27 Mayıs 2015 Çarşamba

Eğitimde klasik anlayışa makyaj!



MÖ 3200-2000 yılları arasında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler, ilk kez astronomi ile ilgilenen medeniyet olmuştur. Bununla birlikte birçok ilke imza atan Sümerler mitoloji, dil, matematik ve tıp konularının dışında belki de uygarlığın en önemli ilkine de imza atmışlardır. Bu öyle bir ilktir ki bizi biz yapmıştır. Sihir gibi bir şey, yazı! İlk defa da kilden tabletlere yazmışlardır. Tablet!

Nereden nereye… İlk kez tablet kullanılışının üzerinden 5000 yıl geçmiş ve bugün yine tablet konuşuyoruz. İnanılmaz bir şey! Tarih hiç bu kadar tekerrür eder mi? Bu bir işaret olsa gerek! Tablet…

Gerçi tabletin hangi çamurdan yapılacağına değil hangisinin yere düşünce kırılmayacağına takıldık ama dayanıklılık da önemli tabii! Hele bu devirde oturup bir avuç topraktan bunu yapma şansımız da yokken. Acaba o devirde bunu konuştular mı? Bence mutlaka konuşmuşlardır ama en çok da tabletin üzerine ne yazacaklarına kafa yormuşlardır diye düşünüyorum!

İnsanlar tarafından ateşin ilk yakılışı MÖ 12.000 yıllarında, tekerleğin ilk defa dönmeye başlamasının ise MÖ 3200 yıllarında olduğu düşünülüyor. Para harcamaya da MÖ 700 yıllarında başlamışız. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama yıllar arasındaki farka dikkat ettiniz mi? Bir de bugün yaşanan değişim ve gelişimin hızını düşünün. Gün geçmiyor ki yeni bir buluş olmasın.

Çok geçmişe gitmeden yakın tarihe bir göz atalım. Siyah beyaz televizyonlardan sonra renkli televizyonların kullanıma sunuluşu arasında on yıl mı var? Oda büyüklüğündeki bilgisayarlardan diz üstü bilgisayarların ilk kullanımı arasında kaç yıl geçti? Ya daha sonraki süreçler? Cep telefonları, bilgisayar özelliği olan diğer cihazlar, tabletler, sanal klavyeler…

Baş döndürücü bir hız!

Bu hızlı gelişime paralel olarak o zaman eğitim sistemleri çok doğru çalışıyor, hızlı gelişiyor diye düşünülebilir mi acaba? Yani teknolojik gelişimin bu denli hızlı olmasının nedeni okullardaki eğitimin niteliğinin yüksek olması mı sizce? Bence buna dikkatlice bakmak lazım. Teknolojik olanaklar birbirini tetikleyen ve belirli bir ivme kazanmış konular. Kabul etmekte güçlük çeksek de bugün beğenilmeyen, demode olan tahtaların önünde gerçekleştirilen eğitimle bugüne gelinmedi mi? Bunu unutmayalım! Tahtanın katkısı bir yana, bu gelişimi başaranlar meraklı, heyecanlı, öğrenmeyi seven ve yaratıcı insanlardı.

Okullarda yaratıcılığı destekleyen programlar varsa, neden Microsoft’un kurucusu Bill Gates Harvard Üniversitesini, Apple’ın sahibi Steve Jobs, Reed Kolejini, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg Harvard Üniversitesini, Dell Computer’ın sahibi Michael Dell Austin Texas Üniversitesini terk etti. Örnekleri yakın tarihten seçtim ve çoğaltmak mümkün. İncelenmesi gerek, çünkü ironik bir durum var ortada. 

Fatih projesi ve buna bağlı dağıtılan tablet bilgisayarlarla ilgili kamuoyunda ciddi söylemler oluştuğunu izliyoruz. Ayrıca, devletin gerçekleştirdiği teknolojik atılımlar, özel okulları da yeni arayışlara sürüklemiştir. Herkes diğerinin neler yaptığını anlamaya, bu gelişim ve değişime nasıl ayak uyduracağını çözmeye çalışmaktadır.

Bu anlamda da samimiyete bakmakta yarar var. Bir yandan teknoloji yatırımları yapılırken diğer yandan youtube gibi sitelere erişim kısıtlanarak, yasaklarla birlikte gelişimin olması beklenmektedir. Tüm dünya internet üzerinden Khan Akademi gibi sitelerde elindekini paylaşarak birlikte büyüme ve gelişmeyi amaçlarken gerçekte ne istediğimize doğru karar vermemiz gerekmektedir.

Teknoloji pahalı bir şeydir ve sadece ona sahip olmak anlamlı değildir. Son derece şık dersliklerin meydana getirilmesi en kolay olanıdır. Peki, ya sonrası? Süreci planlayacak, eğitim içerikleri geliştirecek ve en önemlisi bunları öğretim için yararlı bir araca kim dönüştürecektir?

Keşke birkaç yüzyılımız daha olsaydı. Şöyle sindire sindire teknolojiyi doğru kullanmayı öğrenseydik. Ama maalesef buna zaman yok ve bu hızlı tüketim eğitimcilerde de ciddi bir paranoya yaratmaya çoktan başladı.

Bu paranoyayı aşmak için son yıllarda peşi sıra gerçekleştirilen sempozyumlarda, teknoloji birinci konudur. Ancak ne var ki, konferanslarda konuşma yapanlar genelde aynı isimler olmakla birlikte, sürekli birbirininkine benzer saptamalar ve yorumlar yapılmaktadır. Katılımcılar da, sunum yapan kişileri ilgi ve dikkatle dinleyerek, en ucuzundan bir reçete bulma telaşındadır.

Bu iyi niyetli ama maalesef çoğu zaman yetersiz bir çabadır. Günümüzde, ağır müfredatlara uygun teknoloji bulmaya uğraşırken, klasik anlayışlara makyaj yapılmaya çalışılmaktadır.

Hepimizi ilgilendiren bu konuyu etraflıca ve bilimsel temellerde araştırarak sosyal ve eğitim psikolojisini de unutmadan bir veya birkaç yol bulmak zorundayız. Biz bulamazsak, su gibi bu iş de kendini yolunu bulacak ve bu yol bizlerin hoşuna gitmeyecektir. Ayrıca, birkaç nesil kendi kendini yetiştirmek zorunda kalacak, bu sürecin sonunda tüm dijital ekranları hazırlayan ve sunan şirketlerden başkası kazançlı çıkmayacaktır.

Okullarda yaratıcılığı geliştirmek ve yeni yöntemleri denemek için yeterince vakit ayırmalı, pilot uygulamalar yapmalı, deneyimleri paylaşmanın bir sistematiğini bulmalıyız. Öğrencilerin merakını ve heyecanını doğru yönetebilmeli, teknolojinin okullara girişi ile birlikte yaratıcılığın eğitim-öğretim üzerine odaklanmasını sağlamalıyız.
 

Okullarda teknolojik alt yapıya sahip olduğunuz andan itibaren “aynı zamanda eskimiş de” olan bu teknolojiyi en verimli şekilde kullanma isteği, son derece haklı bir istektir. Yapılan yatırımın karşılığı da alınmalıdır. Ancak süreci yönetecek kişi/kişiler kim/kimler olmalıdır? Özellikle öğretmenlerin eğitimini sağlayacak ve bunu düzenli olarak sürdürecek birilerine ihtiyaç olduğu kesindir. Teknolojiye sahip olduktan sonra kendi hâline bırakılan durumlarda neler yaşandığına hepimiz tanık olmuşuzdur.

Projeksiyon makinesinin kalibrasyonunu yapamayan, etkileşimli tahtaya mürekkepli tahta kalemleri ile yazmayı tercih eden, araştırmanın/kurcalamanın programları bozacağı kaygısına kapılan, sunum yapmak için sadece powerpoint kullanılacağını sanan, cd okuyucusunun sürgüsünü kahve altlığı zennedenlerin var olduğunu biliyoruz.

Bununla birlikte aynı ortamlarda, aldığı eğitim ve kişisel çabalarıyla, iyi birer program kullanıcısı olan, kaynakları araştıran, değerli olanı ayrıştırabilen, işe yarar olanı seçerek kullanan, kullandığı kaynağı açıklayarak etiğe de dikkat eden, ders içerikleri geliştirebilen ve bunları paylaşanların var olduğunu da biliyoruz. 

Teknolojiyi özümsemiş, bunun sadece bir araç olduğunun bilincinde olan eğitimcilerle, bundan çok uzak olanların çeşitliliği, bir okulda işleri zorlaştırmaktadır. Hızla eskiyen ve oldukça pahalıya mal olan bu süreçlerin yönetilmesi için öğretmen eğitimlerinin plan dâhilinde ve sürekli olması büyük önem taşımaktadır. Bu anlamda en akılcı yol, eğitim fakültelerinde eğitimlerini tamamlamış olan bilişim teknolojileri öğretmenlerine aktif roller verilmesidir.

Ülkemizde en büyük sorunlardan birisi, ihtiyaca göre ve ihtiyaç oranında insan yetiştirilmemesidir. Oysa gereksinimlerin doğru saptanması, yükseköğretim programları ve kontenjanları belirlenirken bunun dikkate alınması, konuya bütüncül yaklaşılması gerekir. Popülist yaklaşımlarla kontenjan artırımlarının eğitimin kalitesini düşüreceği ve ileride yaratacağı sorunlar da göz ardı edilemez.

Öğretmenlik her şeyden önce, formasyon gerektirir. Bunun hafife alınması, birçok karışıklığı ve sorunu da beraberinde getirmektedir. Üretilen, günlük her görece çözüm, gelecekte daha büyük sorunlara da temel oluşturur. 

Bu anlamda okullarda teknoloji ile ilgili süreçlerin planlanması, eğitimlerin gerçekleştirilmesi ve sürekliliğinin sağlanması için bu eğitimi alan ve gerçek öğretmenlik formasyonuna sahip olanlara görev verilmesi uygun olacaktır. 

Okullarda, teknoloji kullanımı konusunda radikal uygulamalar yerine bilinçli hazırlanmış planlar ve yönetilebilen süreçlere ihtiyaç vardır. 

Unutmayalım, en son çıkan tablete ve en “akıllı” tahtaya sahip olunca iş bitmiyor!

Eğitimde tablet kullanımı ve teknoloji konusundaki çekinceler elbette anlaşılır bir şeydir. Ancak, bu değişim ve gelişimin önünde durmak yerine, süreçlere dâhil olunmalıdır. Teknolojinin gerektiğinde kullanılabileceğinin ve bununla birlikte bir kitabın sayfalarına dokunmanın da insana ayrı bir haz vereceğinin öğrencilere hissettirilmesi gerekir. Yani birini diğerine tercih etmenin gerekmediği bilinmeli, öncelikler asla unutulmamalıdır.

Eğitim ve öğretimdeki öncelik okumaktır. İster tabletten okunsun ister baskı kitaplardan, yeter ki doğru bilgiler içeren ve düzgün bir dille yazılmış makaleler, yazılar okunsun.

Kitap sayfalarına dokunmadan, gazetenin kokusunu içinize çekmeden rahat edemiyor olabilirsiniz, birçok kişi de sizin gibi tercih ediyordur; ancak unutmayın ki çocuklarımızın çocukları belki de kitapları sadece el yazması kitaplar gibi algılayarak müzelik olarak görecekler. Bu gerçeği mutlaka bizler de görmeli, kabul etmeli ve süreçleri doğru yönetmeliyiz. Bu anlamda baskı kitapların yerini alacak olan bilgi kaynaklarının doğru bilgileri içerdiğinden, güvenilir olduğundan ve etiğe dikkat ettiğinden emin olmalıyız.

Kara delik gibi her geçen gün kontrolsüz büyüyen internet ortamında çocukların ve gençlerin neyi ve nereden doğru olarak öğrenebileceklerini onlara öğretmemiz gerekecek! Elbette öncelikle, bunu öğrenmemiz daha sonra ciddi bir alt yapı kurarak, veri tabanları oluşturmamız, internetin güvenli olarak nasıl kullanılacağının altını çizmemiz; kısacası bilgi okuryazarlığına dikkat çekmemiz çok önemli. Yoksa önüne gelen bir internet sitesinde veya oluşturduğu bir blogda aklına geldiği gibi belki de yalan yanlış şeyler yazarak insanlara servis etmeye devam edecek ve yine birçok kişi bunları takip edecektir.

İnternetin hayatımıza girdiği ilk günden bugüne dek bir kullanıcı olarak sanal gelişimi, gecekondu mahallelerinin oluşumuna benzetiyorum. Plandan uzak, alt yapı sorunları olan ve güvenlik zaafları bulunan mahalleler! Bu mahalleleri ve teknolojiyi yönetmek her geçen gün daha büyük önem taşımaktadır.

Bundan önceki bölümlerde de dikkat çekildiği gibi, teknoloji kullanımı konusunda sorgulanması gereken çok şey var. Amacımız, teknolojiyi kullanmak adına sadece bir tablete sahip olmak olmamalı. Aslında her şey bir tablete sahip olduktan sonra başlıyor! Bu arada, biz hangi tablet diye düşünürken, tabletler eskidi ve yenileri piyasaya çıktı! Bu da ayrı bir konu…

O zaman tablet seçiminden çok;
Nasıl veri tabanı oluşturulacak?
Nasıl güvenli internet ortamı sağlanacak?
Bilgiye erişimde merak uyandıracak ders içerikleri nasıl oluşturulacak ve sürekli güncelleme için hangi yollar bulunacak?
Bu içerikler nasıl paylaşılacak?
Farklı öğrenme şekillerini kabul ederek bunlara göre nasıl yöntemler geliştirilecek?
En önemlisi de öğretmenler bu sürece nasıl dâhil edilecek?
Öğretmenleri kim ve nasıl eğitecek? Onlara ne öğretilecek?
Sorulması gereken birçok soru ve verilmesi gereken birçok yanıt var. Belki de doğru soruları sorarak, önceliklerimizi saptayarak başlamakta yarar var.

Bugün, merak uyandırmak, isteği arttırmak ve öğrencilerin önünde yer alarak, model olmak gerçekten zor. Öğretmenlerle öğrenciler arasındaki durumu paralel evrenler gibi görüyorum. Öğrenciler bir evrende, öğretmenlerse diğer bir evrende yaşıyor ve aralarındaki bağlantı görece olarak yok denecek kadar az. Dr. Robin Hanson’ın dediği gibi paralel evrenlerin arasında etkileşimin varlığını kabul ederek, bu bağlantıları bularak geliştirmeyle başarılı olunabilir diye düşünüyorum. Öğretmenlerin yetiştiği yıllara ve deneyimlerine bakarak bunun zor olduğu düşünülebilir ama imkânsız değil! Çoktan seçmeli sorularla yapılan bir eğitim sistemi yerine öğrencilerin farklılıklarını görmeye çalışacak bir anlayışla, öğrencileri de sürece dâhil ederek yeniden öğreniyormuşçasına, aynı heyecan ve aynı istekle, birlikte öğrenmeyi bilmek gerek.

Ezberi bozmak ve bildiklerini unutarak yeniden başlamak! Eğitim, gelişime, değişime açık, cesur ve yürekli insanların işi!


28 Mayıs 2014 - www.egitimajansi.com

Ömer ORHAN


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder