Teknoloji mi bizi yoksa biz mi
teknolojiyi kullanıyoruz? Bu soru, son yıllarda sıklıkla sorulmakla birlikte
kimse doğru dürüst kendini ikna edecek bir yanıt bulamıyor. Kimi teknolojisiz
olmaz diyor, kimi de kendine onsuz bir yaşam biçimlendiriyor. Hayatımızın her
alanına giren teknolojinin, okullarda ve eğitim öğretim sistemlerinde
kullanılıp kullanılmaması gerektiği tartışmaları da son yıllarda sıklıkla karşımıza
çıkan başka bir gerçeğimiz. İstisnalar olsa da gençler teknolojiye daha düşkün.
Hızla değişen ve gelenin
gideni arattığı kuşaklar!.. En azından eski nesiller böyle söyler. Değişen
“jenerasyonlar” için alfabede harf de kalmadı: x, y, z…
Kuzey Avrupa ülkelerindeki
eğitim sistemlerinde teknolojiye ölçülü ve daha temkinli yaklaşılırken, Uzak Doğu’da
cep telefonu ile yazışarak yürümek için kaldırımlarda yollar ayrılmış durumda.
Hangisi doğru? Doğru tek mi?
Birden fazla doğru olabilir mi?
Devir olarak bir kırılma noktasındayız.
Hatta bu döneme Neo Rönesans veya daha iddialı bir adlandırma ile Kozmik
Rönesans diyebiliriz.
Kâğıt mı, tablet mi?
Kablolu mu, kablosuz mu?
Plak mı, cd mi?
Mektup mu, e-posta mı?
Ansiklopedi mi, arama motoru
mu?
Örnekleri çoğaltmak mümkün, sizce
de kırılma noktasında değil miyiz?
Biz istesek de istemesek de
bir devir kapanmıyor mu?
Bir tarafta artık gelenekçi
kabul edilecek klasik uygulamalar ve nostaljik kabul edilen hoşluklar ve
sıcaklıklar, diğer tarafta ise önü kesilemeyen bir değişim süreci ve önüne katıp
götürdüğü milyonlarca insan…
Bir gerçek var ki insanoğlu
rahatına, konforuna, albeniye düşkün ve bundan vazgeçebilmesi de çok mümkün
değil.
Birileri çevre kirliliği,
küresel felaket ve dijital çöplere dikkat çekmek için çabalasa da, diğerleri
insanlığın zafiyetini kullanarak ve dünyayı yok etme pahasına daha çok kazanç
elde etmeye şüphesiz devam edecektir.
Yaşam görece; birinin
doğrusu diğerinin yanlışı!
Kimilerine göre çivisi çıktı
bu dünyanın… Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete... “Bizim zamanımızda …”
ile başlayan cümleler.
Ne yapmalı?
Önce hiçbir şeyin eskisi gibi
olmayacağını/olamayacağını kabul etmeli. Sonra teknoloji ile uzlaşmalı, onu
kontrol etmeli, ondan yeterince yararlanmalı ama ölçü kaçırılmamalı. Bizim
diğer canlı türleri gibi doğaya ait olduğumuz, ondan vazgeçemeyeceğimiz
bilinmeli ve “canlı” olduğumuz unutulmamalı, yaşam sanal olarak sürdürülmemeli.
Doğada yetişmeyen, doğada
bulunmayan, doğada yok olmayan hemen hemen her şeyden şüphe edilmelidir.
Özellikle de doğadan alıp laboratuvarlarımızda “geliştirdiğimiz, değiştirdiğimiz”
başkalaşmış kimyasalların ve ürünlerin ne denli tehlike içerdiğini unutmamak
gerekir.
Doğa, karmaşık yapısıyla
basit çözümler sunar. İnsan, tüm bu basit çözümleri alır ve en karmaşık hâle
getirir. Üstelik doğanın sahip olduklarına göz diken insan, her şeyi alırken
belki de bir tek yine doğaya ait olan “dengeyi” almaz!
Denge… Oysa tüm evren denge
üzerine kuruludur.
Yazının başına dönecek
olursak, görünen o ki, son yıllarda teknoloji; insanı ve özellikle de
gençlerimizi kullanıyor. Ondan “kurtulmamız” pek mümkün görünmediğine göre
bizim de onu kullanmayı öğrenmemiz şart. Şairin dediği gibi “işin kolayına
kaçmadan ama…”
… ve sanırım işin sırrı; açtıktan
sonra kapatmayı da bilmekte!
2 Kasım 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder