1739 sayılı Millî Eğitim
Temel Kanunu ilkeler bölümünde belirtilen maddeler şunlardır:
- Genellik ve eşitlik
- Ferdin ve toplumun ihtiyaçları
- Yöneltme
- Eğitim hakkı
- Fırsat ve imkân eşitliği
- Süreklilik
- Atatürk İnkılap ve İlkeleri ve Atatürk Milliyetçiliği
- Demokrasi eğitimi
- Laiklik
- Bilimsellik
- Planlılık
- Karma eğitim
- Eğitim kampüsleri ve okul ile ailenin iş birliği
- Her yerde eğitim
Bu
ilkeler saptanırken, üzerlerinde oldukça detaylı düşünüldüğü kesindir. Her biri
için saatlerce konuşulup tartışılabilir ancak eğitime başlamak için öncelikle
bu hakkı elde edip edememeye ve fırsat bulup bulamamaya bakmak gerekir.
Kanun,
bu topraklarda yaşayan insanlar için eğitimi “hak” olarak görmüştür. Ayrıca bu
hak herkese eşit olarak sunulacaktır.
Genç
Cumhuriyetimiz tarafından 1924 yılında kabul edilen 430 sayılı kanunla eğitim
kurumlarının tümü Maarif Vekâleti (Millî Eğitim Bakanlığı) çatısı altında
toplanmıştı. Tekke ve zaviyeler kapatılarak harf devrimi de gerçekleştirildi.
Ülke,
iyice yıpranmış, genç ve az sayıdaki insanını da savaşlarda yitirmişti. Ancak
bu kanunla birlikte eğitimde büyük bir seferberlik başlatılmış, okuma yazma
oranı %10’dan yukarı çıkartılmıştı. Üstelik yüzlerce yıldan beri dizleri
üzerinde eğitim alan çocuklar artık sıralarda oturacak ve daha medeni şekilde
eğitilecekti. Neresinden bakarsanız bakın, karanlıktan aydınlığa geçişti bu.
Kendi kaderine terk edilmiş Anadolu insanı artık gerçek eğitimciler ile
tanışıyordu.
Halk,
bir çift yırtık çarığını ve ahırındaki hayvanını da son savaşta kaybetmiş ancak
özgürlüğünü ve azmini yitirmemişti. Bu inançlı insanlar, son bir gayretle okullarını
inşa etmiş, modern Türkiye’yi yaratmak için omuz omuza vermişti.
1940
yılında açılan eğitim enstitüleriyle aydınlanma isteğinin ne kadar samimi bir
irade olduğu ortaya konulmuştu. Öğrenilenlerin yaşamla örtüştürüldüğü bu
modelde, binlerce insan eğitim alarak ulusun gelişiminde görevler üstendi.
Bu
sistemde yetişen bilim insanı, sanatçı ve akademisyenlerimize yeterince sahip
çıkamadığımız gibi bir süre sonra enstitüleri de kapattık.
Tevhîd-i
Tedrisat Kanunu ile eğitimde aydınlanma dönemi yaşanmış ve demokratik temeller
üstünde yükselen ülke topraklarında, çağdaş bir anlayışla bakanlık düzeyinde
organize olunmuştu. Köylüsünden kentlisine ayrıştırma olmadan herkes eğitim
adına kucaklanmış, cehalet karanlık mabedine hapsedilmişti.
1970
yılında Millî Eğitim Kanunu ile eğitim öğretim faaliyetleri için daha detaylı
ilkeler belirlendi. Ancak özellikle eğitim hakkı ve fırsat eşitliği saptanmış
olmasına rağmen istenen seviyeye ulaşılamadı. Ülkenin yönetim anlayışları,
dünyadaki gelişmeler ve özellikle kapitalizmin ağır baskısına yenik düşen
hükümetlerin eğitim politikaları sonucu millî eğitim bütçeleri yeterli olmamış,
planlar sürekli değiştirilmiş ve çoğu zaman sistem söylemli “sistemsizlik”
içinde boğuşulmuştu.
Görevi
üstlenen, bir öncekinin yaptıklarını beğenmeden değişikliklere giderek popülist
yaklaşımlarla siyasi idarenin “eli” her zaman eğitim işlerinin üzerinde veya
içinde oldu.
Her
şeye rağmen “en kıymetli varlığımız çocuklarımız” söyleminden hiç vazgeçilmedi.
Ancak eğitimle ilgili sonuçlar onlarca yıl sonra ortaya çıkacağından olmalı,
büyük bir “cesaretle” sistemler üzerinde oynamak da hak olarak görüldü.
Vebali
çok büyük bir “hak”!
Ulusal
eğitim politikaları çoğu zaman siyasi iradenin beklentileri ve hedeflerine göre
belirlenmiş, böylece her hükümet değişikliğiyle de istikrardan uzaklaşılmıştı.
Ülke
yokluk içindeyken sağlanan fırsat eşitliği, zenginlik ve refah arttıkça maalesef
aynı oranda sağlanamamıştı.
1959
yılında başlayan Avrupa Birliği üyesi olma sevdamız, 1987, 1999 ve 2005
yıllarında alevlendi. 2005 yılında başlayan Avrupa Birliği müzakerelerinde
özellikle müktesebat başlıklarının içerisinde yer alan eğitimle ilgili
kriterlerin karşılanması için Türk Millî Eğitim Sistemi’ndeki düzenlemeler de
artçı depremler gibi hissedildi.
8
yıllık, sonrasında da 12 yıllık kesintisiz öğretim ile Avrupa normlarını yakalamak
hedeflenmişti ancak ülke gerçekleri ve şartları yine unutulmuştu!
Henüz
8 yıllık kesintisiz eğitimin sorunları çözülmemişken nasıl olur da 12 yıllık
kesintisiz öğretime başlanabilirdi? Önemli olan niyetti ve sorunu aşmak için
tekrar AB kriterlerine bakıldı!
Avrupa
Birliği Eğitim Politikaları’nda bulunan “açık lise” kavramı, 8. sınıftan sonra
isteyeni açık liseye yönlendiriyordu. Oh, rahat bir nefes alınmış, bir yükten
daha kurtulunmuş ve bir fasıl daha kapatılmıştı.
Bir
ülkede çocuk işçiler hatta çocuk gelinlerin varlığından söz ediliyorsa,
zihinsel engelliler, otistikler evlerine mahkûm edilmişse, kentlere sunulan
olanaklar kasabalara sunulamıyor ve köylere hiç uğramıyorsa, fakir, zenginin
elindeki eğitim olanaklarını hayal bile edemiyorsa, karma eğitimin kaldırılması
tartışmaya açılmışsa, eğitim sistemindeki hangi “haktan”, “fırsattan” ve
“eşitlikten” bahsedebiliriz?
19 Ocak 2015 - www.egitimajansi.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder