2 Haziran 2015 Salı

“Nur topu” gibi yeni sözcüğümüz: Selfie…



Türk dilinin bugün verdiği yaşam mücadelesini anlamak için tarihsel sürece kısaca bakmakta yarar var.

Anadolu; Abbasiler ve İran yoluyla Farsça, Irak ve İslam Dünyası vasıtasıyla da Arapça ile tanışmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise resmî dil olarak kabul edilen Farsçanın yanında Arapça da ilim dili olarak kullanılmıştır. Medreseler bu eğitimlerin verildiği yerler olmuş, elbette bu şartlar altında Türkçenin gelişimi de maalesef devlet eliyle örselenmiştir. Ancak bazı Türk aydınları bu durumu kabullenmemiş ve Türkçenin ne kadar zengin ve korunması gereken bir dil olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Bu anlamda dili koruma çabaları 11. yüzyıla kadar uzanmıştır. 

19. yüzyılda eğitimde yeni arayışlara yönelen Osmanlı Devleti, kurduğu resmî okullarda ve açılan yabancı misyoner okullarında Fransızca öğrenimine başlamıştır. Elbette İngilizce, İtalyanca ve Almanca öğretim yapmak için de yine bu devletlerin girişimleri ile yeni okullar açılmış, kısa zamanda bu okullar, zengin Türk ailelerin tercih ettiği okullar olmuştur. Böylece Farsça ve Arapçanın etkisinden kurtulamamış olan dilimiz İngilizce ve Fransızca başta olmak üzere Almanca ve İtalyancanın da etkisi altına girmiştir. 

Bir milleti yok etmek istiyorsanız önce dilini yok etmelisiniz! En “temiz” yok ediş önce dilin ortadan kaldırılmasıyla başlar, sonra kültür yok olur, sonra da millet… Dünya tarihine baktığımızda yayılmacıların birçok taktiği olduğunu görüyoruz. Yayılmacılar gittikleri ülkelerde uzun süreli kalmayı düşündüklerinde mutlaka eğitim öğretim faaliyetlerine de dâhil olmuşlar, dil ve din öğretimi başta olmak üzere misyoner faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. 

Bu durumun farkında olan Mustafa Kemal Atatürk’ün çabalarıyla 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Türkçe koruma altına alınmaya çalışılmıştır. Çalışılmıştır çünkü günümüzde bile henüz bu anlamda tam bir başarı kazanılamamıştır. 

Nereden gelirse gelsin hemen hemen her türlü sözcük, kullanılmaya başlandığı andan itibaren dilimize kolayca yerleşmektedir. Bu anlamda kurumsal yapılan açıklamalarla, yabancı sözcüklerin yerine önerilen sözcükler insanların yüzünde tatlı bir tebessümden başka bir iz bırakmamaktadır. Son günlerde sıkça kullanılan “selfie” için Türk Dil Kurumu, halkın görüşüne başvurmuş, gelen önerilerden "özçekim", "kendiçekim", "görçek", "kendinçek" ve "bakçek" seçenekleri arasından özçekimi kabul etmiştir. Halka sorulması oldukça akıllıca kabul edilebilir ancak tren kaçmıştır. Yıllarca Türk dilinin açık bir tehdit altında oluşunun göz ardı edilmesi ya da çalışmaların yetersiz kalması ve halkın bu süreçlere dâhil edilmemesi, bugün insanların duyarsızlaşmasına neden olmuştur.

Hayırlı olsun artık nur topu gibi yeni bir sözcüğümüz daha oldu! Selfie…

Dilimize yerleşen yabancı sözcükler yerine öz Türkçe sözcükleri örneklemek sanırım daha kolaydır! Her geçen gün kirlenmekte olan dilimizi koruma çabalarından da vazgeçildiği ya da çaresiz kalındığı ortadadır. Devlet bu konuda yeterince hassasiyet göstermedikçe bu işin kendi kendine düzelmesini beklemek büyük saflıktır.

“Globalleşen” dünyada “sanal” ortam aracılığıyla sözcüklerin bir yerden başka bir yere taşınması da inanılmaz hızlı olmakta ve sorgusuz sualsiz kullanılmaya başlanmaktadır. Bu cümledeki global sözcüğü sizi rahatsız etmedi değil mi? Ama etmeliydi. Bunun yerine dünya çapında ya da küresel sözcüğü kullanılabilirdi. Ancak birçok sözcüğün alternatifi bilinmiyor bile! Sözcük istilası o denli büyük ve hızla yayılıyor ki bununla mücadele etmek kişisel çabalarla mümkün değildir. Devlet, bu konuda ilgili kurumları ile topyekûn harekete geçmelidir. Bu anlamda ciddi politikalar ve izlemler (stratejiler) oluşturmak zorundadır. Öğretmen yetiştiren kurumlar başta olmak üzere, tüm üniversiteler ve okullarda Türkçenin doğru kullanımı işaret edilmelidir. Elbette bunu desteklemek için her türlü kitap, yayınlanmadan önce kontrol edilmeli, görsel ve yazılı basın da konuya duyarlılık göstermelidir.

Ancak maalesef millet olarak batı hayranlığımız her zaman olmuştur. Üniversite yıllarımda bazı arkadaşlarımın konuşurken özellikle yabancı sözcükler kullanma çabasına tanık olduğumda içimden, çoğunlukla da belli ederek gülerdim. Hatta bu şekilde aydın (entelektüel) görünme çabasında olanlar için “entel” sıfatı kullanılırdı. Üç kitap okuyan kendisini aydınlanmış hisseder, etrafını aydınlatma isteği ile yanıp tutuşarak da anlatmaya başlardı. Elbette sözcükler de özenle seçilmeliydi ve kişinin okuduğunun en önemli göstergesi de kimsenin kullanmadığı yepyeni sözcüklerin kullanımıydı. “Entel” olmak önemli bir şeydi!

Bugün devletin kurumlarının başında bulunan eğitimcilerin bile konuya özen göstermediğini, yeni “paradigmalar” (değerler dizisi) ortaya çıkartırken, Türkçe kullanımında özensiz olduklarını görüyoruz. Elbette kimse sütten çıkmış ak kaşık sayılmaz ama dilimizin doğru kullanımı konusunda eğitimle ilgilenen insanların çok daha özenli olması, yol gösterici olması gerekir.

Başka ülkelere seyahat edemeyenler/etmeyenler üzülmesinler çünkü ülkemizin büyük şehirleri, ne Avrupa’yı aratır, ne Amerika’yı. Caddelerde dolaşırken nereye baksanız sanki başka bir ülkede dolaşıyor gibi hissedersiniz. Türkçe neredeyse yok gibidir; olduğunda da çoğunlukla bozuk veya özellikle bozulmuş şekilde kullanılmıştır. Mağaza ve şirket isimlerinde yabancı sözcük kullanımı konusunda da ülkemiz, tam bir cennettir. İşin kötü tarafı bunun normal olduğu algısı oluşmaya başlamıştır. Hatta Türkçeyi doğru kullanmaya çalışanlara garipseyerek bakılmaktadır.

Evet, ortada bir garipliğin olduğu kesindir. Günümüzde doğru ile yanlış birbirine karıştırılmış, sözcükler bile yerini sembollere terk etmiştir. Yakın bir zamanda hiyoroglif kullanmaya başlarsak şaşırmayalım…

25 Haziran 2014 - www.egitimajansi.com

Ömer ORHAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder