Türk Dil Kurumu’na göre
sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan doğru kimseye dürüst deniyor.
İnsan, dünya üzerinde en
akıllı varlık olduğuna, düşünerek hareket ettiğine göre doğruluktan ayrılmaması
en beklendik davranıştır. Ancak böyle olmuyor. Nedense çoğu zaman içgüdüleri
aklının önüne geçiyor. Maddi çıkarları ve özellikle de egosunu doyurmak için
her türlü akıl dışı işi yapabiliyor. Bu durumu her zaman son derece ironik
bulmuşumdur. İnsan akıllı olduğu için toplumsal olarak bir arada yaşayabilmeyi,
üretmeyi, gelişmeyi, paylaşmayı ve iletişim kurmayı başarabiliyor ama bunun tüm
insanlar tarafından kabul edilmesini ve sürekliliğini sağlayamıyor.
Toplumlar bir arada barış ve
huzurlu yaşayabilmek için binlerce yıl içerisinde birçok toplumsal kural
oluşturmuş, bazılarını da kanunlarla çerçeveleyerek mutlak uyumluluk
aramışlardır. Her zaman yaptırımları ya da cezaları olmayan bazı kurallar ise ahlaki
bağlamda değerlendirilmiştir. Toplumun her alanında oluşturulan ahlaki temeller
için prensipler belirlenmiş, davranış kriterleri saptanmış ve insanların
huzurlu bir şekilde yaşaması için sorumluluklarını yerine getirmesi
beklenmiştir.
“Ahlak ve üçkâğıtçılık,
terazinin iki ayrı kefesinde yer alır, biri çıkarsa diğeri iner.” Demiş
Eflatun. Terazinin hangi kefesinde yer alacağına insanın kendisi karar verir
ama bu karar insanı mutlu eder mi? Immanuel Kant ise “Ahlak, tam olarak bize
nasıl mutlu olacağımızı gösteren bir doktrin değildir, fakat o bize mutluluğa,
nasıl layık olabileceğimizi öğretir.” Diyerek, insanın neye karar verirse ona layık
olduğunu işaret etmektedir! Bu rastlantısal olabilecek bir durum değildir.
Çeşitli toplumsal konularda karar verirken içgüdülere göre hareket ederek mutlu
olmayı değil de belki de daha derinlerde mutluluğu aramak işin doğrusu olsa
gerek. Ama aramak mı gerek? Aramamak mı? Yanıtların birisi beni korkuttuğu için
bu sorunun yanıtını öğrenmek istediğimden emin değilim.
Her şey mübah günümüzde!
Yaşam görecedir ama her geçen gün biraz daha görece oluyor sanki? Size de öyle
gelmiyor mu? Her insanın kendine göre bir düşüncesi, bakış açısı olması son
derece normal ama binlerce yıldır ortak oluşturulan ahlaki kavramlar, değerler
ya da başka bir deyişle etik ne olacak?
- Toplumsal değerlere, etiğe ya da ahlaka uygun
hareket edelim, kuralların dışına çıkmayalım ama bu sefer benim dediğim, benim
düşündüğüm olsun!
- Böyle olmasında ne sakınca var ki?
- Bir defadan bir şey olmaz.
Minareyi çalan kılıfını
uydururmuş. Vicdanı serinletmek için birçok sözcük bulunur ya da cümle kurulur
ama sanırım son yıllarda bu anlamdaki tolerans giderek artıyor. Bana göre bu
durum özellikle de az gelişmiş olan ülkelerde daha yoğun yaşanıyor. Böyle devam
edersek tüm değerlerimiz ve etik yeniden şekillenecek, şekillenmek zorunda
kalacak.
Sonunda mı? Sonunda bozulma
o kadar yoğun yaşanacak ki yeniden başa dönülecek diye düşünüyorum. En başa!
Etik sözcüğü Yunanca “karakter” anlamına gelen “ethos”
sözcüğünden türetilmiştir. Ethos’tan türetilen “ethics” kavramı da, ideal ve
soyut olana işaret ederek, ahlak kurallarının ve değerlerinin incelenmesi
sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda etik, toplumda yaygın olan ahlak
kurallarından daha özel ve felsefidir. (Fromm, 1995 XXVI)
İnsanın ahlakı elbette yaptığı işlerde kendisini
gösterir. Bir başka deyişle insan karakterini, ortaya koyduğu işlerle de
yansıtır. Bu anlamda etik sözcüğünün, karakter anlamına gelen ethos sözcüğünden
türemesi anlaşılabilir bir şeydir. O halde sağlam bir karakter oluşturmak ve
saygı görmek istiyorsak etiğe de dikkat etmek gerekir. Her işin kendine ait
doğruları, yanlışları, usul ve esasları olduğu gibi kendine has bir etiği de
bulunmaktadır.
Etik yerine kullanılabilecek başka sözcükler de olabilir
mi acaba; örneğin oyunun kuralı ya da argoda racon ve elbette ahlaklı olmak.
Sözcükler ne olursa olsun hepsinin birleştiği anlam toplumsal bir kabulü ve
anlayışı işaret etmektedir. Peki, binlerce yılda oluşturulan bu kabul, artık
değişiyor mu? “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” Demiş, Herakleitos ama
sanırım bu değişimi kastetmemiştir.
Peki değişim nerede, ne zaman olur? Okulda mı, ailede mi?
Okul, bilginin kaynağı, eğitim ve öğretimin merkezi.
Aile, temel değerlerin ve terbiyenin verildiği ilk yer,
toplum içindeki en küçük birlik.
Bir çocuğun gelişiminde, okul ve ailenin yeri yadsınamaz.
Bu gelişimdeki tüm dokunuşlar, müdahaleler ve eylemler doğru olarak yapılıyor
mu bunu birlikte inceleyelim.
Bir bebek gözlerini dünyaya açtığında ailesi için paha
biçilmez bir değerdir. Onu en iyi şekilde yetiştirmek için çaba gösterilir.
Okula başladığında her öğrenilen yeni bilgi tüm aileyi heyecanlandırır. İlk
ödevler gelir ve ev halkı seferber olur. Önceleri çocuğun kendisinin yapacağı
ödevler. Sonraki yıllarda projeler ve diğer ödevler... Anne, el işi
maharetleriyle destek olur çocuğuna baba mühendislik becerilerini gösterir!
Hatta bir ev maketi ödevinde mimarlık ofislerinden bile yardım alınarak ödev en
muhteşem haliyle sonuçlandırılarak okula teslim edilir! Öğretmen de, mimari
ofise ya da babaya not verir! Çocuk bu projeden değerlendirilmemiş olur. Başka
bir deyişle sorumluluk yerine gelmemiştir. Hiç üzerinde durulacak bir konu
değildir, komşumuz, kardeşimiz, arkadaşımız da benzer davranışlarda bulunduğunu
bizimle paylaşmıştır. Bu durumda bizim yapmamızda da bir sakınca yoktur!
Bu yıllarda buna benzer küçük dokunuşlar/masum! Yardımlar
alan çocukların ileriki yıllarda ödevlerinin şekli/içeriği değişir. Artık ondan
bilgiye dayalı “araştırma” yapması beklenir. Beklentiye karşılık vermek
gecikmez. Hemen internete girilir arama motorundan aranan sözcük ya da sözcük
dizisi girilir ve bir sürü, aynı içeriklerin kopyalandığı, güvenilirliği
tartışılacak olan adres dökülür.
Tık… Artık bilgi önünüzde, şöyle hızlıca bir göz
gezdirme, metni kopyala ve yapıştır. İstenirse birkaç fotoğraf ya da grafik
ekle bir de ödeve kapak. Bu kadar basit… Bu arada öğrencinin kendisine sorduğu
ya da ebeveynin çocuğuna sorduğu hiçbir soru yok. Her şey yolunda... Ödev
öğretmene teslim edilmiş, bu anlamda sorumluluk yerine gelmiştir. Hatta övgüler
de gelebilir, çünkü bir sürü iş bitirilmiş, bilgisayar iyi ki alınmış, okul
için, eğitim, öğretim için kullanılmıştır.
- Aferin bizim çocuğa, bilgisayar konusunda çok becerikli
kaç sayfa ödevi 1 saatte bitirdi maşallah!
Üniversite yıllarında da durumda pek fazla değişiklik
olmaz, çocuk artık kocaman bir genç olmuş, kendi başının çaresine bakmayı iyice
öğrenmiştir. Yüksek lisans ve doktoraya kadar iş varır. Böylece iyiden iyiye
bir övünme, sonuçtan duyulan memnuniyet oluşur. Yabancı dilde öğrenildiğine
göre doktora kolaylıkla geçilecektir. Dünya büyük, kaynaklar çok, seçilecek
konuya göre bunu daha önce araştırmış insanlar nasıl olsa bulunacak. Eee
elbette bu konuda deneyimde mevcut. Amerika’yı bir daha keşfetmeye ne gerek var
değil mi? Hatta tam istenildiği gibi bir kaynak bulunması halinde olduğu gibi
al ve altına kendi adını yaz ve sun! İşte bu kadar, gelsin doktora diploması.
Bu işin devamında profesörlükte var ve aynı proses
işliyor ve pek bir değişiklik yok. Elbette tümü böyle değil, elbette aklını
yoran, bilimsel temellerde araştırma yapanlar var. Ben sadece yarattığımız
örnekten ilerliyorum bunu tekrar hatırlatmak istedim.
Sonra, iş hayatı… Burada da geçmişe, ortaya çıkartılan
işlere ve o işlerin kalitesine bakılmaksızın alınan görevler oldu mu işte
zincirin tüm halkaları birleşmiş oldu. İşlem tamam. Peki, binlerce yılda oluşan
ve hiçe sayılan ahlaki yaklaşımlar ne olacak? Alın teri dökülmüş, uykusuz
geceler geçirilmiş, zaman ve paralar harcanarak oluşturulmuş insanların
emekleri ne olacak peki? Evet, ortada oluşmuş bir zincir var ama kirlenmiş bir
zincir! Kirli zinciri boynunuza takmak istemiyorsanız mutluluğu derinlerde
aramak lazım.
Sonuçları ne olursa olsun çocuklarımıza bilimsel
araştırma yöntemleri ile araştırma yapmaları gerektiğini, hırsızlığı öğretirken
çeşitleri olduğunu, bir insanın izni olmadan onun fikirlerini kullanmanın da
hırsızlık olduğunu öğretmek gerekir.
Başlangıçta okullarda, akademik olarak nasıl dürüst
olunacağını, neler yapılacağını bilmek ve ona göre davranmak gerekir. Bu aynı
zamanda insan olmanın şartı ve sorumluluğudur. Sonrasında, görünen, görünmeyen,
bilinen, bilinmeyen yaşamın her alanında etik değerleri kaybetmemek,
geliştirmek ve en başa dönmemek! İşte bütün mesele bu!
13 Eylül 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer ORHAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder