İnsan, yönetmeyi sever. Küçük
olsun, büyük olsun, toplumun her alanında yönetim vardır. İki arkadaş arasında
bile karşımıza çıkabilen yönetim süreçleri ailelerde, okullarda, iş yerlerinde,
mahallelerde, şehirlerde, ülkelerde hatta günümüzde dünyanın tamamının
yönetilmesi anlamında bile söz konusudur. Süper güçler!
Yönetilenler, yönetenlerin
istekleri doğrultusunda ve onların izin verdikleri oranlarda, kurgulanmış bir
yaşam sürerler. Yaşadıkları bölge, yaşam koşulları, varlıkları, alışkanlıkları
ve kültürleri neredeyse tümünün üzerinde belirleyici olur ve kalıcı izler
bırakır. Birinin yaptığı, çoğu zaman diğerine enteresan gelir ve yapılan taklit
edilir. Farklı düşünenler ise genelde sorgulanır ve dışlanır.
Binlerce yıldan beri
eğitimde de benzer durumlar yaşanmış ve yaşanmaktadır. Modern toplumlarda daha çoğulcu,
katılımcı, bilimsel ve sorgulayıcı yöntemler tercih edilirken, az gelişmiş
toplumlarda nasıl bir insan modeli oluşturulmak isteniyorsa eğitim süreçleri bu
doğrultuda şekillendirilmiştir. Az gelişmiş toplumlarda daha kapalı,
merkeziyetçi ve sınırların dışına çıkılmasına izin verilmeyen sistemler benimsenmiştir.
Sunulanla yetinen, bunun dışında istekleri olmayan, kolay yönetilen ve “alışkanlıkları
ile yaşamayı seven” bir toplum! Kısacası “Alan razı, veren razı.” durumu.
İnsanoğlunun içinde, olasılıklara
karşı sürekli bir korku ve çekinme duygusu vardır veya oluşturulmuştur. Fazla
seçenek, karar vermeyi güçleştiren bir unsur olarak düşünülür. İnsan, herkes
nasıl davranıyorsa, ne yapıyorsa o da aynısını yaparak kendisini güvende
hisseder. Her yerde en kolay, en ucuz ve en şifalı reçeteyi arar ancak çoğu
zaman bulamaz.
Günümüzde eğitim sektörü de
neredeyse aynı durumdadır. Öğrencilerin birçok alanda hayal ederek başarılı
olması umulur. Herhangi bir tepeye tırmanmadan dağları öğrenmesi, yağmurda
ıslanmadan metrekareye düşen yağış miktarlarını bilmesi, buğday başağını eline
almadan tahıl ihracat durumunun istatistiğini anlaması, son teknoloji manyetik
levitasyon trenlerini neyin hareket ettirdiğini görmeden mıknatıs deneylerinden
sonuç çıkartması istenir.
Çocuklardan, ayrıştırılmamış
“kuru” bilgiyi öğrenmesi, ezberlemesi ve çoktan seçmeli sınavlarda da hatasız
işaretlemesi beklenir. İşin tuhaf tarafı da birçok öğrenci bunu başarır.
Elbette başarı buysa! Ancak başarılan; yeteneklerini keşfetmekten vazgeçen, neredeyse
hiç sosyalleşmeyen, sadece teorik olarak ezber yaparak senelerini buna harcayan,
dört seçenekten birini en kısa sürede doğru olarak işaretlemeyi tek hedef
olarak gören bir kitle yaratılmış olmasıdır. Oysa tüm sınavlar aslında bir
araçtır ve bu abartılmaması gereken bir iştir.
Amacından uzaklaşan, her
konuda olduğu gibi bu anlamda da eğitimin temel amacı sadece bir üst kuruma
öğrencinin yerleştirilmesi değildir. Bunun için hizmet veren kuruma
bakacak olursak bu işi ne ölçüde hedeflediğimiz de belli olmaktadır: “Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezi.” Yani seçip yerleştirdik mi işlem tamamdır!
Gerisi, Allah kerim! Hayır, amaç sadece eleştirmek değil yani ben de olsam
belki de aynı adı düşünürdüm. Ancak burada dikkat çekmeye çalıştığım nokta,
asıl amaçla araçların birbirinden ayrıştırılması gerekliliğidir.
Öğrencilerin bir üst kuruma
hazırlanmalarını sağlarken bu tempoyu gözünde büyüterek vazgeçen veya yalnızca
tek taraflı gören nesiller yetiştirmemeliyiz.
Bugün üretken, meraklı,
yaratıcı, öğrenmeyi seven, çevresinde olan bitene ilgi duyan, entelektüel,
mutlu ve iyi insanlar yetiştirmek istiyorsak amaç ve araçlarımızı ciddi anlamda
gözden geçirmeliyiz.
Günümüzde, eğitimde yaşanan
değişimlerle dershanelerin okula dönüşümleri ve sınavlara hazırlanmanın birinci
öncelik olmaya devam edeceği anlaşılmaktadır. Hatta bunun iyiden iyiye öne
çıkartılacağı da ortadadır. Zaten var olan ve daha da kuvvetlenecek algı, “sınavlara
hazırlanmak” gerektiği olacaktır. İnsanlara başka seçeneklerinin olmadığının
düşündürülmesi! Bu bir algı değil gerçeğimizdir diye düşündüğünüzün farkındayım
ancak “gerçeklik” birçok “yanılsama” ile doldurulmuştur. Resmin bütününün
görülmesi gerekir. Üzerinde konuşulan ve model üretilen; bir insanın hayatıdır.
Bunu asla unutmamak gerekir.
“Eğitim öğretim” derken önce
eğitim sonra öğretim kullanılmasının bir nedeni vardır ama maalesef bu zamanla
unutulmuştur. Öncelik eğitime verilmelidir. Çoğu zaman sözcükler anlamlarını
yitirirler. Bu nedenle eğitim ve öğretimin tanımlarına tekrar bakalım…
Türk Dil Kurumunun
tanımlamasına göre eğitim: Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında
yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine,
kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı
yardım etme, terbiye.
Öğretim: Öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri
düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi.
Şimdi yukarıda sözü
edilenleri, seçenekleri ve eğitim öğretimi hakkını vererek yapıp yapmadığımızı
tekrar düşünelim. Ne için, nelerden vazgeçildiğini görmeye çalışalım.
5 Haziran 2014 - www.egitimajansi.com
Ömer ORHAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder