İçgüdülerinin olmadığını
düşünecek olursak, eğitimin insan hayatındaki önemini çok daha iyi görürüz.
Hayatta kalma başarısını göstermek, sosyalleşmek ve “insan” olmak için gerekli tüm değerler kendisine öğretilir. Elbette
bu eğitimin bir standardı olmadığı gibi verilenle alınan eğitim de aynı
değildir.
Toplumsal yapı, kültür,
kişilik ve alışkanlıklar gibi birçok etken de alınan eğitimin kalitesini ve
etkisini değiştirir. Ayrıca ne verilirse verilsin insan almak istediği kadarını
alır.
Peki, aldıktan sonra ne
yapar? Bunu yaşamına nasıl taşır?
Unutulmaması gereken şu ki;
alınan eğitim, mutlaka bunu alan kişinin yaşam deneyimlerinden geçerek süzülecek
ve her insanda farklı bir iz bırakacaktır.
Doğayı tanımak, sayıları ve
ölçmeyi öğrenmek, psikoloji, sosyoloji, edebiyat ve sanat ile etik değerleri
anlamak işin temelidir. Bundan sonrası ise biraz ilgi ve hayatın kalanında
yapılması planlanan düşlere göre belirlenir. Eğitimdeki kullanıma göre temel
eğitimini almış insan, eğer şanslıysa ya da akılcı davranırsa geleceğine şekil
vermek için meslek seçimine göre eğitiminin kalan bölümüne devam eder.
Hayatının en yaratıcı
yıllarını eğitim öğretim süreçlerinde harcayan insan için yaşamdan aldıklarının
karşılığını verme zamanı gelmiştir artık… Kariyerinin basamaklarını hızlı
adımlarla çıkma hayallerini kurarken, eğitimine “uygun” bir sosyal çevre yaratmayı da ihmal etmez. Elbette bu çevre
olabildiğince uygar ve “diğerlerinin” dâhil olmadığı bir çevredir! Ancak
insanın unuttuğu ve gelecek günlerinde karşısına çıkacak olan bu “elitist”
yaklaşımın da bir faturası olacaktır. İnsanın bu kapalı tutumu ve ödeyeceği
fatura onun gelecekte düşlediği yaşama ve kendi geleceğine gölge düşürecektir.
Her ne kadar okul sıralarında üstlendiği sosyal sorumluluk projeleri ile
toplumun yaralarını sarmaya, onu anlamaya çalışsa da bu konudaki samimiyeti son
derece önemlidir. Yani, ister eğitimli ister eğitimsiz olsun, toplumun tüm
kesimlerini kucaklamaya çalışmanın bir kültür olduğunu anlamadıktan sonra gerisi
boş…
Aldığı eğitimi içselleştirememiş insanlar, kendini toplumun genelinden farklı bir seviyede görür. İşte bu düşünce, hayatının da kalanını etkileyecek olan büyük bir yanılgı olacaktır.
Kendini toplumun üstünde
görerek, kurduğu “seçkin” dünyada
yaşayıp, bu elit kulübe kolay kolay kimseyi layık görmemek, insanın kendi
mahkûmiyetini de onaylamasından başka bir şey değildir. Bu insan, yaşamla
ilgili tüm deneyimlerini kendi gibi insanlarla birlikte edinerek, sosyal
medyada belki de hiç okumadığı yazarların sözlerini paylaşarak, karşı olduğunu
ifade ettiği sınıfsal farklılıkları da beslediğini görmeyecek kadar körleşir.
Tabelasında tek bir Türkçe
sözcük bulunmayan kafelerde siparişini verirken “akıllı telefonundan” 140
karakteri geçmeyecek beylik bir sözü paylaşmanın verdiği mutlulukla ve ülkesi
için sorumluluğunu yerine getiren bir vatansever iç ferahlığıyla kahvesini
yudumlar. Hele yazmış olduğu sözün birileri tarafından beğeniliyor olması veya
başkaları ile paylaşılması yaptığı “ulvi” işin de karşılığıdır. Artık, gönül
rahatlığıyla kimyasal aromalarla lezzetlendirilmiş kahvesini içerken egosunu da
şişirir…
Oysa ne sorumluluklar bu
kadar hafife alınabilir ne de yaşam bu kadar basite indirgenebilir.
Aldığı eğitimin kendisine
her şeyi eleştirebilecek bir ayrıcalık sağladığını, yapılanları beğenmeyecek
bir hak verdiğini düşünecek kadar aymaz davranış göstermek, eğitimi
içselleştirenler için kabul edilemez.
Toplumu daha iyi bir
kültürel seviye ve sosyal yapıya taşımanın önemli olduğunu savunan “eğitimli insanların” topluma
yanaşmaması, ona kulak vermemesi ve egosunun esiri olması ironik bir durumdur.
İnsanın aldığı eğitimin
kalitesi ve değeri, onu diğer insanlarla paylaştığında bir anlam taşır.
Toplumla paylaşılmayan bir eğitim ise değersiz ve anlamsızdır.
12 Ağustos 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder