Şatafatlı ve yabancı
sözcüklere bayılıyoruz. Her kurum yeni, duyulmamış ve özellikle kullanılmamış
bir sözcük bulma ve kendine mal etme telaşında!
1980’li yıllarda özel
okulların açılmaya başlamasıyla birlikte yeni bir slogan bulma, orijinal söylem
geliştirme, o günlere kadar çok da bilinen bir şey değildi. Savaşlar, darbeler
derken devletin de bu anlamda çok yaratıcı olması beklenemezdi. Gazeteler sayesinde reklamlarla henüz tanışmıştık
ki siyah beyaz televizyonlarla ilk hareketli ve müzikli reklam cıngılları
halkın dilinde dolaşmaya başlamıştı.
Slogan üretme yarışında
önderliği özel sektör üstlendi ve bazen doğru bazen yanlış işlerle yaratıcılık
tavan yapmaya başladı. İşte bu bağlamda 80’li yıllarda özel okulların
başlattığı “çağdaş ve modern” olma
söylemi o kadar popüler oldu ve sevildi ki uzun yıllar kullanıldı. Toplum için
çağı yakalamak belki de gerçek bir ütopyaydı ve o kadar çok tüketildi ki bir
süre sonra sessiz sedasız kamuoyunun gündeminden çıktı, gitti.
Aniden çok çağdaş mı
olmuştuk, yoksa modernizmin doruklarına mı ulaşmıştık bilinmez ama ülkemizde
her şeyin sabun köpüğü gibi şiştiği ve “puf” diye söndüğü kesin.
Her zaman geleceği görmek,
onunla ilgili planlar yapmak da insanlara güven vermiştir. Bu nedenle hedefler
saptamak ve bunları paylaşmak da ne yaptığını bilen kurumların yapması gereken
işti ve güven duygusu yaratırdı. İşte, o zaman “vizyon ve misyon” sözcükleri hayatımıza kazandırıldı. Kazandırıldı
çünkü ileri görüşümüz, ülkümüz ve sağgörümüz aynı etkiyi vermiyordu!
VİZYON!
Bulmuştuk işte… Bayıldık bu sözcüğe... Önce özel sektör sonra kalite yönetim
sistemlerinin de katkılarıyla devlet kurumları da kullanmaya başladı. Ama tek
başına değil genelde ayrılmaz ikilisi misyon ile birlikte uzunca bir süre
duvarlara asıldı, kurum kitapçıklarının ilk sayfalarında yer aldı. Herkese
gösterme telaşı ile de yanıp tutuşuldu. Bakın
bizim de var. İşte “vizyonumuz”, bu da “misyonumuz”.
Amacımız
değil ama lütfen dikkat! MİSYONUMUZ…
Bir süre sonra baktık ki
neredeyse bakkal, kasap da vizyon ve misyonunu duvarına asmaya başladı, bunun
da suyu çıktı diyerek hemen bundan da vazgeçtik.
Ne yapacağımızı kara kara
düşünürken imdadımıza Pentium bilgisayarlar yetişti. Artık yeni söylem bilişim olmuştu. Şöyle teknolojimiz var, böyle bilgisayar altyapımız var derken
uzunca bir süre bu da toplumu idare etti, hatta idare etmeye devam da ediyor.
Okullar ise bu hummalı sürece dâhil olmazsa olmazdı ve akıllı tahtalar, akıllı
sınıflar, teknolojik derslikler, wi-fi bağlantıları ile müthiş bir rekabet
ortamı oluşturuldu. Bilgisayarlar ve tabletler alındı ama öğretim yöntemi
olarak kullanılacak ders içerikleri yoktu. En önemlisi de bunların tümünün
birer araç olduğu çoğu zaman unutulduğu için teknoloji de arapsaçına döndü. Şu an
için durumda fazla bir değişiklik yok ve umarım en kısa zamanda akılcı bir
çözüm bulunur ama bunun için de “akıllı”
eğitimcilere ihtiyaç var!
Aynı zamanlara denk düştüğünü
düşündüğüm “öğrenci merkezli öğretim”
söylemi de çok popüler olmuştu. Gelin görün ki ortada ne merkez vardı ne de
merkezde öğrenci yer alabildi. Uzunca bir süre bu şekilde öğretim yaptığı
iddiası ile yola çıkan okulların da sınavlara öğrenci hazırladığını,
programlarının diğer okullarla aynı olduğunu da herkes bildi. “Göle maya
çalmak” adına mı, “Kırk kez söylenirse olur.” diye mi bilinmez ama belki de
bunun olması çok istendiği için herkes her şeyi bildi ama kimse dile getirmedi.
Bunların içinde en sevdiğim
ve beni en çok eğlendiren slogan “inovasyon”
oldu. Latince “innovare”den gelen bir sözcük olan inovasyonun anlamı ise yeni
ve değişik bir şey yapmak, yenilenmedir. OECD’nin temel tanımında inovasyonun
amacının yapılan yenilenmelerin, buluşların ticari yarara dönüşmesi ve
pazarlanması şeklinde ifade edilmektedir. Daha çok bilim ve teknolojinin
ekonomik ve toplumsal yarar sağlamak için yenilenmesini anlatmak için kullanılan
inovasyonun özellikle eğitimde de kullanılması bana ilginç ve gereksiz gelmişti.
Bazıları beni eleştirebilir ama bu konu ilk gündeme geldiğinde de fikrimi aynı
şekilde ifade etmiştim. Sözcükleri anlamlarına göre kullanmak gerekir, dilimiz
bunun için yeterince zengindir ancak onlara farklı anlamlar yüklenecekse işte
bu da ayrı bir sanattır.
Birkaç yıl önce
üniversiteler bu söylemi ele aldılar ve birçok etkinlikle inovasyonu
parlattılar. Bu anlaşılabilir bir şeydi ama liseler ve ortaokullar da inovatif yaklaşımları
destekleyen yarışmalar, projeler derken tam iş çığırından çıkıyor,
anaokullarına da sıçrıyordu ki, birden bitti! Sanki hiç inovasyon konuşulmamıştı.
Bir ara fütürist (gelecekçi)
bakış açısı şöyle bir dillendirilse de çok tutmadı.
Son yıllarda ise en popüler
“ekosistemler” oldu. Sözcük, doğal
yaşamla ilgili konuları çağrıştırsa da anlam olarak; belirli bir alanda bulunan
canlılar ve bunları saran çevrenin karşılıklı ilişkileriyle meydana gelen ve
süreklilik gösteren ekolojik sistemi ifade etmektedir. Sözcüğün çok etkileyici
olduğu kesin. “Bilimsel” ve “sistematik”,
yani ezbere değil, belirli disiplinleri içeriyor, daha ne olsun?
Sistemleri o kadar seviyor
ve sahip çıkıyoruz ki dünyanın durumu da ortada! Ne ekoloji kaldı ne de sistem!
İnsanoğlu böyle devam
ederse, yaşayabilecek herhangi bir ortamı kalmayacak. Bencilliği yüzünden
sistematik olarak yaptığı en iyi şey yok etmek olduğundan en başarılı sistemi
de egosistem olacak.
18 Aralık 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder