Yaratmak sözcüğü Osmanlıca
da “ibda etmek” Benzeri, eşi, örneği olmayan güzel bir yapıt
ortaya koymak, var etmek. Anlamına gelmektedir.
Yaratıcı ise; zekâ, düşünce
ve hayal gücünden yararlanarak görülmeyen yeni bir şey ortaya koyan, yapan, demektir.
Tanıma bakıldığında ilk aklımıza gelen aslında yaratıcılık sözcüğünün doğru kullanılıp,
kullanılmadığıdır. Tanım, aslında yapılan işi çok da hafife almıyor ve burada
da beklenti yüksek.
“Görülmeyen yeni bir şey!” Gerçekleştirilmesi
hiç kolay değil. Acaba geçmişte yaratıcı fikirler bulmak daha mı kolaydı? Bu
gün bakınca sanki bulunacak her şey bulundu ve her geçen gün yaratıcılık
zorlaşıyor gibi gelebilir. Yaratacak başka şeyler kaldı mı acaba? Aslında bence
bu düşünce bir yanılgı olur ve bu sadece yaratıcı düşünce sahibi olmayanların
yaklaşımı olabilir. Çünkü yaratıcı düşünce yapısı her zaman kendini ve şansını
zorlar. Onun hamurunda vardır bu! Asla vazgeçmez ve hep yeni bir şeyler için
düşünür. Dolayısıyla yaratıcılık ve yaratıcı düşünce her çağda var olacaktır.
Peki, yaratıcılık nerede, ne
zaman ve nasıl başladı?
Bildiğimiz, her şeyin 15
milyar yıl önce big bang-büyük patlama- ile başladığıdır. Kim patlattı? Kaza
sonucu mu yoksa bilerek mi patlatıldı? Bu soruların yanıtları henüz çok açık
değil ama endişe etmeyin çünkü bu konuya girmeyeceğim fakat tarihsel süreci
bilindiği şekliyle hızlıca inceleyelim istiyorum.
Dünya 5 milyar yılda oluştu,
3,7 milyar yıl önce ilk protein meydana geldi. 2.500.000 yıl önce yaşanan buzul
çağıyla çoğu canlı türü yok oldu. 200,000 yıl önce ise tekrar yaşam
hareketlenmeye başladı ve buzul çağından tamamen çıkılması 10,000 ‘li yılları
buldu. Bununla birlikte ilk insanlara ait bulgular ise 100,000 yıl öncesine ait.
Buraya kadar hızlıca geldik
ama bundan sonrasında biraz daha içeriyi incelememiz uygun olacaktır. Bence ilk
bakılacak yer de mağara duvarlarıdır. Yıllarca ilk mağara resimlerinin
İspanya’da bulunan Altamira Mağara’ında bulunduğunu öğrenmiştik; ancak 1988 yılında kuzey İtalya’da başlanan kazılarda
Dünya’nın en eski resimlerinin bulunduğu mağara (Fumane Mağarası) ortaya
çıkartılmıştır. (Bilim teknik 2000)
Bu resimlere baktığınızda dünyanın ne kadar küçük, zamanın da ne kadar kısa
olduğunu anlıyorsunuz. Şaka gibi nereden bakarsanız bakın yaklaşık 35,000 yıl
önce duvarlara çizilen kök boya resimler halâ canlı ve gerçekliği ile karşınızda.
Düşünsenize daha önce hiç görmediğiniz, varlığını bilmediğiniz bir şeyi ortaya
çıkartıyorsunuz! Bunun adı yaratıcılık değil de nedir?
Ateşin bulunuşu ve kullanılışı
yaklaşık 800,000 yıl önceye tarihlenmektedir. Bunun nasıl olduğu tam
bilinmemekle birlikte yıldırım düşerek yangın çıkmış olması ve bunun cezbedici
özelliği nedeniyle belki de birçok deneme ile kullanılmaya başladığını
düşünebiliriz. Ama öyle de olsa böyle de olsa ilk gördüğünde korkarak taptığı
daha sonra ise kontrol etmeyi öğrendiği ateş, insanoğlunun kaderini
değiştirmiştir.
MÖ 5000 yıllarında
Mezopotamya’da bulunmuş olan tekerleğin icadı ile yine aynı tarihlere denk
gelen yazının Sümer’ler tarafından kullanılmaya başlaması ile birlikte gelişim,
iletişim ve sosyalleşmeye bağlı olarak yaratıcılığın sınırları zorlanmaya ve
çoğalmaya başlanmıştır. Gerçi ateşin bulunuşu ile yazının kullanılmaya
başlanması arasında binlerce yıl geçmiş olması ile bugün her saat yeni bir
yaratıcılıkla karşılaşılması her geçen gün bu konuda ne kadar yol alındığının
da göstergesidir. Demek ki gelecekte de yaratıcılık azalmayacak giderek
artacaktır. Aslına bakacak olursanız her başarısız deneme de yeni fikirler ve
başarı için de bir basamak olmakta, yaratıcılığın önü açılmaktadır.
Yaratmak için, önce düşlemek
ve düşünüze tutku ile bağlanmak zorundasınız. Böylece yaratıcılığın fitili
ateşlenmiş olur. Yani, hayal etmeden yaratıcılık olmaz. Walt Disney’in şu sözü
aslında birçok şeyi açıklıyor. “Her şeyin bir fareyle başladığını unutmayın.”
Bu söz yaratıcılığın nerede başlayıp nereye gidebileceğinin çok güzel bir
örneğidir. Küçücük bir fare ile dev bir imparatorluk! İnanması gerçekten güç!
Her yaratıcı fikir, bu kadar
eğlenceli ve keyif verici değildir. Özellikle bilimsel çalışmalarla insanlığa
hizmet etmesi için yaratılanların bir kısmı, ironik bir şekilde yine
insanoğluna zarar vermiştir. Kimyasal buluşların gelişimi ile çevre kirliliği ve
geri dönüşü olmayan bir süreç yaşanmaktadır. Teknolojik buluşların gelişimi ise
tüm dünya üzerinde ciddi bir elektrik tüketimi artışına ve elektromanyetik
alanın yoğunluğuna neden olmuştur. Bu yoğun elektromanyetik alan, özellikle
beyin fonksiyonları üzerinde son derece olumsuz etkiler yaratmaktadır.
Gelişelim derken değişiyoruz da…
Yaratma/buluş tutkusu o
kadar yoğun yaşanılan bir duygudur ki bunun önüne geçecek başka bir duygu
yoktur. Sonuçları olumsuz bile olsa insan yaratacağı yeniliğin peşini bırakmamak
için kendini bile feda edecek noktaya gelebilir. İşte bu duygu, insanoğlunun
görece gelişimini sağlamakta olup belki de sonunu getirecektir.
Peki, yaratıcılık doğuştan
mı gelir yoksa sonradan mı kazanılır?
Genel olarak insanlar
kendilerini de işin içine katarlar ve bazı alanlarda yaratıcı olmadıklarını
kolayca kabullenirler. İnsanların belki de en kolay kabul ettiği ama bana göre
gerçekliği tartışılacak bir münazara konusudur bu! Yani kendinize şans
tanımadan, zaman ayırmadan, temel bilgileri almadan ve belirli bir disiplinle
başlamadığınız konularda, sadece birkaç deneme ile insan yaratıcı olup
olmadığına nasıl karar verebilir ki?
Doğuştan ya da sonradan
oluşan bir eksiklik yoksa ve yeteri derecede ilgi de varsa yaratıcılık
geliştirilebilecek bir özelliktir. Duygusal zekânın geliştirilebildiği bilimsel
gerçeğinden hareketle, bu düşünce desteklenmiş olur. Bu noktada yapılması
gerekenler; ilgi duyulan alana yönelme, doğru eğitim alma ve ilgi duyulan alan
için zaman ayırmadan ibarettir. Elbette hiç ilgi duyulmayan bir alanda yaratıcılık
da olmayacaktır. Çocukların, gençlerin gelişiminde, öncelikle ilgi alanlarının
belirlenmesi, farklı deneyimler kazanmalarının sağlanması ve doğru başlangıç yapmaları
önemlidir. Bilinçsiz başlangıçlar ve deneyimler ise yukarıda sözünü ettiğim kişisel
kabullenmelere neden olacaktır.
Bunun dışında engellemelerle
de karşılaşılabilir. Özellikle yaratıcı düşünce yapısına sahip olmayan
insanlar, konumlarına göre, eğer ellerinde yönetim yetkisi de varsa genelde
sınırlar çizerler. Yani “iş çıkarılmasını” istemezler. “Eski köye yeni adet mi
gelir?” ya da “İcat çıkarma!” derler. Bu da toplum olarak nasıl
yetiştirildiğimizin önemli bir göstergesidir. İşte bu düşünce yapısı, yaratıcı
düşünceyi engelleyen ya da yok eden düşünce yapısıdır. İstisnalar kaideyi
bozmaz elbette ama genelde yaklaşım bu yöndedir ve bu düşünce yapısı ile bir
arada olmak zorunda olan yaratıcı insanlar her zaman acı çekerler.
Oysa yaratıcılık, duruma
göre sadece maddi ya da manevi destek ister. Hepsi o kadar. Sonra, tutkular ve
odaklanma becerisi yaratıcılığı tetikler.
Yaratma isteği ateş gibi
yakıyorsa içini, o zaman kendi düşüncelerinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymaz
insan…
Başlangıç mı? Öncelikle
varsa sınırları silerek başlamak gerekir, diye düşünüyorum.
Sonrası ise sonsuzluk…
18 Ekim 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer ORHAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder