Teknoloji ilerledikçe ve
alışkanlıklar değiştikçe, öğretim yöntemleri de son zamanlarda sıklıkla
sorgulanmaya başladı. Bir şekilde öğretim süreçlerine dâhil olan insanların
neredeyse tamamı geleceğin öğretmeni kim olacak ve yöntemler neler olacak,
sorularının yanıtını arıyor. Aslına bakacak olursanız, hummalı bu aramanın
sonucunda sanırım herkes basit bir
reçete peşinde ama maalesef böyle bir reçete yok!
Keşke o kadar basit olsa…
Yüz yıl önceki deneyimlere
sahip insanların hayal gücüyle geleceğin modelini kurgulamak neredeyse imkânsız
görünüyor. Elbette bu çaba “takdire şayan” ama hepsi o kadar.
Sınava bağlı bir öğretim
sisteminin peşinde koşup,
öğrencilerin ve öğretmenlerin yaratıcılıklarını
el birliğiyle yok ettikten sonra
gelecekten söz etmek son derece ironiktir. Üstelik gelecekle ilgili
araştırmalar yapılırken hiçbir sürece öğrenci ve öğretmenin dâhil edilmemesi de
ayrıca tartışılması gereken bir konudur.
Şair
bildiği şiiri okur başka bir deyişle herkes bildiği şarkıyı söyler.
Yani gelenekçi bir yaklaşımla ve öğretmen
merkezli bir öğretim modeliyle yetişmiş bir öğrencinin hayata nasıl
bakacağı çoktan belirlenmiş olur. Üstelik bu öğrencinin 8 yılda 400 sınava, 12
yıl sonunda 600 sınava, yükseköğrenimi de katarsanız 16 yıl sonunda 800 sınava
girdiğini ve tüm bu sınavların dışında ayrıca, TEOG, YGS, LYS, TOEFL gibi
sınavlarla bunların denemelerine de girdiklerini düşünecek olursak nasıl bir
insan yetiştiğini daha net görürüz.
Soruyu tekrar soralım: Ömrü
boyunca yaklaşık 1000 sınava giren
birinin yaratıcı olması nasıl sağlanır?
Gelecekle ilgili bir öngörü
isteniyorsa, bazen önce bilinenlerin unutulması gerekir! Sınırlandırılmış bir
düşünce yapısı ve mevcut deneyimlerle hiç olmayan bir model yaratmak samanlıkta
iğne aramak gibidir.
Bir yandan geçmişe özlem
duyarak diğer yandan geleceği inşa etmek mümkün değildir. Bugün yaşanan çoğu
şeye katlanamayan bir insanın geleceği düşlemesini nasıl beklersiniz?
Önce samimi olmak lazım!
Gelecekten korkmamak, dijital dünyanın “kâhinleri” ile uzlaşmak ve umutlu olmak gerekiyor. Şu an için yaşanan hızlı
gelişime ayak uydurmakta güçlük çeken eğitim öğretim sistemlerinde, öncelikler de doğru saptanmalıdır.
Unutmayalım ki günümüzde öğretim, sınıfların dışına çoktan çıkmış durumdadır.
Önce bunu doğru anlamak ve süreçleri yeniden tanımlamak gerekir.
Paralel
evren gibi yaşananla yaşatılmak istenen asla örtüşmüyor.
Sınıfın içinde aktarılan neredeyse “kuru bilgiler”, yaşamla asla
ilişkilendirilmeden geçilmektedir.
Geleceğin öğretmeni?..
Cesur olmalı, bilimsel düşünce yapısını ve metodolojiyi bilmeli, doğru şeyleri okumalı, öğrenmeye meraklı olmalı ki bu heyecanını aktarabilsin. Çok şey bilmekten öte
nerelerden, nasıl ve ne için öğrenileceğiyle ilgili alternatifli fikir sahibi
olmalıdır.
Geleceğin öğretmeni,
öğrencisi ile birlikte öğrenmeye
hazır ve yaratıcı olmalıdır.
Bugünkü eğitim öğretim
sistemi ile geleceğin öğretmenini aramak, zeytinyağı ile suyun karıştırılmaya
çalışılmasına benziyor! Maddenin yapısına aykırı!
Başka sorular geliyor
aklıma…
Gelecek derken ne kadar
sonrası kastediliyor? Ayrıca geleceğin öğretmeni ile yüzleşmeye hazır mıyız?
Şu an için belki de elimizde
olan “geleceğin öğretmenlerini” fark ediyor muyuz?
Bu karşılaşma için yeterince
cesur ve kararlı mıyız?
Bu süreçleri yönetecek
klasik “idareciler” dışında lider olabilecek donanım ve yaratıcılığa sahip
yetişmiş veya buna hazır eğitimcilerimiz var mı?
Geleceğin öğretmenini
istiyor “-muş” gibi yapmayalım. Hatta bunun için hiç paniğe kapılmayalım.
Birden yüz yıl sonrasına atlamak yerine, mevcut düzendeki aksaklıkları
gidermeye çalışmak ve bebek adımları ile ilerlemekte yarar var. Eğitim sistemindeki
sorunlarımız giderek artarken, üstelik neredeyse imkânsız bir “gelecek” hayal
edip “bir kara delik” içinde
kaybolmak da var. Aman dikkat!
14 Şubat 2015 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder