Öğretmen: Mesleği bilgi
öğretmek olan kimse, hoca, muallim, muallime…
Tanımlar bazen çok
yüzeyseldir. Oysa bir meslekten çok ötedir öğretmenlik. Ne kadar tanımlara
sıkıştırılmaya, çerçevesi çizilmeye çalışılsa da bunun mümkün olmadığı, gerçeği
tam olarak yansıtmadığı anlaşılır. Gözden kaçırılan en önemli unsur ise
öğretmenliğin içinde vazgeçilmez olan eğitim olgusudur. Hangi yaşta olursa
olsun, öğretime başlanmadan önce bireyin hazır hâle gelmesi sağlanmalıdır. Bunu
başarmak için sadece bilgi vermek yeterli değildir. İşin içerisinde koşulların
oluşturulması, bireysel farklılıkların görülmesi, bu farklılıklara göre
bilginin derlenmesi, bireyin duygusal anlamda öğrenmeyi isteyecek hâle
getirilmesi gerekir.
Ben anlattım, onlar anlasın
ya da ben dersimi anlatırım, anlayan
anlar. Alın size bir öğretmen yaklaşımı… Bu, öğretime ne tarafından
baktığınızla doğru orantılıdır. Ancak bu şekilde davranan öğretmenlerin maalesef
olduğunu siz de biliyorsunuz ben de biliyorum.
Öğretimin nasıl
gerçekleştirileceği eğitim psikolojisi, sosyolojisi, yöntem ve tekniklere ait
kitap ve derslerle verilmeye çalışılır. Ancak çoğunlukla hiçbir öğretmen,
“mesleki bilgileri” öğrendikleri bu kitapları referans olarak kullanmaz. Eğer
bugüne kadar yazılanlar gerçek ihtiyaçları karşılıyor olsaydı, her öğretmenin baş ucu kitabı bu tür kitaplar olurdu.
Eğitim bilimleri hocalarımız
alınmasınlar ama sanırım bu saptama yanlış değildir. Elbette kitaplarda yazılanlar
doğrudur ancak eğer konu öğretmenlikse, bu, o kitaplarda yazılanlardan çok daha
fazlasıdır.
Öğretmenlik, akademik
anlamda yukarıdan bakılarak görülebilecek, tanımlanabilecek bir meslek de değildir.
Eğitim fakültelerinin programları arasında en ideal veya en uygunsuz ortamlar
düşünülerek hazırlanabilecek uygulamalar ve modellerle doğru yöntemleri işaret
etmek çok zordur. Öğretim; her birey, sınıf ve okul için tüm değişkenler hesaba
katılarak, sürekli gözden geçirilerek yeniden ve yeniden planlanmalıdır. Bugün
kullanılan yöntem yarın kullanıldığında aynı sonucu vermeyebilir. Ayrıca günün farklı
saatleri, yemek öncesi ya da sonrası, toplumun yapısı, yaşanan olaylar, aile
ilişkileri, psikolojik durumlar ve yaş aralığı gibi birçok unsur bu öğrenme
süreçlerinde sonucu etkileyecektir. Unutmayalım ki öğretmenlerin kıyafetinden
diksiyonuna, entelektüel yapısından ruh hâline kadar birçok faktör de
öğrencilerin üzerinde iz bırakarak öğrenimin kalitesini belirlemektedir.
Öğretmenliği, edinilen
mesleki bilgiyi aktarmakla kısıtlamak hem mesleğe hem yetiştirilen öğrencilere
hem de topluma olan sorumluluğu küçümsemek anlamına gelir. Mesleki anlamda biliyor olmakla bunu aktarabiliyor olmanın arasında fark
olduğu gibi aktarılanın ne kadarının alınabiliyor
olduğu da önemlidir. Ayrıca bilginin ne kadarının isteyerek, merakla
öğrenildiği, kullanıldığı, yaşamla ilişkilendirildiği ve kalıcı olduğuna da
bakmak gerekir.
Geleceğin öğretmeni olarak
tek tip bir model oluşturmak mümkün müdür, gerekli midir ve doğru mudur?
Türkiye’nin koşullarına göre
bakacak olursak, bir köyde öğretmenlik yapacak birinin her şeyden önce yokluğu bilmesi gerekir. Sınıfın
içindeki sobanın yakacağının nasıl temin edileceğini ve sobanın nasıl
yakılacağını öğrenmelidir. Sınıfın kapısı yoksa kapı bulmalı, tuvalet yoksa
tuvalet inşa ettirmelidir. Doğa koşullarının ne kadar belirleyici olduğunu
kitaplardan öğrenme şansı olmayan öğretmen için bunlar gerçek bir sınav
gibidir.
Feodalitenin esiri olmuş çocukların
okula devamını sağlamak da öğretmene düşecektir. Ağalık sistemi, çocuk işçiler,
çocuk gelinler de yine öğretmen için kitaplarda yazılmayan gerçeklerdir ve
eğitim öğretime başlamadan, hayati önem taşıyan sorunlarla uğraşmak, bu
engelleri aşmak gibi sorumlulukla da yüzleşecektir.
Büyük şehirlerde ise
kozmopolit yapının sınıflara yansıdığı görülür. Aşırı göç alarak gerçek bir
kent kültüründen uzaklaşmış şehirlerin bozulan değer yargıları ve
samimiyetsizlik okullarda da hissedilir. Kalabalık sınıflar, büyük şehrin
koşuşturmacası içerisinde okullara terk edilmiş, bir anlamda unutulmuş çocuklar
ve gençler… Bu anlamda şehirlerdeki sorunlar da farklılık gösterir ve öğretmen,
dersine başlamadan önce bu denli kozmopolit sınıflarda neler yapabileceğini
düşünmek zorunda kalacaktır. Kurgulanmış bir düzen içerisinde hepsinin önceliği
farklı öğrencilere öğretmenlik yapmak olacaktır.
Fiziksel olanakları uygun
olan özel okullarda durum hiç de göründüğü kadar kolay değildir. Bu okullarda
da öğretmenler eğitim öğretimi etkileyecek öğrenci ve veli davranışları ile
mücadele etmek zorunda kalırlar. Ücretli olarak çocuk okuttukları için olsa
gerek, velilerin bir kısmı birçok şeyi kendinde hak görür ve okulla birlikte
hareket etmez. Bu nedenle çoğu zaman sacayağının biri kopuk olduğundan denge
sağlanamaz ve sağlıklı bir eğitim öğretim süreci yaşanmaz. Öz güven vermeye niyetlenmişken
şımarık çocuklar yetiştiren ve daha sonra da kontrolünü yitiren anne babaların
çocukları için öğretimden önce “terbiye” gerekecektir. Bakın burada da henüz
derse başlamadan öğretmeni bekleyen davranışsal birçok sorun görülmektedir. Üstelik
sorun çıktığında her zaman arkalarında duran birilerini de bulamayacaklardır.
Şimdi konuya tekrar bakalım,
farklı olanaklar, kültürler, insan profilleri, beklentiler, kısacası farklı
koşullar… Bu anlamda geleceğin öğretmenini yetiştirirken hangi koşula göre
yetiştirmeliyiz? Ona neleri öğretmeliyiz ya da daha önemlisi öğretebilir miyiz?
Teknolojiyi etkin ve verimli şekilde kullanmayı öğrettiğimiz bir öğretmeni, bu
olanakları olmayan, kırık camını taktırmakla uğraşacağı bir okula
gönderdiğimizde ne olacak?
Tersini de düşünmek mümkün,
şehirden uzak bir kültürde yetişmiş bir öğretmen için de farklı kültürdeki bir
şehirde olmak hem onun için hem de karşısındaki öğrenciler için sorun olacaktır.
Öğretmenin yetiştirilmesinde
önceliğin eğitimde olduğunu unutmamak gerekir. Öğretmeni alan bilgileri ile donatmadan
önce mesleğe uygun olup olmadığına bakılmalıdır. Şu an kullanılan sıralama
sınav sistemi ile geleceğin öğretmenini seçmek yeterli değildir. Sadece puana
bakarak bir insanın öğretmen olup olamayacağına karar veremezsiniz,
vermemelisiniz! Ortaokul yıllarında öğrenciler izlenmeli, yönlendirilmeli ve
mülakat yapılarak seçilmelidir. Öğretmen liselerinde daha yakından gözlenecek
ve yetiştirilecek öğrencilerden başarılı ve istekli olanlar, alacakları
referanslara göre eğitim fakültelerinde öğretimlerine devam edebilecektir. Fakültede
öğretmen olmaktan vazgeçenlerle yeterli olmadığı düşünülenler ise yatay ve
dikey geçiş imkânları ile başka bir yükseköğretim programına
yönlendirilmelidir. Gerçi bizim kültürümüzde süreçler değerlendirilerek varsa
hataların düzeltilmesi yoluna pek gidilmez. Bunun yerine kesip atmayı severiz! Öğretmen liselerinin kesip atıldığı gibi!
Öğretmen liselerinin kapatılmasının nedenlerinden biri burada yetişen
öğrencilerin daha sonra öğretmenliği
seçmemeleriymiş! Neden acaba?
Dünyanın örnek aldığı
“eğitim enstitüleri” gibi bir eğitim modeli geliştirip sonrasında bundan vazgeçen
de biz değil miydik? Demek ki var olan değerlerimize, okul kültürlerimize de
sahip çıkmıyoruz. Ne yazık!
Geleceğin öğretmeni öncelikle
yürekli, yaratıcı, meraklı, açık fikirli, kendisi ile barışık, saygılı ve
çalışmayı seven biri olmalıdır. Koşullara göre kendi yolunu bularak
öğrencilerini yönlendirebilecek, onlara öğrenme isteği ve heyecan aktarabilecek
biridir öğretmen. Önce eğitimle
uğraştığını asla unutmayan, alanında kendini sürekli geliştirendir. Öğrencileri
ile birlikte yaşam boyu öğrenen, bilimsel düşünce yapısına inanan, akıl
yolundan ayrılmayandır.
Öğretmen, tutkulu olmayı ve
öğrenmeyi öğreten ve sürekli öğrenendir.
Bu, karşılığı olmayan ve
sevgisiz yapılamayacak bir meslektir!
Çoğu zaman kendi ailesini ve
sorunlarını unutarak geldiği okulda tüm bilgi ve birikimini öğrencilerine
aktarır, onların akademik başarılarının yanı sıra heyecanlarını, dertlerini de
paylaşır. Bu tarifi çok zor olan büyük bir özveri gerektirir. Öğretmenlik öyle
bir meslektir ki, öğrenciliği de yaşam boyu devam etmektedir. Teknolojinin
hızla ilerlediği çağımızda öğretmenler, öğrencilerinden geri kalmamak için
ayrıca zor bir görev daha üstlenmiş olur.
Gece ve gündüzlerinin
birbirine karıştığını, kendi sorunlarını dışarıda bırakıp sınıfın kapısını
kapayarak, öğrencileriyle buluştuğunu, onların sıkıntılarını kendi
sıkıntılarının üzerinde tuttuğunu, hastalandığında ilaçlarla ayakta kalarak
okula geldiğini kim bilir?
Dinlenme zamanlarında bile
öğrencilerin sorularını yanıtladığını, farkındalık kazanmalarını sağlamak için
onlarla sosyal projeler gerçekleştirdiğini, kimi zaman yardım kampanyaları ile
öğrencilerin bir şeyler üreterek bunları ihtiyacı olan diğer okullardaki
öğrencilerle paylaşmalarını sağladığını, şiir dinletileri, kitap okuma günleri,
spor müsabakaları, yarışmalar, gezilerde de onların yanında olduğunu kim anlar?
Anne ve babalarının çoğu
zaman üstlenmediği rolleri de üstlenerek öğrencilerine sorumluluklar vererek
onların gelişimine katkı sağladığını, onların başarılarıyla mutlu olduğunu,
onlar üzüldüklerinde belki de onlardan çok üzüldüğünü kim hissedebilir?
Geleceğin öğretmenini
konuşuyorsak elbette onların geleceğini de konuşmak gerekir. Gelişmiş ülkelerde
eğitime yapılan yatırım ile öğretmenlerin ekonomik durumlarına bakılmalıdır.
Ekonomik anlamda kendini rahat hissetmeyen, gelecek ile ilgili kaygıları olan,
kitap alamayan, sinemaya ve tiyatroya gidemeyen, seyahat etmeyi seven ama bunu
kırk kere düşünmek zorunda kalıp gerçekleştiremeyen değil! Gerçek bir
entelektüel olabilecek olanaklara sahip ve sosyal olanakları bulunan bir değer
olarak görüldüğünde, itibarı iade edildiğinde geleceğin öğretmeni de daha
sağlıklı şekilde oluşacaktır.
Ayrıca öğretmenleri seçmek
ve yetiştirmekle de iş bitmiyor. Eğitim öğretimle ilgili yönetim görevinde
bulunanların öğretmelerin başarısı ile ilgili çok ciddi etkileri vardır. Öğretmenleri,
zorla okulda tutmak için onlara uyduruk işler yaratan ve liderlik özelliği
bulunmayan yöneticilerle bu meslek her geçen gün değer yitirecektir. Bir okulda
veya öğrenme ortamında topyekûn başarı bekleniyorsa, yöneticilerin de ciddi
anlamda sorgulanması, yönetim süreçlerinin gözden geçirilmesi gerekir. Bütün
faturanın öğretmenlere kesilmesi hiç adil değildir.
Mentor olabilecek bürokrat,
genel müdür, müdür ve yöneticilerle öğretmenlerin de başarıları artacaktır. Bu
da işin diğer bir yönüdür. Ne var ki özellikle son 20 yıldır, yeni öğretim
yöntem ve teknikleri ile eğitimde teknoloji kullanımı gibi konularda sürekli
öğretmenler sorgulanmakta; ancak yönetim sınıfıyla ilgili neredeyse hiçbir
araştırma ya da girişimde bulunulmamaktadır. Yani bireysel öğretmen çabaları
ile oluşturulmaya çalışılan farklılıkların birçoğunun da yine yönetici engeline
takıldığı, engellendiği ve dar bakış açılarıyla yok edildiğini kabul etmek
gerekir. Bu anlamda öğretmenlerin önünü açarak iyi örneklerin paylaşılmasına
olanak tanıyacak, bunları çoğaltacak, kendi ve çevresi ile barışık, yaratıcı,
vizyon sahibi ve önce öğretmen olduğunu unutmayacak yöneticilere ihtiyaç
bulunmaktadır.
Eğitime yatırım yapacak kişi
veya kurumların öğretmenlere bakışına değinmeden yazıyı sonlandırmak istemedim.
Eğitim kurumları, yüzlerce
yıl ayakta kalmak ve başarılı olmak istiyorsa birinci sınıf ve gösterişli
inşaat malzemeleri kullanarak süslü püslü bir okul yapmak yerine öncelikle
istekli, yaratıcı, iyi “kılavuz” olabilecek öğretmenlerden oluşan bir kadro
öneririm. Yapılan işin kalitesini sürdürmek ve hatta arttırmak için araç
gereçlerden ziyade yüksek başarılı ve istekli öğretmenlere ihtiyaç
bulunmaktadır. Gerisi teferruattır ve nasılsa bir şekilde halledilir. Ancak
uyumlu ve başarılı bir öğretmen kadrosu kolay kolay oluşturulamaz.
Şartlar ne olursa olsun bu
ülkenin aydın insanları öğretmen olmalı ve geleceğimizin teminatı çocuklarımıza
sahip çıkmalıdır.
(Türkiye
Özel Okullar Birliği Dergisi Ocak sayısında yayınlanan makale)
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder