Eğitim
sistemi ile ilgili çalışmalar, pirincin taşını ayıklamak gibi… Ne var ki bizim
pirinç biraz fazla taşlı ve ayıklamakla bitmiyor. O yüzden henüz pilava
geçemedik!
Bozuk
saat bile, günde bir kere doğruyu gösterirken yap-boz oyununa dönmüş bir
sistemin içinde debeleniyoruz.
Bir
şeyler yapmak için niyet olduğuna şüphe yok; ancak herkes bildiği türküyü
söylüyor. Bu işler de türkü söylemekle hallolmuyor.
Mesela
kâğıt üzerinde ve kocaman laflarla “değerler eğitimi veriyoruz” demekle değerler
gelişmiyor.
Değerlerimizde
ne vardı da geliştirilmeye ihtiyaç hissedildi? Eğitim sistemi değersizlikler üzerine mi kuruluydu da
bilmiyorduk! Allah korumuş! Demek ki şansa yetişmişiz…
Şansa
mansa ama yetişen yetişmiş, kendini yetiştirmiş. Aklını da, ruhunu da,
vicdanını da, değerlerini de geliştirmiş. Vatana ve millete hayırlı işler
yapmış. Ancak kimisi yaptığı onca işe rağmen beğenilmemiş, itilmiş, örselenmiş,
karalanmış, linç edilmiş. Çok değerli işler yapmış olmasına rağmen değersiz
görülmüş.
Neymiş
bu değer, nasıl bir şeymiş? Herkese göre farklı mıymış? Nasıl kazandırılırmış,
kim kazandırırmış? İleride “bozdurunca” para
eder miymiş?
Her
zaman en kolay şey ahkâm kesmek! Bilimden anlamayan bilimden, sanattan
anlamayan sanattan, ahlaklı olmayan da ahlaktan konuşabildiğine göre affınıza
sığınarak bunca yıllık eğitimle ilgilenen bir insan olarak ben de biraz “keseyim”…
Bunun
bir okulu olmayacağı gibi dersi de olmaz. Aslına bakacak olursanız özellikle
bugünlerde her şeyin bir oluru var gibi
gösterilse de, doğrusu bu olmaz.
En
masum yerler olan eğitim kurumları ile sosyal yardım kurumlarında bırakın
eğitimi bir kenara, çocuklar şiddete, tacize ve tecavüze maruz kalıyorsa ve
bunları da sözde eğitimci veya
seçilerek alınanlar yapıyorsa, hangi değerler eğitimi beyim! Biraz vicdan,
biraz edep yahu!
Bir
taraftan genç nüfusa sahip olmakla övünürken, diğer taraftan bir anlamda onları
kaderlerine terk ettik. Kendi yollarını bulanları kutlarken, bunu tümden başarı
olarak niteleyerek onlarla gurur duyduk. Peki ya yolunu bulamayanlar? Ya buna fırsat bile bulamayanlar? Onlar için ne
yaptık, ne kadar yaptık?
Biz
daha öz disiplinle baskıcı disiplini birbirinden ayırt edemezken, dinî
öğretimin başka, ahlak eğitiminin başka bir şey olduğunu göremezken, bir yandan
bilimsel düşünce yapısından uzaklaşırken, diğer yandan çocuklara tablet, İnternet,
akıllı falan filanlar vererek geleceğin insanını yetiştirdiğimizi nasıl
düşünürüz? Bu ne ironik bir durumdur!
İnsanların
en çok televizyon izledikleri zaman dilimlerinde aptal saptal yayınlarla
insanları uyuştururken, gecenin en kör saatlerine eğitim programları
yerleştirilmesi ne kadar samimi olunduğunu da göstermiyor mu? Neymiş efendim
reyting almazmış. Alır efendim alır, siz nasıl milleti uyutacak programları
kurgulayabiliyorsanız, eğitimi, medeniyeti ve ahlakı önde tutan programlar da yapabilirsiniz. Size güveniyoruz,
bir yolunu bulursunuz!
Söylemler
boyumuzdan büyük, idealler sınır tanımıyor ama yalan o kadar kanıksanmış ki doğru
söyleyenler, söylemekten çekinir olmuş. Haksızlığa maruz kalan kendini anlatma
telaşına düşerken iftira edenin “becerisine”, kenardan izlemesine izin
verilmiş. Ne yazık ki artık becerinin
de becerenin de tanımı değişmiş.
Bütün
bir ülkeyi laboratuvar, insanlarını da birer denek olarak görmekten
vazgeçmezsek övündüğümüz genç kuşaklarımızı deney için heba edeceğiz.
Pilava
düşkün bir milletiz de pirinçten olması gerekmez, bulguru da severiz yeter ki
taşsız olsun.
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder