21 Haziran 2015 Pazar

Etik mi? O da ne demek?

Türk Dil Kurumu’na göre sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan doğru kimseye dürüst deniyor.

İnsan, dünya üzerinde en akıllı varlık olduğuna, düşünerek hareket ettiğine göre doğruluktan ayrılmaması en beklendik davranıştır. Ancak böyle olmuyor. Nedense çoğu zaman içgüdüleri aklının önüne geçiyor. Maddi çıkarları ve özellikle de egosunu doyurmak için her türlü akıl dışı işi yapabiliyor. Bu durumu her zaman son derece ironik bulmuşumdur. İnsan akıllı olduğu için toplumsal olarak bir arada yaşayabilmeyi, üretmeyi, gelişmeyi, paylaşmayı ve iletişim kurmayı başarabiliyor ama bunun tüm insanlar tarafından kabul edilmesini ve sürekliliğini sağlayamıyor. 

Toplumlar bir arada barış ve huzurlu yaşayabilmek için binlerce yıl içerisinde birçok toplumsal kural oluşturmuş, bazılarını da kanunlarla çerçeveleyerek mutlak uyumluluk aramışlardır. Her zaman yaptırımları ya da cezaları olmayan bazı kurallar ise ahlaki bağlamda değerlendirilmiştir. Toplumun her alanında oluşturulan ahlaki temeller için prensipler belirlenmiş, davranış kriterleri saptanmış ve insanların huzurlu bir şekilde yaşaması için sorumluluklarını yerine getirmesi beklenmiştir.

“Ahlak ve üçkâğıtçılık, terazinin iki ayrı kefesinde yer alır, biri çıkarsa diğeri iner.” Demiş Eflatun. Terazinin hangi kefesinde yer alacağına insanın kendisi karar verir ama bu karar insanı mutlu eder mi? Immanuel Kant ise “Ahlak, tam olarak bize nasıl mutlu olacağımızı gösteren bir doktrin değildir, fakat o bize mutluluğa, nasıl layık olabileceğimizi öğretir.” Diyerek, insanın neye karar verirse ona layık olduğunu işaret etmektedir! Bu rastlantısal olabilecek bir durum değildir. Çeşitli toplumsal konularda karar verirken içgüdülere göre hareket ederek mutlu olmayı değil de belki de daha derinlerde mutluluğu aramak işin doğrusu olsa gerek. Ama aramak mı gerek? Aramamak mı? Yanıtların birisi beni korkuttuğu için bu sorunun yanıtını öğrenmek istediğimden emin değilim.

Her şey mübah günümüzde! Yaşam görecedir ama her geçen gün biraz daha görece oluyor sanki? Size de öyle gelmiyor mu? Her insanın kendine göre bir düşüncesi, bakış açısı olması son derece normal ama binlerce yıldır ortak oluşturulan ahlaki kavramlar, değerler ya da başka bir deyişle etik ne olacak? 

-      Toplumsal değerlere, etiğe ya da ahlaka uygun hareket edelim, kuralların dışına çıkmayalım ama bu sefer benim dediğim, benim düşündüğüm olsun!

-       Böyle olmasında ne sakınca var ki?

-        Bir defadan bir şey olmaz.

Minareyi çalan kılıfını uydururmuş. Vicdanı serinletmek için birçok sözcük bulunur ya da cümle kurulur ama sanırım son yıllarda bu anlamdaki tolerans giderek artıyor. Bana göre bu durum özellikle de az gelişmiş olan ülkelerde daha yoğun yaşanıyor. Böyle devam edersek tüm değerlerimiz ve etik yeniden şekillenecek, şekillenmek zorunda kalacak. 

Sonunda mı? Sonunda bozulma o kadar yoğun yaşanacak ki yeniden başa dönülecek diye düşünüyorum. En başa!


Etik sözcüğü Yunanca “karakter” anlamına gelen “ethos” sözcüğünden türetilmiştir. Ethos’tan türetilen “ethics” kavramı da, ideal ve soyut olana işaret ederek, ahlak kurallarının ve değerlerinin incelenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda etik, toplumda yaygın olan ahlak kurallarından daha özel ve felsefidir. (Fromm, 1995 XXVI)

İnsanın ahlakı elbette yaptığı işlerde kendisini gösterir. Bir başka deyişle insan karakterini, ortaya koyduğu işlerle de yansıtır. Bu anlamda etik sözcüğünün, karakter anlamına gelen ethos sözcüğünden türemesi anlaşılabilir bir şeydir. O halde sağlam bir karakter oluşturmak ve saygı görmek istiyorsak etiğe de dikkat etmek gerekir. Her işin kendine ait doğruları, yanlışları, usul ve esasları olduğu gibi kendine has bir etiği de bulunmaktadır. 

Etik yerine kullanılabilecek başka sözcükler de olabilir mi acaba; örneğin oyunun kuralı ya da argoda racon ve elbette ahlaklı olmak. Sözcükler ne olursa olsun hepsinin birleştiği anlam toplumsal bir kabulü ve anlayışı işaret etmektedir. Peki, binlerce yılda oluşturulan bu kabul, artık değişiyor mu? “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” Demiş, Herakleitos ama sanırım bu değişimi kastetmemiştir. 

Peki değişim nerede, ne zaman olur? Okulda mı, ailede mi?

Okul, bilginin kaynağı, eğitim ve öğretimin merkezi. 

Aile, temel değerlerin ve terbiyenin verildiği ilk yer, toplum içindeki en küçük birlik.

Bir çocuğun gelişiminde, okul ve ailenin yeri yadsınamaz. Bu gelişimdeki tüm dokunuşlar, müdahaleler ve eylemler doğru olarak yapılıyor mu bunu birlikte inceleyelim.

Bir bebek gözlerini dünyaya açtığında ailesi için paha biçilmez bir değerdir. Onu en iyi şekilde yetiştirmek için çaba gösterilir. Okula başladığında her öğrenilen yeni bilgi tüm aileyi heyecanlandırır. İlk ödevler gelir ve ev halkı seferber olur. Önceleri çocuğun kendisinin yapacağı ödevler. Sonraki yıllarda projeler ve diğer ödevler... Anne, el işi maharetleriyle destek olur çocuğuna baba mühendislik becerilerini gösterir! Hatta bir ev maketi ödevinde mimarlık ofislerinden bile yardım alınarak ödev en muhteşem haliyle sonuçlandırılarak okula teslim edilir! Öğretmen de, mimari ofise ya da babaya not verir! Çocuk bu projeden değerlendirilmemiş olur. Başka bir deyişle sorumluluk yerine gelmemiştir. Hiç üzerinde durulacak bir konu değildir, komşumuz, kardeşimiz, arkadaşımız da benzer davranışlarda bulunduğunu bizimle paylaşmıştır. Bu durumda bizim yapmamızda da bir sakınca yoktur!

Bu yıllarda buna benzer küçük dokunuşlar/masum! Yardımlar alan çocukların ileriki yıllarda ödevlerinin şekli/içeriği değişir. Artık ondan bilgiye dayalı “araştırma” yapması beklenir. Beklentiye karşılık vermek gecikmez. Hemen internete girilir arama motorundan aranan sözcük ya da sözcük dizisi girilir ve bir sürü, aynı içeriklerin kopyalandığı, güvenilirliği tartışılacak olan adres dökülür. 

Tık… Artık bilgi önünüzde, şöyle hızlıca bir göz gezdirme, metni kopyala ve yapıştır. İstenirse birkaç fotoğraf ya da grafik ekle bir de ödeve kapak. Bu kadar basit… Bu arada öğrencinin kendisine sorduğu ya da ebeveynin çocuğuna sorduğu hiçbir soru yok. Her şey yolunda... Ödev öğretmene teslim edilmiş, bu anlamda sorumluluk yerine gelmiştir. Hatta övgüler de gelebilir, çünkü bir sürü iş bitirilmiş, bilgisayar iyi ki alınmış, okul için, eğitim, öğretim için kullanılmıştır.

- Aferin bizim çocuğa, bilgisayar konusunda çok becerikli kaç sayfa ödevi 1 saatte bitirdi maşallah!

Üniversite yıllarında da durumda pek fazla değişiklik olmaz, çocuk artık kocaman bir genç olmuş, kendi başının çaresine bakmayı iyice öğrenmiştir. Yüksek lisans ve doktoraya kadar iş varır. Böylece iyiden iyiye bir övünme, sonuçtan duyulan memnuniyet oluşur. Yabancı dilde öğrenildiğine göre doktora kolaylıkla geçilecektir. Dünya büyük, kaynaklar çok, seçilecek konuya göre bunu daha önce araştırmış insanlar nasıl olsa bulunacak. Eee elbette bu konuda deneyimde mevcut. Amerika’yı bir daha keşfetmeye ne gerek var değil mi? Hatta tam istenildiği gibi bir kaynak bulunması halinde olduğu gibi al ve altına kendi adını yaz ve sun! İşte bu kadar, gelsin doktora diploması. 

Bu işin devamında profesörlükte var ve aynı proses işliyor ve pek bir değişiklik yok. Elbette tümü böyle değil, elbette aklını yoran, bilimsel temellerde araştırma yapanlar var. Ben sadece yarattığımız örnekten ilerliyorum bunu tekrar hatırlatmak istedim.

Sonra, iş hayatı… Burada da geçmişe, ortaya çıkartılan işlere ve o işlerin kalitesine bakılmaksızın alınan görevler oldu mu işte zincirin tüm halkaları birleşmiş oldu. İşlem tamam. Peki, binlerce yılda oluşan ve hiçe sayılan ahlaki yaklaşımlar ne olacak? Alın teri dökülmüş, uykusuz geceler geçirilmiş, zaman ve paralar harcanarak oluşturulmuş insanların emekleri ne olacak peki? Evet, ortada oluşmuş bir zincir var ama kirlenmiş bir zincir! Kirli zinciri boynunuza takmak istemiyorsanız mutluluğu derinlerde aramak lazım. 

Sonuçları ne olursa olsun çocuklarımıza bilimsel araştırma yöntemleri ile araştırma yapmaları gerektiğini, hırsızlığı öğretirken çeşitleri olduğunu, bir insanın izni olmadan onun fikirlerini kullanmanın da hırsızlık olduğunu öğretmek gerekir.

Başlangıçta okullarda, akademik olarak nasıl dürüst olunacağını, neler yapılacağını bilmek ve ona göre davranmak gerekir. Bu aynı zamanda insan olmanın şartı ve sorumluluğudur. Sonrasında, görünen, görünmeyen, bilinen, bilinmeyen yaşamın her alanında etik değerleri kaybetmemek, geliştirmek ve en başa dönmemek! İşte bütün mesele bu!


13 Eylül 2014 - www.egitimajansi.com

Ömer ORHAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder