MÖ 3200-2000 yılları arasında Mezopotamya’da
yaşamış olan Sümerler, ilk kez astronomi ile ilgilenen medeniyet olmuştur.
Bununla birlikte birçok ilke imza atan Sümerler mitoloji, dil, matematik ve tıp
konularının dışında belki de uygarlığın en önemli ilkine de imza atmışlardır.
Bu öyle bir ilktir ki bizi biz yapmıştır. Sihir gibi bir şey, yazı! İlk defa da
kilden tabletlere yazmışlardır. Tablet!
Nereden nereye… İlk kez tablet kullanılışının
üzerinden 5000 yıl geçmiş ve bugün yine tablet konuşuyoruz. İnanılmaz bir şey!
Tarih hiç bu kadar tekerrür eder mi? Bu bir işaret olsa gerek! Tablet…
Gerçi tabletin hangi çamurdan yapılacağına
değil hangisinin yere düşünce kırılmayacağına takıldık ama dayanıklılık da
önemli tabii! Hele bu devirde oturup bir avuç topraktan bunu yapma şansımız da
yokken. Acaba o devirde bunu konuştular mı? Bence mutlaka konuşmuşlardır ama en
çok da tabletin üzerine ne yazacaklarına kafa yormuşlardır diye düşünüyorum!
İnsanlar tarafından ateşin ilk yakılışı MÖ 12.000
yıllarında, tekerleğin ilk defa dönmeye başlamasının ise MÖ 3200 yıllarında
olduğu düşünülüyor. Para harcamaya da MÖ 700 yıllarında başlamışız. Örnekleri
çoğaltmak mümkün ama yıllar arasındaki farka dikkat ettiniz mi? Bir de bugün
yaşanan değişim ve gelişimin hızını düşünün. Gün geçmiyor ki yeni bir buluş
olmasın.
Çok geçmişe gitmeden yakın tarihe bir göz
atalım. Siyah beyaz televizyonlardan sonra renkli televizyonların kullanıma
sunuluşu arasında on yıl mı var? Oda büyüklüğündeki bilgisayarlardan diz üstü
bilgisayarların ilk kullanımı arasında kaç yıl geçti? Ya daha sonraki süreçler?
Cep telefonları, bilgisayar özelliği olan diğer cihazlar, tabletler, sanal
klavyeler…
Baş döndürücü bir hız!
Bu hızlı gelişime paralel olarak o zaman
eğitim sistemleri çok doğru çalışıyor, hızlı gelişiyor diye düşünülebilir mi
acaba? Yani teknolojik gelişimin bu denli hızlı olmasının nedeni okullardaki
eğitimin niteliğinin yüksek olması mı sizce? Bence buna dikkatlice bakmak
lazım. Teknolojik olanaklar birbirini tetikleyen ve belirli bir ivme kazanmış
konular. Kabul etmekte güçlük çeksek de bugün beğenilmeyen, demode olan
tahtaların önünde gerçekleştirilen eğitimle bugüne gelinmedi mi? Bunu
unutmayalım! Tahtanın katkısı bir yana, bu gelişimi başaranlar meraklı, heyecanlı,
öğrenmeyi seven ve yaratıcı insanlardı.
Okullarda yaratıcılığı destekleyen programlar
varsa, neden Microsoft’un kurucusu Bill Gates Harvard Üniversitesini, Apple’ın
sahibi Steve Jobs, Reed Kolejini, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg Harvard
Üniversitesini, Dell Computer’ın sahibi Michael Dell Austin Texas Üniversitesini
terk etti. Örnekleri yakın tarihten seçtim ve çoğaltmak mümkün. İncelenmesi
gerek, çünkü ironik bir durum var ortada.
Fatih projesi ve buna bağlı dağıtılan tablet
bilgisayarlarla ilgili kamuoyunda ciddi söylemler oluştuğunu izliyoruz. Ayrıca,
devletin gerçekleştirdiği teknolojik atılımlar, özel okulları da yeni
arayışlara sürüklemiştir. Herkes diğerinin neler yaptığını anlamaya, bu gelişim
ve değişime nasıl ayak uyduracağını çözmeye çalışmaktadır.
Bu anlamda da samimiyete bakmakta yarar var.
Bir yandan teknoloji yatırımları yapılırken diğer yandan youtube gibi sitelere erişim kısıtlanarak, yasaklarla birlikte
gelişimin olması beklenmektedir. Tüm dünya internet üzerinden Khan Akademi gibi
sitelerde elindekini paylaşarak birlikte büyüme ve gelişmeyi amaçlarken
gerçekte ne istediğimize doğru karar vermemiz gerekmektedir.
Teknoloji pahalı bir şeydir ve sadece ona
sahip olmak anlamlı değildir. Son derece şık dersliklerin meydana getirilmesi
en kolay olanıdır. Peki, ya sonrası? Süreci planlayacak, eğitim içerikleri
geliştirecek ve en önemlisi bunları öğretim için yararlı bir araca kim
dönüştürecektir?
Keşke birkaç yüzyılımız daha olsaydı. Şöyle
sindire sindire teknolojiyi doğru kullanmayı öğrenseydik. Ama maalesef buna
zaman yok ve bu hızlı tüketim eğitimcilerde de ciddi bir paranoya yaratmaya
çoktan başladı.
Bu paranoyayı aşmak için son yıllarda peşi
sıra gerçekleştirilen sempozyumlarda, teknoloji birinci konudur. Ancak ne var
ki, konferanslarda konuşma yapanlar genelde aynı isimler olmakla birlikte,
sürekli birbirininkine benzer saptamalar ve yorumlar yapılmaktadır.
Katılımcılar da, sunum yapan kişileri ilgi ve dikkatle dinleyerek, en ucuzundan
bir reçete bulma telaşındadır.
Bu iyi niyetli ama maalesef çoğu zaman
yetersiz bir çabadır. Günümüzde, ağır müfredatlara uygun teknoloji bulmaya
uğraşırken, klasik anlayışlara makyaj yapılmaya çalışılmaktadır.
Hepimizi ilgilendiren bu konuyu etraflıca ve
bilimsel temellerde araştırarak sosyal ve eğitim psikolojisini de unutmadan bir
veya birkaç yol bulmak zorundayız. Biz bulamazsak, su gibi bu iş de kendini
yolunu bulacak ve bu yol bizlerin hoşuna gitmeyecektir. Ayrıca, birkaç nesil
kendi kendini yetiştirmek zorunda kalacak, bu sürecin sonunda tüm dijital
ekranları hazırlayan ve sunan şirketlerden başkası kazançlı çıkmayacaktır.
Okullarda yaratıcılığı geliştirmek ve yeni
yöntemleri denemek için yeterince vakit ayırmalı, pilot uygulamalar yapmalı,
deneyimleri paylaşmanın bir sistematiğini bulmalıyız. Öğrencilerin merakını ve
heyecanını doğru yönetebilmeli, teknolojinin okullara girişi ile birlikte
yaratıcılığın eğitim-öğretim üzerine odaklanmasını sağlamalıyız.
Okullarda teknolojik alt
yapıya sahip olduğunuz andan itibaren “aynı zamanda eskimiş de” olan bu
teknolojiyi en verimli şekilde kullanma isteği, son derece haklı bir istektir.
Yapılan yatırımın karşılığı da alınmalıdır. Ancak süreci yönetecek kişi/kişiler
kim/kimler olmalıdır? Özellikle öğretmenlerin eğitimini sağlayacak ve bunu
düzenli olarak sürdürecek birilerine ihtiyaç olduğu kesindir. Teknolojiye sahip
olduktan sonra kendi hâline bırakılan durumlarda neler yaşandığına hepimiz
tanık olmuşuzdur.
Projeksiyon makinesinin
kalibrasyonunu yapamayan, etkileşimli tahtaya mürekkepli tahta kalemleri ile
yazmayı tercih eden, araştırmanın/kurcalamanın programları bozacağı kaygısına
kapılan, sunum yapmak için sadece powerpoint kullanılacağını sanan, cd
okuyucusunun sürgüsünü kahve altlığı zennedenlerin var olduğunu biliyoruz.
Bununla birlikte aynı
ortamlarda, aldığı eğitim ve kişisel çabalarıyla, iyi birer program kullanıcısı
olan, kaynakları araştıran, değerli olanı ayrıştırabilen, işe yarar olanı
seçerek kullanan, kullandığı kaynağı açıklayarak etiğe de dikkat eden, ders
içerikleri geliştirebilen ve bunları paylaşanların var olduğunu da biliyoruz.
Teknolojiyi özümsemiş, bunun
sadece bir araç olduğunun bilincinde olan eğitimcilerle, bundan çok uzak
olanların çeşitliliği, bir okulda işleri zorlaştırmaktadır. Hızla eskiyen ve
oldukça pahalıya mal olan bu süreçlerin yönetilmesi için öğretmen eğitimlerinin
plan dâhilinde ve sürekli olması büyük önem taşımaktadır. Bu anlamda en akılcı
yol, eğitim fakültelerinde eğitimlerini tamamlamış olan bilişim teknolojileri
öğretmenlerine aktif roller verilmesidir.
Ülkemizde en büyük
sorunlardan birisi, ihtiyaca göre ve ihtiyaç oranında insan
yetiştirilmemesidir. Oysa gereksinimlerin doğru saptanması, yükseköğretim
programları ve kontenjanları belirlenirken bunun dikkate alınması, konuya
bütüncül yaklaşılması gerekir. Popülist yaklaşımlarla kontenjan artırımlarının
eğitimin kalitesini düşüreceği ve ileride yaratacağı sorunlar da göz ardı
edilemez.
Öğretmenlik her şeyden önce,
formasyon gerektirir. Bunun hafife alınması, birçok karışıklığı ve sorunu da beraberinde
getirmektedir. Üretilen, günlük her görece çözüm, gelecekte daha büyük
sorunlara da temel oluşturur.
Bu anlamda okullarda teknoloji
ile ilgili süreçlerin planlanması, eğitimlerin gerçekleştirilmesi ve
sürekliliğinin sağlanması için bu eğitimi alan ve gerçek öğretmenlik formasyonuna
sahip olanlara görev verilmesi uygun olacaktır.
Okullarda, teknoloji
kullanımı konusunda radikal uygulamalar yerine bilinçli hazırlanmış planlar ve
yönetilebilen süreçlere ihtiyaç vardır.
Unutmayalım, en son çıkan
tablete ve en “akıllı” tahtaya sahip olunca iş bitmiyor!
Eğitimde tablet kullanımı ve teknoloji
konusundaki çekinceler elbette anlaşılır bir şeydir. Ancak, bu değişim ve
gelişimin önünde durmak yerine, süreçlere dâhil olunmalıdır. Teknolojinin
gerektiğinde kullanılabileceğinin ve bununla birlikte bir kitabın sayfalarına
dokunmanın da insana ayrı bir haz vereceğinin öğrencilere hissettirilmesi
gerekir. Yani birini diğerine tercih etmenin gerekmediği bilinmeli, öncelikler
asla unutulmamalıdır.
Eğitim ve öğretimdeki öncelik okumaktır. İster
tabletten okunsun ister baskı kitaplardan, yeter ki doğru bilgiler içeren ve
düzgün bir dille yazılmış makaleler, yazılar okunsun.
Kitap sayfalarına dokunmadan, gazetenin
kokusunu içinize çekmeden rahat edemiyor olabilirsiniz, birçok kişi de sizin
gibi tercih ediyordur; ancak unutmayın ki çocuklarımızın çocukları belki de
kitapları sadece el yazması kitaplar gibi algılayarak müzelik olarak
görecekler. Bu gerçeği mutlaka bizler de görmeli, kabul etmeli ve süreçleri
doğru yönetmeliyiz. Bu anlamda baskı kitapların yerini alacak olan bilgi
kaynaklarının doğru bilgileri içerdiğinden, güvenilir olduğundan ve etiğe
dikkat ettiğinden emin olmalıyız.
Kara delik gibi her geçen gün kontrolsüz
büyüyen internet ortamında çocukların ve gençlerin neyi ve nereden doğru olarak
öğrenebileceklerini onlara öğretmemiz gerekecek! Elbette öncelikle, bunu
öğrenmemiz daha sonra ciddi bir alt yapı kurarak, veri tabanları oluşturmamız,
internetin güvenli olarak nasıl kullanılacağının altını çizmemiz; kısacası
bilgi okuryazarlığına dikkat çekmemiz çok önemli. Yoksa önüne gelen bir
internet sitesinde veya oluşturduğu bir blogda aklına geldiği gibi belki de
yalan yanlış şeyler yazarak insanlara servis etmeye devam edecek ve yine birçok
kişi bunları takip edecektir.
İnternetin hayatımıza girdiği ilk günden bugüne
dek bir kullanıcı olarak sanal gelişimi, gecekondu mahallelerinin oluşumuna
benzetiyorum. Plandan uzak, alt yapı sorunları olan ve güvenlik zaafları
bulunan mahalleler! Bu mahalleleri ve teknolojiyi yönetmek her geçen gün daha
büyük önem taşımaktadır.
Bundan önceki bölümlerde de dikkat çekildiği
gibi, teknoloji kullanımı konusunda sorgulanması gereken çok şey var. Amacımız,
teknolojiyi kullanmak adına sadece bir tablete sahip olmak olmamalı. Aslında her
şey bir tablete sahip olduktan sonra başlıyor! Bu arada, biz hangi tablet diye
düşünürken, tabletler eskidi ve yenileri piyasaya çıktı! Bu da ayrı bir konu…
O zaman tablet seçiminden çok;
Nasıl veri tabanı oluşturulacak?
Nasıl güvenli internet ortamı sağlanacak?
Bilgiye erişimde merak uyandıracak ders
içerikleri nasıl oluşturulacak ve sürekli güncelleme için hangi yollar
bulunacak?
Bu içerikler nasıl paylaşılacak?
Farklı öğrenme şekillerini kabul ederek
bunlara göre nasıl yöntemler geliştirilecek?
En önemlisi de öğretmenler bu sürece nasıl
dâhil edilecek?
Öğretmenleri kim ve nasıl eğitecek? Onlara ne
öğretilecek?
Sorulması gereken birçok soru ve verilmesi
gereken birçok yanıt var. Belki de doğru soruları sorarak, önceliklerimizi
saptayarak başlamakta yarar var.
Bugün, merak uyandırmak, isteği arttırmak ve
öğrencilerin önünde yer alarak, model olmak gerçekten zor. Öğretmenlerle
öğrenciler arasındaki durumu paralel evrenler gibi görüyorum. Öğrenciler bir
evrende, öğretmenlerse diğer bir evrende yaşıyor ve aralarındaki bağlantı
görece olarak yok denecek kadar az. Dr. Robin Hanson’ın dediği gibi paralel
evrenlerin arasında etkileşimin varlığını kabul ederek, bu bağlantıları bularak
geliştirmeyle başarılı olunabilir diye düşünüyorum. Öğretmenlerin yetiştiği
yıllara ve deneyimlerine bakarak bunun zor olduğu düşünülebilir ama imkânsız
değil! Çoktan seçmeli sorularla yapılan bir eğitim sistemi yerine öğrencilerin
farklılıklarını görmeye çalışacak bir anlayışla, öğrencileri de sürece dâhil
ederek yeniden öğreniyormuşçasına, aynı heyecan ve aynı istekle, birlikte
öğrenmeyi bilmek gerek.
Ezberi bozmak ve bildiklerini unutarak
yeniden başlamak! Eğitim, gelişime, değişime açık, cesur ve yürekli insanların
işi!
28 Mayıs 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer ORHAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder