerçek” yanılsamalarla doludur. İnsan, karşılaştığı her gerçeği
kabul etmekte aynı duyarlılığı göstermez. İşine geldiği gibi davranma düşüncesi
ve kendini ikna etme becerisini her deneyimiyle geliştirir. Davranışlarını,
sözlerini ve eylemlerini haklı çıkartacak tüm düşüncelere yakınlaşır ve sürekli
zihninde sığınacak kendi gerçeklik tanımına yakın bir liman arar.
Çoğu zaman hayır diyemeyen,
bunu öğrenmede güçlük çeken insanoğlu beynindeki labirentin içerisinde dolaşır
durur. Bazen bu labirentte kaybolmak işine de yarar. Belki de yüzleşemediği
gerçekleri bu labirentte kaybeder ve bununla teselli bulur. Oysa kaybolan bir
düşünce yoktur ve onun orada olduğunu da bilir. Bir gün, kabul edemediği bu
düşüncelerle labirentinde karşılaşma fikrinden de korkar ama anlık yok sayma,
işine gelir.
İnsan, aynaya baktığında görmezden
geldiği kendisini günlük yaşamında birçok kez kandırdığını düşünerek yaşamını
sürdürür. Kabul etmediği, edemediği gerçekler, hiçbir zaman yok olmaz. Bunların
çokluğu kaliteli bir zihnin oluşmasını ve gelişmesini engeller. Oysa her şeyin
yolunda olduğunu kabul etme fikri kulağa hoş gelse de, yaşam birçok
olumsuzlukla birlikte vardır.
Kişisel olarak günü
kurtarma, olumsuzlukları yok sayma düşüncesi, kurumsal ve toplumsal olarak da
karşımıza çıkar. Bunun kültürel bir özellik hâline geldiğini söylemek yanlış
bir saptama olmayacaktır. Bazı toplumlarda sözü edilen durum yaşansa da birçok
gelişmiş toplumda daha gerçekçi olunduğu görülür. Elbette her iki kültürün
oluşmasında etken olan, genelde yönetim şekilleri ve yaklaşımlarıdır. Bazı
devlet yöneticileri ve siyasi yapıları, topluma sorunları yansıtmak istemez.
Gücü yettiğince bu gizliliği sürdürmeye ve legal hâle getirmeye çalışır. Her
şeyin yolunda olduğu izlenimi yaratma çabası ve sorunları öteleme fikri bir
taktik olarak düşünülür.
Önemli olan ne söylediğiniz
değil, nasıl söylediğiniz ve yarattığınız algıdır! Nasıl olsa daha sonra bir
yol bulunacaktır. Bu nedenle şimdi sorunları ortaya çıkartmaya, onlarla
yüzleşmeye ve insanların aklını karıştırmaya gerek yoktur!
Bu şekilde yapılandırılmış
bir devletin yarattığı “illüzyon” halk tarafından da benimsenir. Bir süre
sonra, sorunları görmezden gelme fikrinin doğru olduğu gibi bir yanılgı, artık
toplumsal bir kültür olarak yayılmaya ve kabul görmeye başlar. Böylesine bir
kültür oluştuğunda bu durum, bireylerden kurumlara ve toplumun her kesimine
yerleşir. Sorunları ortaya koyan insanlar da sevilmeyen, iş çıkartan insanlar
olurlar ve istenmezler. Oysa kabul görmek, beğenilmek, arkadaş edinmek,
sevilmek ve başarılı olmak tüm insanların her yaşta isteyeceği bir durumdur.
Bir sabah aynaya baktığında veya
durum değerlendirmesi yaptığı bir anda yalnız kaldığını ve desteklenmediğini
düşünerek vazgeçer. O da mevcut düzene uyar. Belki de hata yaptığını düşünür.
Kendini ikna etmeye çalışır ve çoğunlukla da bunu başarır. Cervantes’in Don
Kişot’u gibi olduğunu düşünür ve daha “gerçek” bir dünyaya yelken açar. En
azından yalnız değildir ve artık her şey yolundadır!
Bu zihin yapısını kişilerde,
gruplarda, şirketlerde, okullarda, toplumlarda, devletlerde, kısacası insanın
bulunduğu her alanda görmek mümkündür.
Bardağı dolu tarafından
görmek iyi bir şeydir ancak sağlam temeller üzerine kurulmak istenen her yapı
ve oluşum mutlaka süreçlerini gerçekçi yaklaşımlarla gözden geçirmelidir.
Sorgulama ve sorgulayıcılara açık olmalıdır. Bugün düzeltilmesi gerekenler
yarına bırakılmamalıdır.
Gelişim ve doğru olan
isteniyorsa analitik veya duygusal düşünce yapısıyla sorulan her türlü soruya
saygı duyulmalıdır. Örtmek, yok saymak, görmezden gelmek desteklenmemeli, kabul
edilen her doğru da süreç içerisinde gözden geçirilerek yeniden
değerlendirilmelidir. Antik Yunan filozoflarından Heraklitos’a göre “Değişmeyen
tek şey değişimin kendisidir.”
Doğru söyleyen dokuz köyden
kovulmamalı, kral çıplaksa, bu söylenebilmelidir. Popülist yaklaşımlardan ve bu
şekilde davrananlardan uzak durulmalı, oluyormuş gibi, yapılıyormuş
gibi, her şey yolundaymış gibi yani
kısaca -mış gibi yapılmamalıdır.
Unutulmamalıdır ki, dünya
var olduğundan beri milyonlarca insan -mış gibi yapmıştır, buna şüphe yoktur;
ancak tarihe iz bırakanlar; gerçekçi yaklaşımlarda bulunanlar, sorunları
görenler, bunların üzerine giderek çözüm arayanlar olmuştur.
26 Eylül 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer ORHAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder