1 Temmuz 2015 Çarşamba

Her Şey “Big Bang” İle Başladı…


Yaratmak sözcüğü Osmanlıca da “ibda etmek” Benzeri, eşi, örneği olmayan güzel bir yapıt ortaya koymak, var etmek. Anlamına gelmektedir. 

Yaratıcı ise; zekâ, düşünce ve hayal gücünden yararlanarak görülmeyen yeni bir şey ortaya koyan, yapan, demektir. Tanıma bakıldığında ilk aklımıza gelen aslında yaratıcılık sözcüğünün doğru kullanılıp, kullanılmadığıdır. Tanım, aslında yapılan işi çok da hafife almıyor ve burada da beklenti yüksek. 

“Görülmeyen yeni bir şey!” Gerçekleştirilmesi hiç kolay değil. Acaba geçmişte yaratıcı fikirler bulmak daha mı kolaydı? Bu gün bakınca sanki bulunacak her şey bulundu ve her geçen gün yaratıcılık zorlaşıyor gibi gelebilir. Yaratacak başka şeyler kaldı mı acaba? Aslında bence bu düşünce bir yanılgı olur ve bu sadece yaratıcı düşünce sahibi olmayanların yaklaşımı olabilir. Çünkü yaratıcı düşünce yapısı her zaman kendini ve şansını zorlar. Onun hamurunda vardır bu! Asla vazgeçmez ve hep yeni bir şeyler için düşünür. Dolayısıyla yaratıcılık ve yaratıcı düşünce her çağda var olacaktır. 

Peki, yaratıcılık nerede, ne zaman ve nasıl başladı?

Bildiğimiz, her şeyin 15 milyar yıl önce big bang-büyük patlama- ile başladığıdır. Kim patlattı? Kaza sonucu mu yoksa bilerek mi patlatıldı? Bu soruların yanıtları henüz çok açık değil ama endişe etmeyin çünkü bu konuya girmeyeceğim fakat tarihsel süreci bilindiği şekliyle hızlıca inceleyelim istiyorum.

Dünya 5 milyar yılda oluştu, 3,7 milyar yıl önce ilk protein meydana geldi. 2.500.000 yıl önce yaşanan buzul çağıyla çoğu canlı türü yok oldu. 200,000 yıl önce ise tekrar yaşam hareketlenmeye başladı ve buzul çağından tamamen çıkılması 10,000 ‘li yılları buldu. Bununla birlikte ilk insanlara ait bulgular ise 100,000 yıl öncesine ait. 

Buraya kadar hızlıca geldik ama bundan sonrasında biraz daha içeriyi incelememiz uygun olacaktır. Bence ilk bakılacak yer de mağara duvarlarıdır. Yıllarca ilk mağara resimlerinin İspanya’da bulunan Altamira Mağara’ında bulunduğunu öğrenmiştik; ancak 1988 yılında kuzey İtalya’da başlanan kazılarda Dünya’nın en eski resimlerinin bulunduğu mağara (Fumane Mağarası) ortaya çıkartılmıştır. (Bilim teknik 2000) Bu resimlere baktığınızda dünyanın ne kadar küçük, zamanın da ne kadar kısa olduğunu anlıyorsunuz. Şaka gibi nereden bakarsanız bakın yaklaşık 35,000 yıl önce duvarlara çizilen kök boya resimler halâ canlı ve gerçekliği ile karşınızda. Düşünsenize daha önce hiç görmediğiniz, varlığını bilmediğiniz bir şeyi ortaya çıkartıyorsunuz! Bunun adı yaratıcılık değil de nedir?

Ateşin bulunuşu ve kullanılışı yaklaşık 800,000 yıl önceye tarihlenmektedir. Bunun nasıl olduğu tam bilinmemekle birlikte yıldırım düşerek yangın çıkmış olması ve bunun cezbedici özelliği nedeniyle belki de birçok deneme ile kullanılmaya başladığını düşünebiliriz. Ama öyle de olsa böyle de olsa ilk gördüğünde korkarak taptığı daha sonra ise kontrol etmeyi öğrendiği ateş, insanoğlunun kaderini değiştirmiştir.

MÖ 5000 yıllarında Mezopotamya’da bulunmuş olan tekerleğin icadı ile yine aynı tarihlere denk gelen yazının Sümer’ler tarafından kullanılmaya başlaması ile birlikte gelişim, iletişim ve sosyalleşmeye bağlı olarak yaratıcılığın sınırları zorlanmaya ve çoğalmaya başlanmıştır. Gerçi ateşin bulunuşu ile yazının kullanılmaya başlanması arasında binlerce yıl geçmiş olması ile bugün her saat yeni bir yaratıcılıkla karşılaşılması her geçen gün bu konuda ne kadar yol alındığının da göstergesidir. Demek ki gelecekte de yaratıcılık azalmayacak giderek artacaktır. Aslına bakacak olursanız her başarısız deneme de yeni fikirler ve başarı için de bir basamak olmakta, yaratıcılığın önü açılmaktadır.
 

Yaratmak için, önce düşlemek ve düşünüze tutku ile bağlanmak zorundasınız. Böylece yaratıcılığın fitili ateşlenmiş olur. Yani, hayal etmeden yaratıcılık olmaz. Walt Disney’in şu sözü aslında birçok şeyi açıklıyor. “Her şeyin bir fareyle başladığını unutmayın.” Bu söz yaratıcılığın nerede başlayıp nereye gidebileceğinin çok güzel bir örneğidir. Küçücük bir fare ile dev bir imparatorluk! İnanması gerçekten güç!

Her yaratıcı fikir, bu kadar eğlenceli ve keyif verici değildir. Özellikle bilimsel çalışmalarla insanlığa hizmet etmesi için yaratılanların bir kısmı, ironik bir şekilde yine insanoğluna zarar vermiştir. Kimyasal buluşların gelişimi ile çevre kirliliği ve geri dönüşü olmayan bir süreç yaşanmaktadır. Teknolojik buluşların gelişimi ise tüm dünya üzerinde ciddi bir elektrik tüketimi artışına ve elektromanyetik alanın yoğunluğuna neden olmuştur. Bu yoğun elektromanyetik alan, özellikle beyin fonksiyonları üzerinde son derece olumsuz etkiler yaratmaktadır. Gelişelim derken değişiyoruz da…

Yaratma/buluş tutkusu o kadar yoğun yaşanılan bir duygudur ki bunun önüne geçecek başka bir duygu yoktur. Sonuçları olumsuz bile olsa insan yaratacağı yeniliğin peşini bırakmamak için kendini bile feda edecek noktaya gelebilir. İşte bu duygu, insanoğlunun görece gelişimini sağlamakta olup belki de sonunu getirecektir. 

Peki, yaratıcılık doğuştan mı gelir yoksa sonradan mı kazanılır? 

Genel olarak insanlar kendilerini de işin içine katarlar ve bazı alanlarda yaratıcı olmadıklarını kolayca kabullenirler. İnsanların belki de en kolay kabul ettiği ama bana göre gerçekliği tartışılacak bir münazara konusudur bu! Yani kendinize şans tanımadan, zaman ayırmadan, temel bilgileri almadan ve belirli bir disiplinle başlamadığınız konularda, sadece birkaç deneme ile insan yaratıcı olup olmadığına nasıl karar verebilir ki?

Doğuştan ya da sonradan oluşan bir eksiklik yoksa ve yeteri derecede ilgi de varsa yaratıcılık geliştirilebilecek bir özelliktir. Duygusal zekânın geliştirilebildiği bilimsel gerçeğinden hareketle, bu düşünce desteklenmiş olur. Bu noktada yapılması gerekenler; ilgi duyulan alana yönelme, doğru eğitim alma ve ilgi duyulan alan için zaman ayırmadan ibarettir. Elbette hiç ilgi duyulmayan bir alanda yaratıcılık da olmayacaktır. Çocukların, gençlerin gelişiminde, öncelikle ilgi alanlarının belirlenmesi, farklı deneyimler kazanmalarının sağlanması ve doğru başlangıç yapmaları önemlidir. Bilinçsiz başlangıçlar ve deneyimler ise yukarıda sözünü ettiğim kişisel kabullenmelere neden olacaktır. 

Bunun dışında engellemelerle de karşılaşılabilir. Özellikle yaratıcı düşünce yapısına sahip olmayan insanlar, konumlarına göre, eğer ellerinde yönetim yetkisi de varsa genelde sınırlar çizerler. Yani “iş çıkarılmasını” istemezler. “Eski köye yeni adet mi gelir?” ya da “İcat çıkarma!” derler. Bu da toplum olarak nasıl yetiştirildiğimizin önemli bir göstergesidir. İşte bu düşünce yapısı, yaratıcı düşünceyi engelleyen ya da yok eden düşünce yapısıdır. İstisnalar kaideyi bozmaz elbette ama genelde yaklaşım bu yöndedir ve bu düşünce yapısı ile bir arada olmak zorunda olan yaratıcı insanlar her zaman acı çekerler. 

Oysa yaratıcılık, duruma göre sadece maddi ya da manevi destek ister. Hepsi o kadar. Sonra, tutkular ve odaklanma becerisi yaratıcılığı tetikler.

Yaratma isteği ateş gibi yakıyorsa içini, o zaman kendi düşüncelerinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymaz insan…

Başlangıç mı? Öncelikle varsa sınırları silerek başlamak gerekir, diye düşünüyorum. 

Sonrası ise sonsuzluk…


18 Ekim 2014 - www.egitimajansi.com

Ömer ORHAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder