Mağaralardan çıktıktan sonra
bir daha iflah olmadı insanoğlu.
Taşı yonttu, madene şekil verdi, doğaya hükmetmeye başladı derken Allah da yürü
kulum dedi, yürüdü gitti.
Ancak Adem ile Havva’dan
beri hep dertliydi insanoğlu. Kaçamak
yapayım, dedi, dert... Cennetten kovuldu dert... Kıyafet bulamadı, incir yaprağına sarıldı dert...
Önceleri başını sokacak bir
yer için göbek atarken sonra evlere de sığmadı, saraylara taşındı o da olmadı,
olamadı... Dert, hep dert…
Nüfus arttıkça artmış, hiçbir
zaman da ne komşularıyla barışabilmişti ne kendiyle. Tarih boyunca durumu hiç
değişmedi. İlk çağdan başlayarak iyice dolmuştu. İçini dökmek için önce
kayaları kazıdı, sonra kilden tabletlere yazdı. Parşömen pahalıydı ama kıydı
paraya, ona da yazdı içinden geçenleri, papirüse de…
Her şey şu Çinlilerin
başının altından çıkıyor ya hadi neyse… Onlar kâğıdı bulduktan sonra işler iyice
değişti. Bir de yazdıklarını çoğaltmayı başarınca tut tutabilirsen insanoğlunu,
uçtu gitti. Ne var ki dertleri hiç azalmadı, o geliştikçe dertler de gelişti.
Öyle kolay kurtulamazdı bu
lanetten, bir kere ısırmıştı elmayı
ve bir elmanın bedelini tüm torunlar ödemek zorunda kalacak hatta ayvayı da yiyecekti,
bundan kurtuluş yoktu.
Önce özü olan çamurdan “kurtuldu”
ve her yeri taşlarla döşedi, asfaltla kapladı. Artık ayakları çamura
bulaşmıyordu ama özünü de her geçen gün unutuyordu. Rahata eriştim artık karbon
yakıtla ısınırız derken bu sefer de tüm dünyayı ısıtmıştı. Ateşin üstündeki
kazanın içerisinde oturup kendi ateşine odun atmaktan farksızdı durum ama bunu
bile hiç anlayamadı.
Gel zaman, git zaman, Orta Çağ,
Yeni Çağ, Yakın Çağ derken, Fransız ihtilali, sanayi devrimi ile kendini artık
tutamıyor, uçtukça uçuyordu. Bilgi çağında ise teknolojik gelişimlere artık
kendi de yetişemiyordu. Olan olmuş, önüne konan her şeyi tüketmeye başlamıştı
artık. Torunlardan bazıları, bir elmadan böyle obur bir yaratığa nasıl
dönüştüğünü düşünse de bunu aklından bile geçirmeyenlerin sayısı çoktu.
Ama devir değişmiş, hiç
vakti kalmamıştı! Artık yeni derdi zamanın içinde zamansızlık olmuştu. Ne taşı yontmaya ne doğayı izlemeye ne eş dost
ziyaretlerine ne ona ne de buna vakit yoktu ama Allah’tan tablet ve akıllı
telefonlar vardı. Ve belki de elmayı ilk ısırdığından beri de hiç bu kadar
mutlu olmamıştı. Dünyayı Google Earth ile geziyor, oturduğu eve zoom yaparak
keşif yapmışçasına keyifleniyordu. Beş dakikada sosyal medyada profil oluşturup
hiç olmadığı kadar “arkadaş” ediniyor, ne bulursa paylaşıyor, beğeniyor
beğeniliyordu. Aman ya Rabbi’m, ne büyük kolaylıktı bu!
İşte böyle, şimdilerde her
şey insanoğlunun bir tık uzağında... İşler de tıkırında anlayacağınız.
Tık bankadan havale, tık
çocuğun notlarını öğren, tık fotoğraf paylaş, tık iş için araştırma yap, tık hah
bir de şu yardım isteğini paylaş. Müthiş…
Graham Bell, bugünleri görse
telefonu yine de icat eder miydi, bilemiyorum ama haberleşmek için çıktığımız yolu
da yine abarttık sanırım. Konuşmak bile fazla gelmeye başladı, artık mesajlaşıyoruz,
hem de aynı anda kaç kişiyle. Ne söyleyeceksen ortaya yaz, tıkla.
İnternetten mezar ziyareti
yaparak, bir tıkla dua okunmasını sağlayan günleri de gördük ya, “şükürler”
olsun!
İnsanoğlu için tık o kadar
önem kazandı ki ..çına don alamayanlar bile tıklamak için en iyisinden
teknolojiye sahip oluyor.
Tek tıkla herkes filozof,
şair, siyasetçi, öğretmen, ebeveyn, hayvan dostu ve arkadaş oldu! Bir yandan
böyle ama diğer yandan binlerce ağaç kesilirken tık yok! Çocuklar, kadınlar öldürülürken tık yok!
Yayılmacı ülkeler, savaşlar çıkartıp yeni düzenler kurulmaya çalışırken, barış
söylemleriyle silah satarken, sürekli de “ateşe odun” atarken tık yok!
Böyle giderse son tıkı kimin yapacağını biliyorum. Haydi,
hayırlı tıklamalar.
8 Mart 2015 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder