İnsan, diğer canlılar
içerisinde tek düşünen ve en akıllı olandır. En azından insan böyle
söylemektedir; ancak hiçbir canlı henüz bunu onaylamamıştır. Bundan sonra da herhangi
bir canlı bunu onaylar mı bilinmez ama insanın varoluşundan beri
davranışlarında olumluya giden bir seyir olmadığı da ortadadır.
Sahip olma dürtüsü o kadar
kuvvetlidir ki maalesef vazgeçmeyi bilememiştir. Tarih boyunca birçok bilim
insanı bu konuya kafa yormuş, makaleler, kitaplar yazmış olsa da durum
değişmemiştir. İnsanlar, anlamak istediklerini anlamış, işine gelmeyenden uzak
durmuştur. Kendini sürekli güçlü gösterme çabası içinde olan insan, bunun için
birçok alan yaratmıştır. Maddi zenginlik en bilindik olanıdır. Para ve servet,
güç olarak anlamlandırılmış ve kabul edilmiştir. Bu öyle güçlü bir zehirdir ki
insanın beynine yerleşti mi bundan kurtulmak neredeyse imkânsızdır.
Zenginlik, sosyal statü ve
üstünlük hissini de beraberinde getirir. Sonuçta birçoğuna göre para her şeyi ”satın”
alabilecek bir güçtür! Bir kez elde edildi mi, uğruna çok şey yapılır veya çok
şeyden vazgeçilebilir. Peki, maddi olarak gelinen noktayla birlikte, ruhsal,
düşünsel ve kişilik anlamında yarattığı etkiye ne demeli? Zenginlik kabartma
tozu gibidir, insanın egosunu da geliştirir ve kabartır. Gözle göremediğiniz
bir şeyin bu kadar şişip büyüyebileceğini, insanların üzerinde etki
yaratacağını başka bir canlıda görme şansınız da yoktur.
Egonun büyümesinin en önemli
nedenlerinden biri de “makamdır”. Hakkıyla gelinen makamların “hakkını”
vererek, genel anlamda diğerlerine bir gönderme yapmadan geçmek olmaz. Makamı
elde etmiş, koltuğunu doldurmuş, diğerlerinden farklı olan yukarıda sözü edilen
ve ayırt edilen, o “muhteşem” insandan söz etmeden nasıl geçeriz. Tümüyle bir
başarı abidesi! Makamı için ne badireler atlatmış, görüşmeler yapmış, kendini
her konuda nasıl da ikna etmiş ve koltuğa oturmuştur. Bundan sonra zaferin tadı
çıkartılmalı, talimatlar verilmeli, haddi aşanlara had bildirilmelidir. Öte
yandan kendisine minnet duygusunu dile getirenlere zaman ayırmalı ve egosunun
şişirilmesine izin vermelidir. Yapılacak çok iş vardır!
İster malı, mülkü ve satın
alma gücüyle olsun isterse makamı ile olsun bu tür davranış sergileyenlerin
kullandıkları dil, “ben” dilidir. Asla biz diyemezler ama o kadar çokturlar ki,
bu davranış biçimi için bir “izm” bile geliştirmişlerdir, egoizm... Ancak
çalışan, emek veren, ter dökenlerin böyle bir izmleri olmadığı gibi egolarını
şişirecek fırsat ve alan da bulamazlar.
İşin en kötü tarafı tanımları
yapanlar, kuralları koyanlar, prosedürleri belirleyenler de yine onlardır. İşi
ne kadar prosedürlere uygun yaptığını açıklamak, kendini anlatmak zorunda
kalanlar ise diğerleridir. Ancak akıl dışı yaklaşımlarla her zaman haklı
olanlar, elbette gücünün zirvesinde olanlardır. Bu kadar şişmiş egonun arasında
kendi egona yer bulmak elbette imkânsızdır.
Birileri mutlaka gücünü
yitirenlerin yerini alacak, bunun için ne gerekiyorsa yapacaktır. Yaptığı işin
ne kadar doğru olduğunu kendi vicdanına, yüreğine ve aklına anlatacak, kendini
ikna edecektir. İnsanoğlu var olduğundan beri bu durum var olmuştur ve bundan
sonra da var olacaktır.
Hangi meslek grubunda olursa
olsun, bu yaklaşım mutlaka sergilenmektedir. Bu, insanın hamuru ile ilgili bir
şeydir. Kimisinin hamurunda “ego” biraz fazla kaçmıştır.
Makamını, zenginliğini ve
gücünü bir kenara bıraktığında geride kalan sensin! Yaşama kattığın değerler ve
hak ettiğin için saygı görmelisin. Eğer böyle değilse, oturduğun koltuğa gösterilen
saygı için her kalktığında kendisine teşekkür edebilirsin.
“Başakların, içi boşken başları diktir, içleri doldukça başları eğilir.”
7 Temmuz 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder