31 Ağustos 2015 Pazartesi

Motivasyonu sağlamak için nelere dikkat edilmeli?




Sorumluluk duygusu ve/veya zorunluluklar canlıları yapmak istemedikleri işlere de mecbur kılar. Seçme şansınız yoksa rutinlerinizi bir şekilde ve görece olarak da başarıyla sonuçlandırırsınız.

Hayatı boyunca mecbur olduğu için aynı işi yapan biri olmak zordur ama bu, imkânsız değildir. O kişi için gerekli motivasyon, çalışma zorunluluğu olması ve elbette yaptığı işi batırmamasıdır. 

Demek ki zorunluluklar ve sorumluluklar da insan için “motivasyon” unsurudur. Gerçi ortalama bir bilinç düzeyi oluşmamışsa bu da zor ama…

Fransızlar “isteklendirme” için motivasyon (motivation) demişler. Özellikle eğitimciler ve sporcuların sıklıkla kullandığı sözcük dilimize de öyle bir yerleşmiş ki koparabilene aşk olsun. Peki, motivasyon sağlanır mı ve sağlanırsa nasıl sağlanır? 

Keşke bunun için tek bir reçete olsa da kolayca halledebilsek ama maalesef yok. Her çözüm için ortama, eldeki olanaklara ve motive edilecek kişinin yapısına dikkatlice bakmak gerekir.
Herhangi bir konuda motivasyon üst seviyede bile olsa ortam uygun değilse başarının sağlanması güç olacaktır. Örneğin, çalışma isteği sağlanmış bir öğrenci için televizyon, evdeki gürültü, bilgisayar, telefon gibi caydırıcı ve dikkat dağıtıcı unsurlar odaklanmayı zorlaştıracağı veya sürekli kesintilere neden olacağından başarıyı da düşürecektir. Demek ki tek başına olumlu düşünceler yeterli değildir. Uygun ortamın da mutlaka sağlanmış olması gerekir.

Motivasyonu çok düşük ve çalışma alışkanlığı olmayan biri için ise her şeye yeni baştan başlanması gerekir. Karar, birlikte alınmalı ve uygulamaya öyle geçilmelidir. Önce ortamın sürekli uygun olması sağlanmalı sonra da prosedür belirlenerek, sınırlar kırmızı çizgilerle çizilmeli ve bunlardan taviz verilmemelidir. Bu anlamda kişi kendi sorumluluklarını sağlayana ve kendi kendini motive edene kadar kararlı olmakta yarar vardır. 

Motivasyon bir fitili ateşlemek gibidir, ateşledikten hemen sonra geri çekilmek gerekir. Fitile sürekli ateş tutamazsınız; buna ne kibrit dayanır ne de fitil!

Ayrıca motivasyonu neyle sağlayacağınızla ilgili olarak da doğru karar vermek gerekir. Maddi değeri olan şeyler kısa süreli motivasyon için kullanılsa da özellikle öğrenciler için önerilemeyecek veya çok dikkatli kullanılması gereken bir araçtır. Sürekli hediyelerle motivasyon sağlanmaya çalışılırsa tüm disiplinler bozulabileceği gibi kalıcı sorumsuzluklara da yol açılır.

Her insan takdir edilmek ve yüreklendirilmek ister. Beğenilmek, onay almak hatta ödül almak yetişkinler için de motive olmaları bakımından büyük önem taşır. Fakat bu anlamda çocuklarla yetişkinler arasında farklar vardır. 

Ödül verilecekse, sorumluluklarını yerine getirene değil, çoğunlukla sorumluluklarının üstünde çalışanlara ödül verilmelidir. Motivasyon sağlama adına görevini yapanlara ödül vermek ise “incelik ister”. Bu iş hayatında böyle olduğu gibi çocukların eğitiminde de aynı inceliği gerektirdiği gibi daha fazla önem taşır. 

Aman bu bıçak sırtı ayrıma dikkat!

Elbette küçük hoşluklar ve jestler her zaman olumlu izler bırakacaktır ve olmalıdır da. Ancak bunun da tadını kaçırmamak lâzım!

Maddi beklenti yaratmak özellikle eğitimde bir süre sonra anlamını yitirir ve motive etmez! 

Şu ana kadar pozitif motivasyon ve koşulların oluşturduğu olumsuz motivasyondan söz ettim. Bunların dışında özellikle sporda bazı çalıştırıcı ve antrenörlerin kullandıkları ters motivasyon tekniği de vardır ki bu neredeyse tüm toplum tarafından sıklıkla ve çoğu zaman orantısız olarak kullanılmaktadır. Sporcuyu ateşlemek için ona “başarılı olamadığı, beceremediği” yönünde ters sözler söylenerek hırslanması beklenir. Kimi zaman etkili olan bu yöntem gündelik hayatta çok da verimli olmaz. Özellikle okul çağındaki çocuklara ve gençlere yapamıyorsun, beceremiyorsun demekle öğrenciler çoğu zaman hırslanmaz, üstelik demotive olurlar. 

Eğitimde bebek adımlarıyla ve olumlu değerlendirmelerle yol almak gerekir.

İnsanın bir işi başarmayı istemesi önemlidir. Bu anlamda, istek azme, azim tutkuya,  tutku da başarıya dönüşür. Kişinin kendini tanımasına, yeteneklerini keşfetmesine, sınırlarını öğrenmesine ve belirlemesine, zayıf ve güçlü yanlarını görmesine yardımcı olmak en önemli motivasyondur. 

Motivasyonun uzun süreli olması isteniyorsa kişinin içine tutku yerleştirilmelidir, istek içten değil cepten geçiyorsa çabuk söner.



6 Şubat 2015 - www.egitimajansi.com




Ömer Orhan

28 Ağustos 2015 Cuma

Bir delinin güncesinden…




Ne zamandan beri hayattayım, bilmiyorum. Aslına bakarsınız yaşıyor muyum, yaşamıyor muyum onu da bilemiyorum. Ancak herkesin benim gibi yaşamadığını iyi biliyorum. Bence bir sakıncası yok ama onlara göre deliyim.

Eskiden çok okurdum ama sonra birileri kitapları toplattı. Neden diye sorduğumda sakıncalı dediler. Okumanın ne sakıncası vardı anlayamadım. Sordum. Sen anlamazsın, delisin, dediler. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, yönetenler değişmişti, bu sefer farklı görüştekiler kitapları toplattığında yine sordum neden diye, sen anlamazsın, dediler. Yahu bırakın okuyayım da belki “anlarım” dedim, dinlemediler.

Bir gün çöpe atılmış bir poşet içinde liseye ait ders kitapları gördüm, aldım. Günlerce okudum ama bir sürü karmaşık şey vardı ve çoğunu anlamadım. Ben anlamıyorum ama belki gençler anlıyordur diye onlara bu kitapları neden okuyorsunuz diye sordum. Bilmiyoruz, okumamızı istiyorlar dediler. Neden dedim, cevap veremediler. Mahallenin en saygı duyulanlarına sordum, “Gençler neyi neden okuduklarını bilmiyorlar.” dedim. Sen anlamazsın, dediler.

Her sabah okula giden çocukları izledim. En küçükler koşa koşa gülerek eğlenerek giderken yaşları büyüdükçe suratlarının asık ve mutsuz olduklarını gördüm. Hayırdır, çocuklar büyüdükçe neden mutsuz oluyorlar, okul korkunç bir yer mi diye sordum, sen anlamazsın, dediler.

Uzun yaz gecelerinde içinde huzur bulduğum, her türlü meyve ağaçları ile kaplı bir bahçe vardı mahallemizde. Bir gün koca koca gürültülü makinelerle yerle bir ederek tüm ağaçları yok ettiler ve yerlerine binalar diktiler. Ağaçlar artık meyve vermeyecek miydi, neden kestiniz diye sordum. Sen anlamazsın, dediler.

Günler geçti mahalle kalabalıklaştı. Her gün fırına giderek bolca ekmek alanlar, ertesi gün poşetlere koydukları ekmekleri çöpe attılar. Sabahın erken saatlerinde işe gidip çalışanların kazançlarını çöpe atmalarını anlamadım. Ben de çöpe atılan ve henüz bozulmamış yiyecekleri aldım ve sokaktaki hayvanlara dağıttım. Delidir ne yapsa yeridir, dediler.

Bir gün yanıma mahallenin gençlerinden biri yanaştı ve bana, bir kıza âşık olduğunu söyledi. Uzun ve karmaşık cümlelerle bir şeyler anlattı. Bunları bana neden anlattığını da anlamadım ama aylar sonra bir gün onun sevdiği kızla evlendiğini gördüm. Birkaç ay sonra da sokak ortasında kavgalarına şahit oldum. Bu nasıl bir sevgi ve aşktı anlamadım. Sorduğumda da sen anlamazsın, dediler.

Şimdilerde sorularımı bir yerlere not etmeye başladım. Nasıl olsa kitapları çöpe attıklarına ve yaktıklarına göre değersizdir, benim için de bir kitap basarlar diye düşündüm hatta kitabın adını bile bulmuştum: “Akıllıların dünyasında delice sorular” Çok güldüler ve sen delisin, dediler.

Uzun zamandan beri anlamaya çalıştım ama ne ben onları anladım ne de onlar beni anladılar. 

Ne anlamak ne de anlaşılmak için bir ümidim yok artık. Ne kadar daha yaşayacağımı da bilmediğim için “sadece ve sade yaşamaya” devam edeceğim.

2 Şubat 2015 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan

27 Ağustos 2015 Perşembe

Herkes kendi alanını yaratır ya da daraltır.




Yaşam herkese aynı olanakları sunmaz. Kimi varlıkla kimi de yoklukla doğar. Hayata gözlerini açan herkes aynı yere baksa da aynı şeyleri görmez.  Çünkü görmek için sadece bakmak yetmez. Görmek; akıl ister, yürek ister, tutku ister.

Aklını, yüreğini ve tutkusunu ortaya koyan; bir taş parçasını bir esere, sadece bakmakla yetinen ise paha biçilmez bir eseri taş parçasına dönüştürebilir. 

Okullarda sadece sınavlara hazırlık yapılırsa ve öğrencilere neden öğrenmeleri gerektiği, öğrenilenleri günlük yaşamla nasıl ilişkilendirecekleri ve elbette bunu nasıl yapacakları anlatılmazsa belki de daha doğru bir deyişle anlatılamazsa eğitim öğretimin ne anlamı vardır? 

Sadece sınav başarılarına odaklanmış öğrenci, dört seçenekten her zaman en doğru olanını yanıtlayabilir ama yaşam için bu yeterli değildir. Hayat ancak yapılan hatalarla öğrenilebilecek bir serüvendir. Onu, sadece okutarak öğretemezsiniz, yaşatmak da gerekir!
Akademik başarının yanında çoğu zaman görmezden gelinen veya nasıl olsa ileride alışır diye ikinci hatta üçüncü plana atılan sosyalleşme belki de en yaşamsal beceridir. Okul öncesi birinci planda yer alan sosyalleşme, çocuklar okula başladıktan sonra her yıl daha gerilere itilerek önemini yitirir. Ebeveynler, akademik başarı halledildikten sonra nasıl olsa “paket olarak bunu bir yerden satın alarak” çocuklarına kazandıracaklarını düşünüyor olmalılar. Oysa bu büyük bir yanılgıdır ve sonuçları bütün bir ömrü etkileyecektir.

Deneyimle sabittir ki, topluluk önünde etkili konuşma becerisi, dinleme ve not alma alışkanlığı ve öz güven okullarda kazanılır. Elbette bu özelliklerin daha sonra edinilebileceği düşünülebilir ancak en etkili ve kalıcı edinimler, okul yıllarında başlayarak geliştirilenlerdir.

“Günaydın.” “İyi akşamlar.” “Kolay gelsin.” “Nasılsınız?”

En temel selamlaşma ve sosyal davranış sözcüklerini bile insanlar birbirinden esirgemekteler. Oysa bu tamamen medeni ve beklendik bir davranıştır. Okul yıllarında başlayan davranışların alışkanlıklara, daha sonra da karaktere dönüşeceği unutulmamalıdır. 

Okulun sunduğu tüm olanakları öğrenerek keşfeden bir öğrencinin yeteneklerini geliştirmek için bunları kullanmak istemesi, bunun için girişimde bulunması hatta diğer öğrencileri organize etmesi, onun bu davranışı hayatının kalan bölümünde de yapabileceğinin göstergesidir. Yani tüm olanaklar öğrencilere sunulmuşken bazı öğrenciler bu olanaklardan kendilerine yeni alanlar yaratırken diğerleri sadece okula gelip giderek öğrenim yaşantılarını sıradan hâle getirirler.

İşte, okul hayatını rutin yaşayan öğrenciler normal hayatlarında da genel olarak yaratıcılıktan uzak ve mevcut duruma ayak uydurmaya çalışırlar. Bu tip insanların hiç yeterli zamanları da olmaz. Sürekli yakınarak ortamlarını ve şartlarını eleştirirler. Zaman yönetimini okul yıllarında bile beceremeyenler bu gruptandır. İşin ilginç tarafı bunun akademik başarıyla da çok ilgili olmadığıdır. Bu, tamamen duygusal zekânın kullanımı ve sosyal becerilerle ilgilidir.

“Aslında şu olsa ne biçim şeyler yaparım.” gibi ahkâm kesmeler de elbette işin cabasıdır. Bunun için amiyane deyimle “Oynamak istiyorum ama yerim dar.” sözü boşuna söylenmemiştir.

Hayat, insanların sürekli meraklı oluşlarına ve üretme isteklerine bağlı olarak, onların yeni alanlar yaratmalarına olanak tanır veya sahip olduklarını, kullanamayanların elinden alarak başkalarına fırsat tanır.

Bu anlamda çocukların heyecanı körüklenmeli, merakı arttırılmalı, doğru ve çok soru sormaları teşvik edilmelidir.

Yaşam insanlığa sunulmuş bir nimet olsa da sarılıp yatan da vardır, poşete koyup atan da...

Konuyla ilgili kısa bir hikâye…

Büyük bir şirkette insan kaynakları direktörü olarak görev yapan birisine, bir arkadaşı, yakın bir dostlarının işe alınması için ricacı olur. Direktör, şirkette boş bir pozisyon olmamasına rağmen bu ricayı geri çeviremez ve onu işe alır.

İşe alınan yeni elemana, şirketin girişinde bir sandalyede oturması ve giren çıkanı takip etmesi söylenerek bir iş uydurulur. 

İlk birkaç gün öylece oturan yeni eleman, elindeki kâğıt kalemle giren çıkanları önce kadın, erkek olarak tasnif eder, sonra da yaşlarına göre istatistik tutmaya başlar. Bu çalışma cansiperane şekilde günlerce devam eder ve sonuçlar sürekli direktöre iletilir. 

Eleman, bir ay sonra iyice biriken belgelerin bilgisayara aktarılması için bir bilgisayar ve masa talep eder. Eleman, yaptığı işi o kadar ciddiye alarak yapmaktadır ve detaylıdır ki, bu isteği kabul görür. Kendisine bir masa ve bilgisayar tahsis edilir.

Artık gelip gidenlerle ilgili kayıtlar bilgisayara işlenirken, kişilerin ne amaçla geldikleri, beklentileri gibi detaylar da sorulmaya ve kayıt altına alınmaya başlanır. Elbette hazırladığı raporları da sunmaya devam eden yeni elemanın bu performansı direktörün ve diğer çalışanların dikkatinden kaçmaz.

Yaklaşık iki ay sonra, yeni kriterlere göre düzenlediği diğer raporları ekleyen yeni elemanın iş yükünün her geçen gün arttığı da gözlerden kaçmamaktadır. Bir gün kendisine bir yardımcı alınırsa çok daha hızlı bir şekilde sonuç alabileceğini söylediğinde bu çok makul karşılanır ve bir de yardımcı görevlendirilir.

Artık yeni eleman, yardımcısı ile birlikte müthiş raporlar sunmaya başlamıştır. Şirkete gelen kişilerin cinsiyetleri, yaşları, geliş amaçları, hangi departmana geldikleri, kiminle görüştükleri, ne yanıt aldıkları, memnuniyetleri, memnuniyetsizlikleri ve daha birçok sorunun yanıtı da alınmaya başlamıştır.

Eleman bir yıl boyunca bu şekilde gece gündüz süren yoğun bir çalışma temposu çalışır ve bir gün direktöre; gece geç vakite kadar çalıştığından evine gidebilmek için taşıt bulamadığını söyleyerek şirket araçlarından birini alıp alamayacağını sorar. Direktör, onun bu azmine yakından şahit olduğu için bir araç tahsis edebileceğini söyler. Ancak bir sorun daha vardır. Ehliyeti olmadığından kendisine bir de şoför görevlendirilir.

Şirketin patronu bir sabah işe geldiğinde, binanın önüne şirket araçlarından birinin yanaştığını ve şoförün tanımadığı birinin kapısını açtığını görür. Odasına geçtikten sonra tanımadığı bu kişinin kim olduğunu öğrenir ve insan kaynakları direktörünü çağırarak ondan yeni elemanın şirketteki hikâyesini dinler.

Patron bir süre düşündükten sonra direktöre dönerek, yeni elemanın insan kaynakları direktörü olarak görevlendirilmesini ve kendisine ihtiyaç kalmadığı için de muhasebeye uğrayarak hesabını kestirmesini söyler.

Kıssadan hisse… Herkes kendi alanını yaratır ya da daraltır.


30 Ocak 2014 - www.egitimajansi.com

Ömer Orhan