Zamanı harcarken bonkör
davrandığımız kadar hiçbir konuda cömert değilizdir. Hiç tanımadığımız biri ile
5 dakikamızı harcamanın lafı bile olmaz… Ancak kimi durumlarda ise bir 5 dakikamız
daha olması için belki bir servet bile vermeye hazırızdır.
Sahip olduğumuz sürece
yaşamın herkese eşit sunduğu tek şey
belki de zamandır. Her insanın zaman
mekân algısı farklı olduğu için anı da değişik şekillerde yaşar. Oysa en
basitinden yaşam bir sayaç olarak
düşünülecek olursa ve doğumdan başlayarak geriye doğru hiç durmadan azaldığı düşünülürse ne kadar değerli
olduğu daha iyi anlaşılmış olacaktır. Elbette bu paranoya ile ve sürekli bunu
düşünerek bir yaşam geçirilemez ama zaman, en etkin, görece olarak en verimli
ve en anlamlı şekilde yönetilebilir.
Zamanın her yaş için farklı
şeyler ifade ettiği kesindir. Bir ergen
için zamanı sorgulamak diye bir şey yoktur. Onun ayakları yere basmadığı için
anında dünyanın etrafında bir tur atıp gelebileceğini düşünerek zamanı geçirir.
20-30’lu
yaşlar yavaş yavaş yaşamla yüzleşilmeye başlanılan ve sorumluluk alınan
yıllardır ancak zamanın varlığı hâlen
sorgulanmaz. Bedenin verdiği enerjinin sürekli devam edeceği düşünüldüğünden
olsa gerek gündelik hırslar, beklentiler, zevkler bu yaşların gözdesi olur.
40’lı
yaşlar sorumlulukların arttığı, gidenin geri gelmediğinin anlaşıldığı, hayatın
hiç de düşünüldüğü gibi olmadığı, insanların ne denli bencil oldukları gibi
sorgulamaların başladığı yıllardır. Anı yaşamanın ne demek olduğu anlaşılmıştır
ancak “anlar” tükenmeye başlamıştır. Yaşam o kadar rutin hâle gelmiştir ki
başka türlüsü düşünülemez. En önemlisi cesaret kalmamış, “delilik” tükenmiştir.
50-60’lı
yaşlar olgunluk dönemidir. Sorgulamalar sonunda bazı kararlar verilmiş, hem
sorumluluklar hem de zamanı en etkin kullanma derdine düşülmüştür. Bu arada
elbette 20-30’lu yaşların enerjisi yoktur. Yani isteseniz de yapamazsınız!
Oturduğunuz yerden ve çok enerji harcamadan en verimli zamanı geçirmeyi
düşünmeye başladığınız yıllardır.
70-80’li
yaşlar hücrelerin artık sizi terk
etmeye başladığı veya çoğalmak için nazlandığı dönemdir. Zaman en kıymetli
servet olmuştur ama bu sefer de sağlık sorunlarını düşünerek “zamanı harcamaya”
başlamışsınızdır.
İnsanların çoğu gürül gürül
akan bir çeşmeden ne kana kana su içmiştir ne de yüzüne bir avuç su çarpmıştır.
Zamanı boşa geçirmek, her zaman su akacak gibi düşünüp susuz kalmaya benziyor…
Bir yudum suya hasret ve keşkelerle
doldurulmuş bir yaşam…
Zaman böyle bir şeydir işte…
Kimi, neden söz edildiğini bile anlamaz, farkında bile değildir. Kimi
farkındadır ama bulamaz, kimi bulur ama yaşayamaz.
Einstein’ın görelilik
(izafiyet) teorisine göre zaman da bir boyuttur, hatta bükülebilir. Einstein
öyle şeyler söylemiştir ki fizikçilerin de kafasını allak bullak etmiştir. Işık hızında iseniz zamanı durduruyor, ışık hızının ötesine geçerseniz de geri gidiyorsunuz!
Giden var mı? Daha doğrusu geri dönen
var mı? Henüz yok. Bence dönmeyelim de çünkü bugünle baş edemeyen bizler
için zamanda yolculuk mümkün değil.
Geçmişi şimdilik bir kenara
bırakırsak bugünü nasıl kurtaracağımıza bir göz atalım derim.
“Boş durmaktansa boş çalışmak iyidir.” derdi babam. Her anlamda
insanı üretime yönelten bir
söylemdir bu. Bazılarının dinlenme anlayışı miskinlik yapmak, bazılarının ise
rutin dışında işlerle uğraşmak olsa da sonuçta kimse kimseye karışmaz. Çünkü
zaman size aittir ve nasıl isterseniz o şekilde “tüketirsiniz”!
Tüm eğitim hayatım boyunca
en çok “sızlanan ve söylenen” insanların zaman yönetimi konusunda zayıf
olduğunu gözlemledim. Başarılı insanlar, her şeye zaman bulurken başarısız
insanların sürekli söylendiklerini, sorumluluklarını ertelediklerini, hep bir
kısa yol aradıklarını gördüm. İnsan hayatında kısa yollar da var ama bunları
ararken resmin bütünü görülmez.
Zaman nasıl mı yönetilir?
Önceliklerin
belirlenmesi, planlama, odaklanma,
enerjinin tasarruflu kullanılması, üretim/etkinlik, değerlendirme ve paylaşım/sosyalleşme.
Unutmayın ki yaşam boyu sizi
kimse zaman yönetimi konusunda zorlamayacak ama yönetemediğiniz, sizin yaşamınız olacak.
Sayaç geriye doğru
çalışıyor! Tik tak, tik tak, tik tak…
17 Şubat 2015 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder