Aile içinde, iş ortamında,
her tür toplulukta ve toplumda aidiyet büyük önem taşır. Bir insan, kendisini
bir yere ait hissetmiyorsa, orada ne gelişme olur ne de sağlıklı süreçlerden
söz edilebilir.
Her işte olduğu gibi büyük emekleri,
paylaşımları, karşılıklı saygıyı içinde barındıran aidiyet/ilişkinlik, zor
kazanılır ama kolay kaybedilir. Bu nedenle aidiyet duygusu yüksek olan kişilere
sahip çıkmak, kurum kültürünün de gelişmesine olanak tanır.
Aidiyet duygusuna sahip olan
kişiler, bulundukları kurumları sırtlanan kişilerdir. Aslına bakılacak olursa
bir bakıma, aidiyet duygusu yüksek olan kişiler, aynı zamanda amatör ruha da
sahiptir diyebiliriz. Bu kişilerin çoğunlukla bireysel kazanç anlamında
beklentileri düşüktür; onlar, ait oldukları kurumun veya toplumun başarısından
beslenir ve gururlanırlar. Onları ayakta tutan ve bu bağlılıklarının sürmesini
sağlayan şey ise sadece yaptıklarının görülmesi ve desteklenmesidir. Daha açık
söylemek gerekirse beklenti, çoğu zaman engellemelerle karşılaşmamaktan
ibarettir.
Felsefeye meraklı bir hükümdar
olan Büyük İskender ile MÖ 412-330 yılları arasında yaşamış olan Diyojen
arasındaki diyalog tarihe geçmiştir. Farklı şekillerde rivayet olunan bu
diyalogda dünya nimetlerinden vazgeçmiş olan Diyojen, kendisini görmeye gelen
ve “Dile benden ne dilersen” diyen, Büyük İskender’e “Gölge etme başka ihsan
istemem senden.” diyerek, teklifini reddetmiştir. Bu hikâyede olduğu gibi “aidiyet
duygusu yüksek insan da” aslına bakacak olursanız Diyojen gibidir. O sadece kendisine
gölge edilmesin, engel olunmasın ister.
Aidiyetin gelişmesi için
zaman gereklidir. Birçok deneyim, emek ve paylaşım, her geçen gün adiyetin
yükselmesini, gelişmesini ve pekişmesini sağlar. Bu anlamda kurumlar, bu
duyguyu güçlendirecek davranışları desteklemek, sürdürmek ve beslemek
zorundadır. Özellikle uzun soluklu stratejiler geliştiren kurumlarda, bunun
aksini düşünmek ve uygulamak, görece olarak başarıyı da sekteye uğratacaktır.
Hangi alanda olursa olsun,
görev verilen bir insan aldığı görevi yerine getirmek, geliştirmek için -günümüz
moda deyimiyle- bir projeyi hayata geçirmek ister. Kendinden önce hayata
geçirilen diğer projeleri sürdürmek, bir anlamda “prestij” açısından da pek
tercih edilmez. Buna ister kişinin kendini kanıtlama isteği deyin ister
egosunun doyurulması deyin maalesef durum budur. Durum böyle olunca bir önceki uygulama/proje
yeterince değerlendirilmeden rafa kaldırılarak en kısa zamanda yeni gelen
kişi/kişilere göre, yeni modeller yeni projeler de sistemde kendisine yer
bulur. Bu olumsuz yaklaşımın ortadan kaldırılması veya kendine yer bulamaması
için kurumların tüm stratejik projelerini belirli aralıklarla gözden geçirmesi
ve süreçlerin ciddi anlamda değerlendirilerek performanslarının ölçülmesi
gerekir. Organizasyon şemaları ve görev tanımları bu anlamda son derece
belirleyici olmalı, kişilere ve onların isteklerine göre değişikliklere izin
verilmemelidir.
Bu değerlendirmelerden sonra,
uygulamalarıyla tüm toplumu birinci dereceden etkileyen Millî Eğitim Bakanlığı
ile ona bağlı alt birimlerde aidiyet kavramına biraz daha yakından bakılmalı.
Bir ulusun geleceğinde rol
alacak bir çocuğun, gencin ve bireyin yaşamı ile birinci dereceden ilgili bir
konudan söz ediliyorsa, çok planlı, programlı olunması ve her türlü siyasi
görüşten arınması gerekir. Stratejik planlar göstermelik yapılmamalıdır. Görevlendirmeler
de siyasi görüşe ve adama göre iş mantığı ile değil, deneyimi ön planda tutan,
gerçek anlamda performansı yüksek, hayata geçirilmiş iyi örnekler yaratan kişilere
roller verilmelidir. Millî Eğitim Bakanlığı ve ona bağlı tüm alt birimler ile
kurumlarda görev verilen insanların aidiyet duygularının gelişebilmesi için
yukarıda sözü edilen zamanın kendilerine tanınması, bu anlamda başarılı olmuş
bürokratlara sahip çıkılması son derece önemlidir.
Son yıllarda yaşanan kadro
değişiklikleri, aidiyet duygusunu da örselemektedir. Böyle bir durumda
kişilerin yeni görev alanlarında kendilerini göstermek için popülist projelerle
veya sorgulanması tamamlanmamış işlerle kendilerini kanıtlama istekleri insani
olarak kabul edilebilir! Geçerli nedenleri olmadan bürokrasinin sürekli
değişiyor olması, istikrarın tehlikeye gireceğinin göstergesi olabileceği gibi,
uygulamalarda da birçok hataya neden olacaktır. Bugünlerde yaşanan sınav
hatalarına bu gözlükle bakıldığında sanırım yaşananlar daha net görülecektir.
Millî eğitimle ilgili
sistemlerin kabul edilmesi ve hayata geçirilmesi için ciddi sorgulama ve pilot
uygulama süreçleri yaşanmalıdır. Herhangi bir sistemi kabul etmek ya da iptal
etmek kararı verilmeden önce son derece şüpheci yaklaşımlar gereklidir. Özellikle
tüm ulusu ilgilendiren konularda daha bilimsel yaklaşımlarla, aidiyete
verilecek önemle bugün yaşanan sıkıntılar da yaşanmamış veya en aza indirgenmiş
olacaktır.
3 Temmuz 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder