Okullarımızda kaç adet ders
olduğunu ve kaçar saat ve ne yoğunlukta okunduğunu biliyor musunuz? Peki, bir
öğrencinin bir dönemde ne kadar sınav olduğunu ve sınavlar dışında ona ne kadar
zaman kaldığını biliyor musunuz?
Bu gizli bir bilgi değil
elbette bunu hesaplamak ve öğrenmek mümkün. 180 okul günü olduğu, lise için her
düzeyde yaklaşık 12-14 arasında ders bulunduğu, her dersten ve her dönemde en
az iki yazılı sınav yapıldığını ve 2 performans notu verilmesi gerektiğini ben
sizlerle ham bilgi olarak paylaşayım ve buyurun siz hesaplayın.
Eğitim öğretim sistemimiz
“ortaya karışık” gibi... Biraz ondan biraz bundan. Müfredatlar ise olabildiğince
detaylı ve yoğun. Ayrıca adı seçmeli olsa da zorunlu seçtirilen dersler ve aynı
yaklaşımlar…
Bin yıllık bir imparatorluk
tarihini sadece savaşlara, tarihlere ve kişilere indirgeyerek iki derste
anlatma çabamız,
Yabancı dillerde, ana dili
olanların bile bilmediği, ağır dilbilgisini öğretme telaşımız,
Mikroskoptan bir kez bile
baktırmadan, Latince olarak biyoloji ile ilgili ne kadar sözcük varsa
ezberletme isteğimiz,
Osmanlı döneminde “saray”
entelektüellerinin dışında kimsenin aklının ermediği ağır edebiyatı aktarma
ısrarımız,
Yaşamla ilişkilendirilmemiş,
yaş gruplarına göre pedagojik durumu neredeyse hiç araştırılmamış ve
değerlendirilmemiş ağır müfredat dayatmalarımız…
Hangi öğretmene sorsanız,
ders saatinin yeterli olmadığını söyler. Yeterli olmaz çünkü müfredatlar
“konsantre (yoğun)” olarak hazırlanmıştır. Bu yoğunluğu azaltacak şans da
yoktur.
“Öğretmenin birinci vazifesi müfredatı yetiştirmektir.” Okul
yönetimleri de onlardan müfredatı tamamlamalarını sene sonunda eksik konu
bırakmamalarını ister. Elbette durum böyle olunca, konuların içine girebilmek,
öğrenilenleri pekiştirmek için deneysel çalışmalar, gözlem ve araştırma ile
tartışma ortamları yaratmak, neredeyse hiç mümkün olmaz. Öğrencilerin soru
sormaları istenir ama uzatmamaları daha da çok istenir. Ders kopacak, konudan
uzaklaşılacak diye öğretmenin, neredeyse aklı çıkar.
Ama oldu mu? Oldu… Sen sağ,
ben selamet.
Müfredat yoğun, zaman
yetersiz, yetiştirme telaşı mevcut ve sınav kaygıları ise çoktan yüklenmiş. Gel
de çık işin içinden.
Çocuklarımızın evrensel
normlara göre büyük düşünmesini istiyoruz ama onları sınavlardan başlarını
kaldırıp etraflarına bakmalarına izin vermeyen, olabildiğince ağır ders
programları ile baş başa bırakıyoruz.
Elbette bir milyon beş yüz
bin öğrenciyi sınav başarısına göre sıraladığınızda üst sıralarda birileri
olacaktır. Bu birileri, odaklanma becerisi yüksek veya sosyal yaşamı bir kenara
iterek bundan vazgeçenler ya da gerçek anlamda bu sistemi başaran birileri de
olabilir ve bunların oranı da %30 olsun. Peki, ya %70 ne olacak?
Sınavlarda veya sistemde
genel anlamda başarıyı arttırmak için önce derslerin programları
düzenlenmelidir. Bundan sonra bir dersin başarılı olmasını sağlamak için de dersi
planlamak, aktarmak, araştırmak, incelemek, tartışmak, değerlendirmek ve süreçleri
gözden geçirmek ve elbette bunu yaparken hem bireysel farklılıkları göz önünde
bulundurmak hem de yeterince zaman ayırmak gerekir.
Maalesef öğretim sistemimizde
de -mış gibi yapıyoruz…
Hani, baharda evler bol bol
havalandırılır, yatak yorgan oksijene doyar ya; eğitim sisteminin de
havalandırılmaya ihtiyacı var. Silkelenmesi, fazlalıklarından kurtulması ve
resmin bütününün yeniden oluşturulması gerekiyor.
Çocukların âlim olmasını
gerektiren bilgileri yükleyelim derken, öğrenme isteği ve heyecan yok ediliyor.
Gelişmiş ülkelerde hayal
kurmak teşvik edilirken, biz var olan hayalleri de yok etmenin yollarını
arıyoruz.
24 Ekim 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder