Hırsızlık, dünyanın en eski
“meslek”lerinden biridir. Meslektir çünkü bunu kendine iş edinmiş olanlar ve işinde uzmanlaşanlar
bulunmaktadır. İştir ama suçtur! Tüm dünyada suç olarak görülür ve “adi” suç
kapsamında değerlendirilir.
Sadece zenginlerden çalan Robin
Hood gibi tarihe geçmiş hırsızlar da vardır, buna hiç bakmayanlar da. Günümüzde
ziynet eşyası, elektronik eşya, otomobil, para, kredi kartı çalmak gibi
hırsızlık, alt uzmanlık dallarına ayrılmış ve artık bu işte de kariyer basamakları oluşmuştur. Ancak
özel birikim isteyen ve internet üzerinden yapılan hırsızlıklar, çok daha derin
bilgi gerektirir. Yeni trend budur. Telefonla dramatize edilen konularda
yapılan görüşmelerle hesaplara yatırtılan paralarla kimseye dokunmadan, bir
yere gitmeden, oturduğun yerden yapılan hırsızlıklar da son yıllarda ülkemizde
oldukça yayılmıştır.
Sanat
hırsızlıkları ise çok daha entelektüel birikim ve merak gerektirir. Sevinelim mi üzülelim mi
bilemiyorum ama sanat konusunda yeterince bilgi sahibi olunmadığı, toplumda
sanata ilgi düşük olduğu için bu konuda hırsızlıkta “gelişme”
gösterilememiştir. Ancak kültürel zenginliklerimizi çalarak özellikle yurt
dışına satan birileri her zaman olmuştur. Ne sattığını çok bilmeden, yurt
dışında bu konunun uzmanı hırsızlarla -ki bunların içerisinde sanat tarihi
konusunda uzman olanlar da bulunmaktadır- iş birliği içerisinde devasa
boyuttaki eserlerin bile çalınmasına vesile olmuştur.
Millet olarak henüz uyanmaya
başladığımız endemik bitkilerin
çalınarak yurt dışına satılması veya kaçırılması da yine yurt dışından
yönetilen süreçlerdir.
Bunların çoğu organize
olunan ve uzmanlaşılan profesyonel hırsızlıklardır. Peki, hırsızlığın küçüğü
büyüğü olur mu?
Şöyle bakalım, bize ait
olmayan bir ağaçtan meyve koparmayan var mıdır? Aman ne olacak canım alt tarafı bir meyve diye düşünerek bu
küçük bir “aşırma” olarak kabul edilir. Hatta herkesin aklına da dost
sohbetlerinde bir anı mutlaka gelir. Ancak teorik olarak bize ait olmayan ve sahipli
bir şeyi küçük olsun büyük olsun izinsiz almak ne demektir? Unutmayalım ki vicdanlar mutlaka rahatlatılmak ister ve insanlar onlara söyleyecek bir sözü hep
bulmuştur!
Çağımızda farkında olarak ya
da olmayarak bu tür aşırmalar çoğalmıştır. Özellikle bilgi ve emek hırsızlığının
yaygın olarak yapıldığını söyleyebiliriz. Ya bilerek; çünkü izinsiz alınmaması
yönünde not düşülmüş olan bilgiler izinsiz alınmaktadır ya da bilmeyerek; çünkü
kaynağı belli olmayan elden ele paylaşılan o kadar çok bilgi bulunmaktadır ki
kopyalayıp yapıştırarak aşırma sıkça
olmaktadır.
Şimdi bir daha bakalım,
binlerce yılda oluşturulan toplumsal ahlaki değerlerimize bile yüzde yüz sahip
çıkamamışken, konuyu hafifleterek küçük aşırmaların mübah olduğu fikrine
alışmanın ne büyük çöküş
yaratacağını kestirebilir miyiz?
Nasıl ki suyun içerisine
pislik karıştığında onu ayrıştırma şansınız olmadığı için içemezseniz,
ahlakınızı da az ya da çok, bilgi hırsızlığı dâhil bu tür kirliliklerden uzak
tutmalısınız.
Montaigne ne güzel söylemiş…
“Hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye
göre değişmez ki; ha altın çalmışsın, ha bir iğne.”
Bir toplumda insanlar
yaşamlarını sürdürürken kendi kontrollerini ne kadar sağlarlarsa güvenlik
güçlerine o kadar az gerek duyulacaktır. Ancak bir toplumda insanlar her şeyi
yapmayı, almayı, kullanmayı kendilerine hak görürlerse, o ülkeyi ordularla bile
“kendilerinden” koruyamazsınız. Bu nedenledir ki medeni ülke olmak için uğraşmak, binlerce yılda oluşmuş toplumsal
değerleri korumak ve tartışmaya açmamak
gerekir.
Ne olacakmış?
Bir kereden bir şey olmaz.
Bu kadardan zarar gelmez.
Kimse görmez.
Kimse anlamaz.
Kimse fark etmez.
Herkes yapıyor!
Eminim sizlerin de aklına
birçok benzer söz geçmiştir. Ahlaki
kirlenmenin azı çoğu olmaz. Geleceğimize sahip çıkmak istiyorsak önce
evrensel değerlere dikkat etmek ve sahip çıkmak zorundayız.
Mevlana bundan 800 yıl önce ne
de güzel söylemiş ki üstüne söz yok:
Hiçbir
zaman diyemem; “Hırsızlık edip, alçal!”
Ama derim; “Çalarsan nal çalma, lâl çal.”
20 Mart 2015 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder