Yaşam herkese aynı
olanakları sunmaz. Kimi varlıkla
kimi de yoklukla doğar. Hayata
gözlerini açan herkes aynı yere baksa da aynı şeyleri görmez. Çünkü görmek için sadece bakmak yetmez. Görmek;
akıl ister, yürek ister, tutku ister.
Aklını, yüreğini ve
tutkusunu ortaya koyan; bir taş parçasını bir esere, sadece bakmakla yetinen
ise paha biçilmez bir eseri taş parçasına dönüştürebilir.
Okullarda sadece sınavlara
hazırlık yapılırsa ve öğrencilere neden öğrenmeleri gerektiği, öğrenilenleri
günlük yaşamla nasıl ilişkilendirecekleri ve elbette bunu nasıl yapacakları
anlatılmazsa belki de daha doğru bir deyişle anlatılamazsa eğitim öğretimin ne anlamı vardır?
Sadece sınav başarılarına
odaklanmış öğrenci, dört seçenekten her zaman en doğru olanını yanıtlayabilir
ama yaşam için bu yeterli değildir. Hayat
ancak yapılan hatalarla öğrenilebilecek bir serüvendir. Onu, sadece okutarak öğretemezsiniz, yaşatmak da gerekir!
Akademik başarının yanında
çoğu zaman görmezden gelinen veya nasıl olsa ileride alışır diye ikinci hatta
üçüncü plana atılan sosyalleşme belki de en yaşamsal beceridir. Okul öncesi
birinci planda yer alan sosyalleşme, çocuklar okula başladıktan sonra her yıl
daha gerilere itilerek önemini yitirir. Ebeveynler, akademik başarı
halledildikten sonra nasıl olsa “paket olarak bunu bir yerden satın alarak”
çocuklarına kazandıracaklarını düşünüyor olmalılar. Oysa bu büyük bir
yanılgıdır ve sonuçları bütün bir ömrü etkileyecektir.
Deneyimle sabittir ki,
topluluk önünde etkili konuşma becerisi, dinleme ve not alma alışkanlığı ve öz güven
okullarda kazanılır. Elbette bu özelliklerin daha sonra edinilebileceği düşünülebilir
ancak en etkili ve kalıcı edinimler, okul yıllarında başlayarak
geliştirilenlerdir.
“Günaydın.”
“İyi akşamlar.” “Kolay gelsin.” “Nasılsınız?”
En temel selamlaşma ve
sosyal davranış sözcüklerini bile insanlar birbirinden esirgemekteler. Oysa bu
tamamen medeni ve beklendik bir davranıştır. Okul yıllarında başlayan davranışların
alışkanlıklara, daha sonra da karaktere dönüşeceği
unutulmamalıdır.
Okulun sunduğu tüm
olanakları öğrenerek keşfeden bir öğrencinin yeteneklerini geliştirmek için
bunları kullanmak istemesi, bunun için girişimde bulunması hatta diğer
öğrencileri organize etmesi, onun bu davranışı hayatının kalan bölümünde de
yapabileceğinin göstergesidir. Yani tüm olanaklar öğrencilere sunulmuşken bazı
öğrenciler bu olanaklardan kendilerine yeni alanlar yaratırken diğerleri sadece
okula gelip giderek öğrenim yaşantılarını sıradan hâle getirirler.
İşte, okul hayatını rutin
yaşayan öğrenciler normal hayatlarında da genel olarak yaratıcılıktan uzak ve
mevcut duruma ayak uydurmaya çalışırlar. Bu tip insanların hiç yeterli
zamanları da olmaz. Sürekli yakınarak ortamlarını ve şartlarını eleştirirler.
Zaman yönetimini okul yıllarında bile beceremeyenler bu gruptandır. İşin ilginç
tarafı bunun akademik başarıyla da çok ilgili olmadığıdır. Bu, tamamen duygusal
zekânın kullanımı ve sosyal becerilerle ilgilidir.
“Aslında şu olsa ne biçim
şeyler yaparım.” gibi ahkâm kesmeler de elbette işin cabasıdır. Bunun için
amiyane deyimle “Oynamak istiyorum ama yerim dar.” sözü boşuna söylenmemiştir.
Hayat, insanların sürekli
meraklı oluşlarına ve üretme isteklerine bağlı olarak, onların yeni alanlar
yaratmalarına olanak tanır veya sahip olduklarını, kullanamayanların elinden
alarak başkalarına fırsat tanır.
Bu anlamda çocukların
heyecanı körüklenmeli, merakı arttırılmalı, doğru ve çok soru sormaları teşvik
edilmelidir.
Yaşam insanlığa sunulmuş bir
nimet olsa da sarılıp yatan da vardır,
poşete koyup atan da...
Konuyla ilgili kısa bir
hikâye…
Büyük
bir şirkette insan kaynakları direktörü olarak görev yapan birisine, bir
arkadaşı, yakın bir dostlarının işe alınması için ricacı olur. Direktör,
şirkette boş bir pozisyon olmamasına rağmen bu ricayı geri çeviremez ve onu işe
alır.
İşe
alınan yeni elemana, şirketin girişinde bir sandalyede oturması ve giren çıkanı
takip etmesi söylenerek bir iş uydurulur.
İlk
birkaç gün öylece oturan yeni eleman, elindeki kâğıt kalemle giren çıkanları
önce kadın, erkek olarak tasnif eder, sonra da yaşlarına göre istatistik
tutmaya başlar. Bu çalışma cansiperane şekilde günlerce devam eder ve sonuçlar
sürekli direktöre iletilir.
Eleman,
bir ay sonra iyice biriken belgelerin bilgisayara aktarılması için bir bilgisayar
ve masa talep eder. Eleman, yaptığı işi o kadar ciddiye alarak yapmaktadır ve
detaylıdır ki, bu isteği kabul görür. Kendisine bir masa ve bilgisayar tahsis
edilir.
Artık
gelip gidenlerle ilgili kayıtlar bilgisayara işlenirken, kişilerin ne amaçla
geldikleri, beklentileri gibi detaylar da sorulmaya ve kayıt altına alınmaya
başlanır. Elbette hazırladığı raporları da sunmaya devam eden yeni elemanın bu
performansı direktörün ve diğer çalışanların dikkatinden kaçmaz.
Yaklaşık
iki ay sonra, yeni kriterlere göre düzenlediği diğer raporları ekleyen yeni elemanın
iş yükünün her geçen gün arttığı da gözlerden kaçmamaktadır. Bir gün kendisine
bir yardımcı alınırsa çok daha hızlı bir şekilde sonuç alabileceğini
söylediğinde bu çok makul karşılanır ve bir de yardımcı görevlendirilir.
Artık
yeni eleman, yardımcısı ile birlikte müthiş raporlar sunmaya başlamıştır.
Şirkete gelen kişilerin cinsiyetleri, yaşları, geliş amaçları, hangi departmana
geldikleri, kiminle görüştükleri, ne yanıt aldıkları, memnuniyetleri,
memnuniyetsizlikleri ve daha birçok sorunun yanıtı da alınmaya başlamıştır.
Eleman
bir yıl boyunca bu şekilde gece gündüz süren yoğun bir çalışma temposu çalışır
ve bir gün direktöre; gece geç vakite kadar çalıştığından evine gidebilmek için
taşıt bulamadığını söyleyerek şirket araçlarından birini alıp alamayacağını sorar.
Direktör, onun bu azmine yakından şahit olduğu için bir araç tahsis
edebileceğini söyler. Ancak bir sorun daha vardır. Ehliyeti olmadığından
kendisine bir de şoför görevlendirilir.
Şirketin
patronu bir sabah işe geldiğinde, binanın önüne şirket araçlarından birinin
yanaştığını ve şoförün tanımadığı birinin kapısını açtığını görür. Odasına
geçtikten sonra tanımadığı bu kişinin kim olduğunu öğrenir ve insan kaynakları
direktörünü çağırarak ondan yeni elemanın şirketteki hikâyesini dinler.
Patron
bir süre düşündükten sonra direktöre dönerek, yeni elemanın insan kaynakları
direktörü olarak görevlendirilmesini ve kendisine ihtiyaç kalmadığı için de
muhasebeye uğrayarak hesabını kestirmesini söyler.
Kıssadan hisse… Herkes kendi
alanını yaratır ya da daraltır.
30 Ocak 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder