31 Mart 2016 Perşembe

Çocukların eğitiminde en önemli noktalama işareti sizce hangisidir?




(.) Nokta, çocukların hayat boyu doğru kullanmayı öğrenmeye çalışacakları bir işarettir. Onlar kısa yollardan her işin sonuna nokta koymaya çalışsa da yaşam, onlara noktanın doğru zamanda, doğru yere konulmasının önemini öğretir.

(…) Üç nokta, başladığı işleri bitirmeyen çocukların, maymun iştahlı hâllerinin kurtarıcısıdır. Bazen de ağızlarından kaçırdıkları sözler için sıklıkla kullandıkları üç noktanın, gelecekte noktaya dönüşmesi umulur. Ancak yetişkinlikte keşkelerle başlayan ve yaşanılamamış yarım cümleler için kullanılır ki bu da hayatın ne kadar ironik olduğunu gösterir.

(!) Ünlem, çocukların büyüdüklerinde ya da daha doğru bir deyişle olgunlaştıklarında kullanmayı hedefledikleri bir işarettir. Ünlemle, daha çok büyüklerin onlar için çalışmaları, dikkatli olmaları, hedef koymaları ve odaklanmaları ile ilgili kurdukları cümlelerde karşılaşırlar. Yaşıtları olur olmadık zamanlarda kullanıyor olsa da doğru kullanım için beklemeleri gerekir.

(“”) Tırnak, çocukken hemen hemen hiç, gençken kısmen, büyüdükten sonra ise “belki” kullanılacak bir işarettir. Oysa doğru tırnak kullanımının ne kadar önemli olduğunu çok okuyanla “oje sürenler” bilir. Gerçi “sadece ojesine düşkün olanlar” da neredeyse her şeyi tırnak içine alır ki bir süre sonra o da önemini yitirir.

(()) Yay ayraç, eğitim süreçlerinde sıklıkla kullanılır. Özellikle gençler, kendilerini ifade edemediklerini düşünerek yay ayraç (parantez) açmaya eğilimli olurlar. Açıklamaların ardı arkası kesilmez. Hatta öylesine sıklıkla ve çok kullanılır ki parantez içine de parantez açıldığı olur. Ayraç içinde açılan bu ayraçlar için ise köşeli ayraç kullanılmaktadır. Sanırım gençler için özel üretim

Kısaltmalar, gençlerin gözdesidir. Bu işaretlerde yaratıcılıklarının sınırı olmadığı gibi kısaltamayacakları kelime de neredeyse yoktur. Hatta kısaltmaların da kısaltmasını yapabilirler. Ne var ki kısaltarak basitleştirdikleri sözcükler bir araya toplandığında anlamsız ifadeler oluşur. Hayatı kısa yoldan yaşamanın ne kadar lezzetsiz bir şey olduğunu anladıkları gün, kısaltmalardan da vazgeçerler.

(?) Soru işareti, çocuklar için en önemlisidir. Çocukluk döneminde işlevsel ve en çok kullanılan işaret odur. Küçük yaşlardan başlayan merakın, canlı tutulması ve körüklenmesini simgeler.

“Bir insanın zekâsı verdiği yanıtlardan değil; sorduğu sorulardan anlaşılır.” demiş Einstein. Akıllı adammış!

Küçük yaşlarda sevilen sorulardan, büyüdükçe nedense korkulmaya başlanır. Korku öğrenilen bir duygu olduğuna göre bunu birilerinden öğrenmiş olmalıyız. Soru, korkunç değildir ama soruya muhatap olan kişinin verdiği yanıta göre gördüğü muamele kritiktir. Elbette tersi de aynıdır. Yani sorulan sorunun saçma, gereksiz, yersiz olduğu gibi değerlendirmeler yapılırsa çocuklar veya büyükler soru sormaktan kaçınmaya başlayacaktır.
Bu da bir eğitim kültürüdür. 

Soru sormak ve yanıt vermekten korkmamak. Korkutmamak

Mehmet Akif Ersoy’un, İstiklâl Marşı’na “korkma” diyerek başlamasının nedeni, zor şartlar içinde olan Anadolu insanını motive etmek değil miydi? Cesur ol, korkma!
Bilgi korkuyu yok eder, cehalet ise körükler.

Bu anlamda özellikle çocuklar için en önemli dil bilgisi işareti soru işaretidir. Anne, baba, yetişkin ve eğitimcilerin bu konuda duyarlı olması, soru soran çocukların bu özelliklerini yitirmelerine neden olacak söz ve davranışlardan kaçınması gerekir.

Okumaktan, yazmaktan, araştırmaktan, bilimden, sanattan, sorulardan ve yanıtlardan korkan bir korku toplumu yarattığınızda ünlem işaretinden başka hiçbir dil bilgisi işaretine ihtiyacınız kalmaz. 

Siz ne düşünüyorsunuz?


Ömer Orhan

26 Mart 2016 Cumartesi

“Değerler” eğitimi becerisi!




Eğitim sistemi ile ilgili çalışmalar, pirincin taşını ayıklamak gibi… Ne var ki bizim pirinç biraz fazla taşlı ve ayıklamakla bitmiyor. O yüzden henüz pilava geçemedik!

Bozuk saat bile, günde bir kere doğruyu gösterirken yap-boz oyununa dönmüş bir sistemin içinde debeleniyoruz.

Bir şeyler yapmak için niyet olduğuna şüphe yok; ancak herkes bildiği türküyü söylüyor. Bu işler de türkü söylemekle hallolmuyor.

Mesela kâğıt üzerinde ve kocaman laflarla “değerler eğitimi veriyoruz” demekle değerler gelişmiyor.

Değerlerimizde ne vardı da geliştirilmeye ihtiyaç hissedildi? Eğitim sistemi değersizlikler üzerine mi kuruluydu da bilmiyorduk! Allah korumuş! Demek ki şansa yetişmişiz

Şansa mansa ama yetişen yetişmiş, kendini yetiştirmiş. Aklını da, ruhunu da, vicdanını da, değerlerini de geliştirmiş. Vatana ve millete hayırlı işler yapmış. Ancak kimisi yaptığı onca işe rağmen beğenilmemiş, itilmiş, örselenmiş, karalanmış, linç edilmiş. Çok değerli işler yapmış olmasına rağmen değersiz görülmüş. 

Neymiş bu değer, nasıl bir şeymiş? Herkese göre farklı mıymış? Nasıl kazandırılırmış, kim kazandırırmış? İleride “bozdurunca” para eder miymiş?

Her zaman en kolay şey ahkâm kesmek! Bilimden anlamayan bilimden, sanattan anlamayan sanattan, ahlaklı olmayan da ahlaktan konuşabildiğine göre affınıza sığınarak bunca yıllık eğitimle ilgilenen bir insan olarak ben de biraz “keseyim”… 

Bunun bir okulu olmayacağı gibi dersi de olmaz. Aslına bakacak olursanız özellikle bugünlerde her şeyin bir oluru var gibi gösterilse de, doğrusu bu olmaz.

En masum yerler olan eğitim kurumları ile sosyal yardım kurumlarında bırakın eğitimi bir kenara, çocuklar şiddete, tacize ve tecavüze maruz kalıyorsa ve bunları da sözde eğitimci veya seçilerek alınanlar yapıyorsa, hangi değerler eğitimi beyim! Biraz vicdan, biraz edep yahu!

Bir taraftan genç nüfusa sahip olmakla övünürken, diğer taraftan bir anlamda onları kaderlerine terk ettik. Kendi yollarını bulanları kutlarken, bunu tümden başarı olarak niteleyerek onlarla gurur duyduk. Peki ya yolunu bulamayanlar? Ya buna fırsat bile bulamayanlar? Onlar için ne yaptık, ne kadar yaptık?

Biz daha öz disiplinle baskıcı disiplini birbirinden ayırt edemezken, dinî öğretimin başka, ahlak eğitiminin başka bir şey olduğunu göremezken, bir yandan bilimsel düşünce yapısından uzaklaşırken, diğer yandan çocuklara tablet, İnternet, akıllı falan filanlar vererek geleceğin insanını yetiştirdiğimizi nasıl düşünürüz? Bu ne ironik bir durumdur!

İnsanların en çok televizyon izledikleri zaman dilimlerinde aptal saptal yayınlarla insanları uyuştururken, gecenin en kör saatlerine eğitim programları yerleştirilmesi ne kadar samimi olunduğunu da göstermiyor mu? Neymiş efendim reyting almazmış. Alır efendim alır, siz nasıl milleti uyutacak programları kurgulayabiliyorsanız, eğitimi, medeniyeti ve ahlakı önde tutan programlar da yapabilirsiniz. Size güveniyoruz, bir yolunu bulursunuz!

Söylemler boyumuzdan büyük, idealler sınır tanımıyor ama yalan o kadar kanıksanmış ki doğru söyleyenler, söylemekten çekinir olmuş. Haksızlığa maruz kalan kendini anlatma telaşına düşerken iftira edenin “becerisine”, kenardan izlemesine izin verilmiş. Ne yazık ki artık becerinin de becerenin de tanımı değişmiş.

Bütün bir ülkeyi laboratuvar, insanlarını da birer denek olarak görmekten vazgeçmezsek övündüğümüz genç kuşaklarımızı deney için heba edeceğiz.

Pilava düşkün bir milletiz de pirinçten olması gerekmez, bulguru da severiz yeter ki taşsız olsun.


Ömer Orhan

23 Mart 2016 Çarşamba

Becerikli nesiller nasıl yaratılır?




“OECD Eğitim Politikaları Görünüm 2015 Raporu”na göre ülkeler “şapkalarını” çıkartmış görünüyorlar. Gerçi çıkartmış olsalar da şapkayı önüne koyan var, koymayan var…

Söylemlerde eğitim işleri çok önemli olarak ifade edilse de, devlet bütçelerinde eğitime ayrılan paya bakmak ve diğer bütçe kalemleriyle kıyaslamak lazım. İşte o zaman samimiyet daha net görünecek.

En önemlisi ise bütçenin nereye harcandığı, amaca hizmet edip etmediği ile ilgili. Yani paranız olduğunu kabul edelim, bunu süse gösterişe de harcayabilirsiniz, program geliştirme, hizmet içi eğitim veya altyapıya da… Demek ki ayrılan bütçeyi verimli kullanmak da ayrı bir beceri işi.

Raporda ifade edildiğine göre “OECD ülkelerinde 15 yaşındaki öğrencilerin yaklaşık beşte biri günümüz toplumuna tam olarak katılmak için gereken asgari becerileri kazanmıyor.” Nihayet becerilere bakılmaya başlandı ya, buna da şükür…

Şimdi efendim OECD Raporu hazırlanırken ülkelerden, ülkeler de ilgili bakanlıklar aracılığıyla ilgili kurumlarından veri topluyordur. Elbette bunlar makro raporlar, hazırlanması da, incelenmesi de, aksiyonların belirlenmesi de ayrı bir beceri gerektirir. Ama niyet önemlidir! Nasıl olsa planlar zamanla hayata geçirilir.

Ne var ki eğitim, sadece okullarda gerçekleşmiyor. Öğrenciler ve öğretim kadroları, toplumun ve dünyanın etkileşimine açık olduğu için okul açık da olsa, kapalı da olsa, gece veya gündüz de olsa insanlar için eğitim sürmektedir. Belki de unutulan ya da görmezden gelinen kısım burasıdır. Yani siz planlayana kadar artık durum çoktan değişmiştir. 

Günlük yaşam sizin planlarınızı beklemez. Bu denli hızlı değişen şartlara uygun, uzun vadeli bir plan yapmak da gerçekçi olmadığı gibi sonuçların başarılı olması da risklidir!

Sonuçlar?

Çocuklar, gençler, gelecek… 

Çözüm?

Bazı ülkeler eğitim işlerini bölgelere ayırarak, bölgesel farklılıklar ve ihtiyaçlara göre sorunları daha küçük ölçeklerde planlıyor. Bazı ülkeler öğretmen ve eğitim yöneticilerini daha nitelikli hâle getirmeye çalışırken, bazı ülkeler de mesleki gelişimlere veya programlara odaklanıyor. 

“Genellikle seçilen reformların analizi, en etkili politikaların öğrencileri ve öğrenimi merkez alarak tasarlanan, öğretmenlerin kapasitesini arttıran ve tüm paydaşların katılımını sağlayan politikalar olduğunu gösteriyor. OECD ülkelerinin çoğunda özellikle öğretmen sendikaları ve işveren kuruluşları, politikaların hayata geçirilmesine gitgide daha çok katılmaya başlıyor. Öğretmen sendikaları, hükümetler ile daha yapısal bir diyalog çağrısında bulunurken iş dünyası, eğitim sistemleri ile daha yakın bağlar kurulmasını istiyor.”

Bilinen o ki tüm dünyada, eğitimde kalite hedefleri belirlenmeye ve bu anlamda yönetim sistemleri kurulmaya başlanmış durumdadır. Ancak neredeyse tüm dünyada gözden kaçırılan ama kalite yönetim sistemlerinin olmazsa olmazı “süreçlerin değerlendirilmesi/performansının ölçülmesi”dir. İşte bu anlamda nasıl ki bütçelerin ayrılması ve planlamalara göre harcanması önem taşıyorsa planların her aşamasının değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır.

Okul yapmak yetmez.

Okulu en akıllısından elektronik malzemelerle donatmak yetmez.

Milyonlarca insana kapsayacak merkezî ve tek bir eğitim modeli oluşturmak yetmez.

Kâğıt üzerinde ve sınavlara göre en yüksek puanları alanları öğretmen ya da yönetici olarak atamak da yetmez.

Beceri, hızla değişen şartları görebilmek, reform yaparken insanı merkeze almak, koşullara göre en yalın olan programları, farklı meslek gruplarının da görüşleriyle ortak akıl yaratarak hazırlamaktır.

Beceri, -mış gibi yapmamaktır.

Becerikli bir nesil yaratabilme becerisi için…


Ömer Orhan