Türk dilinin bugün verdiği
yaşam mücadelesini anlamak için tarihsel sürece kısaca bakmakta yarar var.
Anadolu; Abbasiler ve İran
yoluyla Farsça, Irak ve İslam Dünyası vasıtasıyla da Arapça ile tanışmıştır. Osmanlı
İmparatorluğu döneminde ise resmî dil olarak kabul edilen Farsçanın yanında
Arapça da ilim dili olarak kullanılmıştır. Medreseler bu eğitimlerin verildiği
yerler olmuş, elbette bu şartlar altında Türkçenin gelişimi de maalesef devlet
eliyle örselenmiştir. Ancak bazı Türk aydınları bu durumu kabullenmemiş ve
Türkçenin ne kadar zengin ve korunması gereken bir dil olduğunu kanıtlamaya
çalışmıştır. Bu anlamda dili koruma çabaları 11. yüzyıla kadar uzanmıştır.
19. yüzyılda eğitimde yeni
arayışlara yönelen Osmanlı Devleti, kurduğu resmî okullarda ve açılan yabancı
misyoner okullarında Fransızca öğrenimine başlamıştır. Elbette İngilizce,
İtalyanca ve Almanca öğretim yapmak için de yine bu devletlerin girişimleri ile
yeni okullar açılmış, kısa zamanda bu okullar, zengin Türk ailelerin tercih
ettiği okullar olmuştur. Böylece Farsça ve Arapçanın etkisinden kurtulamamış
olan dilimiz İngilizce ve Fransızca başta olmak üzere Almanca ve İtalyancanın da
etkisi altına girmiştir.
Bir milleti yok etmek
istiyorsanız önce dilini yok etmelisiniz! En “temiz” yok ediş önce dilin
ortadan kaldırılmasıyla başlar, sonra kültür yok olur, sonra da millet… Dünya
tarihine baktığımızda yayılmacıların birçok taktiği olduğunu görüyoruz.
Yayılmacılar gittikleri ülkelerde uzun süreli kalmayı düşündüklerinde mutlaka
eğitim öğretim faaliyetlerine de dâhil olmuşlar, dil ve din öğretimi başta
olmak üzere misyoner faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
Bu durumun farkında olan
Mustafa Kemal Atatürk’ün çabalarıyla 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile
Türkçe koruma altına alınmaya çalışılmıştır. Çalışılmıştır çünkü günümüzde bile
henüz bu anlamda tam bir başarı kazanılamamıştır.
Nereden gelirse gelsin hemen
hemen her türlü sözcük, kullanılmaya başlandığı andan itibaren dilimize kolayca
yerleşmektedir. Bu anlamda kurumsal yapılan açıklamalarla, yabancı sözcüklerin
yerine önerilen sözcükler insanların yüzünde tatlı bir tebessümden başka bir iz
bırakmamaktadır. Son günlerde sıkça kullanılan “selfie” için Türk Dil Kurumu,
halkın görüşüne başvurmuş, gelen önerilerden "özçekim",
"kendiçekim", "görçek", "kendinçek" ve
"bakçek" seçenekleri arasından özçekimi kabul etmiştir. Halka
sorulması oldukça akıllıca kabul edilebilir ancak tren kaçmıştır. Yıllarca Türk
dilinin açık bir tehdit altında oluşunun göz ardı edilmesi ya da çalışmaların
yetersiz kalması ve halkın bu süreçlere dâhil edilmemesi, bugün insanların
duyarsızlaşmasına neden olmuştur.
Hayırlı olsun artık nur topu
gibi yeni bir sözcüğümüz daha oldu! Selfie…
Dilimize yerleşen yabancı
sözcükler yerine öz Türkçe sözcükleri örneklemek sanırım daha kolaydır! Her
geçen gün kirlenmekte olan dilimizi koruma çabalarından da vazgeçildiği ya da
çaresiz kalındığı ortadadır. Devlet bu konuda yeterince hassasiyet göstermedikçe
bu işin kendi kendine düzelmesini beklemek büyük saflıktır.
“Globalleşen” dünyada
“sanal” ortam aracılığıyla sözcüklerin bir yerden başka bir yere taşınması da
inanılmaz hızlı olmakta ve sorgusuz sualsiz kullanılmaya başlanmaktadır. Bu
cümledeki global sözcüğü sizi rahatsız etmedi değil mi? Ama etmeliydi. Bunun yerine
dünya çapında ya da küresel sözcüğü kullanılabilirdi. Ancak birçok sözcüğün alternatifi bilinmiyor bile! Sözcük istilası o denli büyük ve hızla
yayılıyor ki bununla mücadele etmek kişisel çabalarla mümkün değildir. Devlet,
bu konuda ilgili kurumları ile topyekûn harekete geçmelidir. Bu anlamda ciddi
politikalar ve izlemler (stratejiler) oluşturmak zorundadır. Öğretmen
yetiştiren kurumlar başta olmak üzere, tüm üniversiteler ve okullarda Türkçenin
doğru kullanımı işaret edilmelidir. Elbette bunu desteklemek için her türlü
kitap, yayınlanmadan önce kontrol edilmeli, görsel ve yazılı basın da konuya
duyarlılık göstermelidir.
Ancak maalesef millet olarak
batı hayranlığımız her zaman olmuştur. Üniversite yıllarımda bazı
arkadaşlarımın konuşurken özellikle yabancı sözcükler kullanma çabasına tanık
olduğumda içimden, çoğunlukla da belli ederek gülerdim. Hatta bu şekilde aydın
(entelektüel) görünme çabasında olanlar için “entel” sıfatı kullanılırdı. Üç
kitap okuyan kendisini aydınlanmış hisseder, etrafını aydınlatma isteği ile
yanıp tutuşarak da anlatmaya başlardı. Elbette sözcükler de özenle seçilmeliydi
ve kişinin okuduğunun en önemli göstergesi de kimsenin kullanmadığı yepyeni
sözcüklerin kullanımıydı. “Entel” olmak önemli bir şeydi!
Bugün devletin kurumlarının
başında bulunan eğitimcilerin bile konuya özen göstermediğini, yeni
“paradigmalar” (değerler dizisi) ortaya çıkartırken, Türkçe kullanımında
özensiz olduklarını görüyoruz. Elbette kimse sütten çıkmış ak kaşık sayılmaz
ama dilimizin doğru kullanımı konusunda eğitimle ilgilenen insanların çok daha
özenli olması, yol gösterici olması gerekir.
Başka ülkelere seyahat
edemeyenler/etmeyenler üzülmesinler çünkü ülkemizin büyük şehirleri, ne Avrupa’yı
aratır, ne Amerika’yı. Caddelerde dolaşırken nereye baksanız sanki başka bir
ülkede dolaşıyor gibi hissedersiniz. Türkçe neredeyse yok gibidir; olduğunda da
çoğunlukla bozuk veya özellikle bozulmuş şekilde kullanılmıştır. Mağaza ve
şirket isimlerinde yabancı sözcük kullanımı konusunda da ülkemiz, tam bir
cennettir. İşin kötü tarafı bunun normal olduğu algısı oluşmaya başlamıştır.
Hatta Türkçeyi doğru kullanmaya çalışanlara garipseyerek bakılmaktadır.
Evet, ortada bir garipliğin
olduğu kesindir. Günümüzde doğru ile yanlış birbirine karıştırılmış, sözcükler bile
yerini sembollere terk etmiştir. Yakın bir zamanda hiyoroglif kullanmaya
başlarsak şaşırmayalım…
25 Haziran 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer ORHAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder