Çocukken içinizi yakıp
kavuran neydi hatırlıyor musunuz? Peki, onu nasıl kaybettiğinizi biliyor
musunuz?
Yormayın kendinizi, ben
söyleyeyim: Doğuştan sahip olduğumuz ve sonrasında yitirdiğimiz masumiyetimiz
ve merakımız. Anne, baba, akraba, arkadaş, dost ve komşuların desteğiyle ve
eğitimcilerin de “iyi niyetli katkılarıyla” ve el birliğiyle yaşam boyu masumiyet
ve merakımız ortadan kaldırılır.
Ama, mama desek de nafile,
fazla merak akla ziyan kabul edilir. Maazallah, başına iş açmak gibi
tehlikelerini de barındırdığı için sürüden
ayrılmamak lazımdır. Öğüt budur…
Şaka gibi… Atasözü bile var.
“Sürüden ayrılanı kurt kaparmış.” Hayır, sürüde kalsan da kasap kesiyor ama
ondan söz eden yok! Buradan çıkan mesaj, koyun ol, sürüye katıl, herkes ne
yapıyorsa sen de onu yap, iş çıkartma! Ne mesaj ama… Bu önerinin birilerinin
işine geldiği kesin ama böyle yetişen bir milletten ne hayır gelir? İşte onu
tartışmak lazım.
İnsanoğlu sahip olduklarına
merakı sayesinde kavuşmuştur. Elbette bu sürekli olmamış, çoğu zaman merakına
ket vurulmuş, bu isteği örselenmiştir. Özellikle dogmatik anlayışta merak, hep şüphe
ile karşılanır. “Sen düşünme, verilenlerle
yetinmeyi bil ve itaat et!” Yönetenler için en ideal insan tipi; şüphelenmeyen,
merak etmeyen ve sorgulamadan kabul eden değil midir?
Bilimsel düşüncenin özünde
merak, araştırma ve deney vardır. Bazıları tarafından kabul edilmek istenmese
de gelişim sadece bilimsel düşünce
yapısı ile mümkündür. Bilimsel düşünce yapısına sahip olanlar aynı zamanda
cesur olurlar ve denemekten korkmazlar!
Nobel ödül sahibi Marie
Curie, radyoaktiviteyi bulmak için yaptığı deneyler sonucu, aşırı dozda
radyasyona maruz kaldığı için kanser olup hayatını kaybetti. Bu nedenle ona “bilim için ölen kadın” denildi.
Bugün kendini bilime adamış
ve hayatını hiçe sayan Batılı bilim insanlarına hayranlık duyarken, bizim
coğrafyamızdaki bilim insanlarımızı da unutmamak gerekir. 1633 yılında barut
haznesi bulunan basit bir hava roketi ile ilk
kez havalanmayı başaran Lagarî Hasan Çelebi’nin cesaretini bugün kim
gösterebilir?
Hezârfen Ahmed Çelebi 1632
yılında, kuş kanatlarına benzer bir düzenekle, Galata Kulesi’nden aşağıya kendisini bırakmasına neden olan şey, içindeki
o müthiş merakı değil miydi?
Bugün PISA sınavındaki
başarı sıralaması nedeniyle Finlandiya ile Türk eğitim sistemini
karşılaştıranlar elma ile armudu karşılaştırdıklarını biliyorlar mı?
Yine soru çok ama samimi
yanıt yok.
İnsan
hayatı, büyük bir puzzle
resimdir ama bütüne bakan pek yoktur. Önce puzzle parçaları tek tek imal
edilir sonra da bu parçalardan bir resim yaratılmaya çalışılır. Birbirine
uymayan parçaları birleştirmeye uğraşırken de koca bir ömür geçer gider… Oysa
arada bir resmin bütününe dikkat etmek yeterlidir ama bize resmin bütününe
bakmak hiç öğretilmez. Görmek için
bakmak, bakmak için de merak
gerekir.
Biz de merak ediyoruz ama
nasıl yapıldığından çok, nasıl kullanıldığını ve en kolaydan nasıl sahip
olacağımızı... Birkaç yaratıcı insanın dışında moda ve tekstil konusundaki
merakımız, İtalya ve Fransa’dan yeni modelleri nasıl aşırırız değil midir?
Eloğlu nasıl özgün bir çalışma yaratabilirim diye düşünürken, biz nasıl en özgün çalışmayı bedavaya buluruz telaşına düşüyoruz.
Merakımız halk olarak bilmem
ne dizisinde olacaklar, evlenme programları, spor ve magazinden ibaret; kim
kimi yenmiş, kim kime ne demiş, kimin eli kimin cebinde... Bunlardan söz
etmiyorum ben... Olanaklarımızın neler olduğunu, bunları nasıl korumamız, nasıl
geliştirmemiz gerektiğini, üretmek için nelere dikkat edeceğimizi, dünyada
neler olup bittiğini ve tüm bu soruların yanıtlarını ararken de değerlerimizi
nasıl koruyacağımızı merak etmekten
söz ediyorum.
Birçok değeri, kültürü ve
yılların birikimini çarçur ettiğimiz o kadar çok örneğimiz var ki… İşte
bunlardan biri: Belediye Kanunu değişince Hereke Belediyesi kapatılmış. Kim
duymuş? Belki birkaç kişi. Ama emin olun, Çinliler duymuş. Hatta hiç vakit
yitirmeden “Hereke Sanayi Bölgesi” kurmuş ve dünya halı piyasasını da ele
geçirmişler, halı etiketlerine “Made in
Hereke” yazmaya başlamışlar bile.
Halı ve kilimleri ile ünlü
Hereke’mize bile sahip çıkamadık. Hayat böyle işte kimi elindekini çöp yapar, kimi de çöpe değer katar!
Uyusun
da büyüsün ninni!
Bir yandan kültürümüzü,
değerlerimizi kaybederken diğer yandan da ne kadar beceriksiz olduğumuz,
sınavlarda başarısız olduğumuz, zaten matematik zekâmızın gelişmediği
içselleştirilmeye çalışılıyor, ne acı! Fakat bu ülkenin pek çok genci
tüm olumsuz koşullara rağmen üstün başarı göstererek, bugün, dünyanın dört bir yanında büyük projelere imza atmaktadır.
9. yüzyılda Abdülhamîd İbni
Türk, Battani, Harîzmi, 12. yüzyılda Ömer Hayyam, 15. yüzyılda Ali Kuşçu, 20. yüzyılda
Cahit Arf ve onlarca bilim insanımız, zamanlarında matematik, geometri,
astronomi ve diğer pozitif bilimlerde Batı’ya ışık olmuşlardır. Onları buna yönelten, bilime olan saygıları, düşünce yapıları ve meraklarıydı.
Bu
topraklar; okuyan, soran, sorgulayan, bilimsel temellerde düşünerek inanmadıkları şeylere karşı çıkan, deneyen, meraklı ve cesur insanlara her
zaman sahip olmuş ve olmaya devam etmelidir!
20 Şubat 2015 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder