Şu Lidyalılar bugün olsa
yine parayı ortaya çıkartma ve kullanma konusunda istekli olurlar mıydı acaba?
Bence olurlardı çünkü insan günlük yaşamını kolaylaştıran ya da daha doğru bir
deyişle kolaylaştırdığını düşündüğü şeyleri çok çabuk benimsiyor.
Ayranı yok içmeye,
tahtırevanla gider…
Yürüyerek gidebilecek yere
bile, arabayla giden biz değil miyiz?
Ah kapitalizm nelere
“kadirsin”. En inançlı ve iyi huylusunu bile azdırırsın!
Lidyalılar alışverişlerde
araç olsun istediler ama biz tadını kaçırdık ve “amaç” hâline getirdik. Parayı
eskiden olduğu gibi değerli metal olarak da bırakmadık. Kâğıt, çek, senet,
bono, tahvil ve kredi kartlarına dönüştürdük. Günlük yaşantımızı ne kadar
kolaylaştırdığı tartışılır ama binlerce yıldan beri kendimizi kaybederek hep
peşine düştük.
Nerdeyse her türlü inanç
sisteminde erdem, iyilik, doğruluk, adalet ve paylaşım gibi değerler savunulur
ve hatta söylemlerde mangalda kül de bırakılmaz. Ancak bunu düstur edinenlerin
yaşamlarına yakından bakmak gerekir. Yani bu söylemler nereden geliyor?
Mütevazı bir hayatın içinden mi yoksa sırça köşklerden, yatlar, katlar ve
saraylardan mı? Sıcak jakuzi içinde soğuk içeceğini yudumlarken ahkâm kesmek
marifet değil.
Yok, çok para insanı bozuyor,
bu kesin, fazlası akla zarar. Azdıkça azası geliyor insanın.
Eski Yunan döneminde
zenginlerin ve aristokratların gün boyu yan gelip yattıkları ve yiyip içtikleri
bilinir. Hatta yemeğe o kadar düşkünmüşler ki doyduklarında kendilerini zorla
kusturarak, tekrar yemek yerlermiş. Bunu bilmeyenlerin, “yuh artık” dediklerini
duyar gibi oluyorum ama durum buymuş. Şaşırmayın, ben artık insanların bu
sapkınlıklarına şaşırmıyorum. İnsanlardan gelen sürprizlerin milyonda biri
hayvanlardan gelmiyor!
Bir tarafta açlık, sefillik,
bebek ve çocuk ölümleri, yok olan canlı türleri diğer tarafta ise bundan bihaber,
şımarık ve aymaz insanlar! Bu durum günümüzün sorunu değildir, insanoğlu var
olduğundan beri süregelmektedir. Maddi olarak zengin olan, her şeye de sahip
olacağı algısı ile yaşar. Bu tür insanlar için para ile açılamayacak kapı da yoktur.
O, bedeni ile ruhunun tüm
ihtiyaçlarını satın alabileceğini düşünür. Peki, gerçekten alabilir mi? Mesela
sevgi… Sevgi satın alınabilir mi?
Belki… Ancak aldığını
sanmakla, gerçekten sahip olmak arasında kıyaslanamayacak fark olduğu kesindir.
O zaman çocuklarımıza maddi
kazançla duygusal kazancın ne olduğunu iyi anlatmak gerekir. Onlara, verdiğimiz
sevginin karşılıksız olduğunu ve onların da sevgilerini karşılıksız vermelerini
öğretmeliyiz. Sevgi için para değil, samimiyet ve sorumluluk gerektiğinin
altını çizmeliyiz.
Nasıl yapmalı, nasıl
anlatmalı? Elbette belirli bir reçete yok ama öneri var.
Eğitimde sıkça kullanılan
ödül ve ceza uygulamaları ile sevginin arasında çok ince bir çizgi olduğu
unutulmamalıdır. Çocuğunuzu seviyor olmanız, onun her davranışını
onaylayacağınız anlamına gelmez, gelmemeli. Sevdiğiniz için çocuğunuza ceza
vermemek ya da ödülün değerini yitirtecek şekilde ve her istediğinde
ödüllendirmek uygun değildir.
Eğitimde bireyin kendisine
değil, davranışlarına odaklanmak ve doğru ile yanlışı ayırt etmek gerekir.
Özellikle sevgi göstergesi olarak paranın gücünün kullanılması ekilecek en kötü
tohumlardan biri olacaktır. Ebeveynler, çocuklarını ihmal ettikleri noktalarda veya
kontrolü kaybettiklerinde sevginin arkasına sığınarak açıklarını para ile
kapatma yoluna gidebilmektedir. Bu durumda, çocuklarda sevginin de herhangi bir
meta gibi satın alınabileceği algısı oluşmaya başlar.
Konuyu hemen hemen herkesin
bir şekilde dâhil olduğu evcil hayvan sevgisi bağlamında örnekleyebiliriz.
Sanırım çoğu kişi yaşamlarının bir kısmında hayvan beslemiş veya buna
yeltenmiştir. Sahip olmak için ilk akla gelen yol ise bir dükkândan, güncel
adıyla “pet shop”tan satın almaktır.
En kolay yol. Ver parayı,
seç seç al!
Özellikle de en şirini, en
küçüğünü… O zavallı yavrucaklardan civciv olarak alınanların tavuk, çoğunlukla
da horoz olacağı dikkate alınmaz, ördek yavrusunun da büyüyeceği hiç düşünülmez
mi ki? Ne o, küçük beyimiz ya da hanımefendimiz öyle istemiş…
Singapur kaplumbağaları
vardır, herkes bilir. Çok küçücükken satılır. Hemen hemen her ailenin evine
girmiştir. Plastik ağaç süsleri ile tropik bir ada görüntüsü verilmiş küçücük
bir tas içerisinde başlayan kaplumbağanın sorunları o büyüdükçe büyür. O büyür,
kap da büyür ama bir yere kadar, en sonunda kaplumbağa 10 cm’yi bulmadan bir
gölete atılarak macera sona erdirilir. Kaplumbağa için artık “survivor” macerası
başlamıştır.
Tüm evcil hayvanlar için
makûs talih değişmez. Küçük kalacağı düşünülen ya da hiç düşünülmeden satın
alınan hayvanlar büyür, hastalanır ve ilgi ister. Çocukların bu büyük
sorumluluğu sonuna kadar alıp alamayacağından emin olmak gerekir. Hayvanların
doğal ortamlarında bulunmalarının daha doğru olacağı veya ona sunulacak
şartların doğal ortamlarını aratmayacak şekilde olması gerektiği söylenmelidir.
Diyelim ki ciddi anlamda bu
sorumluluğu istiyorsunuz o zaman para ile bir hayvan satın almak yerine
sokaklara terk edilmiş hayvanlara sahip çıkmalısınız. Gerçekten sevginizi
paylaşmak ve bunu çocuğunuza aşılamak istiyorsanız engelli hayvanları
sahiplenerek yaşamlarını sürdürmelerini sağlamalısınız.
Evcil hayvan satan dükkânlardan
para karşılığı alarak sonra terk etmenin yollarını arayacağınız bir hayvana vereceğiniz
tek şey sahte bir sevgi ile trajik bir son olacaktır.
Çocuklarımıza sevginin
satılık olmadığını öğretelim.
22 Aralık 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan