Cumhuriyetin ilk yıllarında
okuma yazma oranımız %9 civarındaydı ve karanlığa gömülmüştük. Silkelendik,
küllerimizden doğduk ve aydınlığı seçtik. Okullar açtık, okuma yazma öğrendik.
Makûs talihimizi değiştirmek için karar vermiş ve topyekûn harekete geçmiştik,
kimse bizi durduramazdı!
Üniversiteler ve köy
enstitüleri açtık, köylüsünden kentlisine ilim irfan öğrenmeye başladı ama
ilerlemenin de bir “sınırı vardı”, herkes işine baksın, köylü tarlasına
demişlerdi! Yahu Batı’da üniversite mezunları ve okumuşlar da tarımla uğraşıyor
ne alakası var, daha bilinçli üretim olur, köyler kalkınır dense de nafile.
Enstitüler kapatıldı. Aydınlanma sürecinde, Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra
yakaladığımız belki de ikinci şansımızı elimizden kaçırmıştık.
Sonra?.. Sonra bir daha ayar tutmadı.
Eğitimle ilgili tüm
bürokrasiyi ve stratejileri siyasi görüşlere göre düzenledik. Düzenlemelere “ince ayarı” da askerî darbelerle yaptık.
Sen sağ ben selamet!
Akıllı tahtaları aldık ama
tahtayı keşfedelim derken öğrencileri unuttuk… Biz tam tahtaları kullanmayı
öğrenmiştik ki bu sefer de teknoloji eskidi.
Telefon üretemedik ama ona en
çok sahip olan ülkeler arasında yer aldık. İstatistiklerde kitap okumayan ülke olarak zirveye çıkarken,
sosyal medyayı en çok kullanan ve abuk sabuk şeylere en çok vakit ayıran biz olduk!
Çok okuduk ama boş okuduk!
Bilimsel yaklaşımdan
anladığımız, uluslararası sınavlardaki yerimize bakmaktan ileriye geçmedi.
Öğretim sistemimize hiç uymayan bir sınav olan PISA sınavı gibi bir sınavla
kendimizi ölçtük, değerlendirmemizi çok acımasızca yaptık.
Finlandiya ile kendimizi
karşılaştırırken, eğitime ayırdığımız bütçeye ve sosyal bir devlet olabilme
durumumuza hiç bakmadık.
Meslek liselerini açtık ama
öğrencilere yeterince istihdam yaratamadık. Üniversite mezunu var diye lise
mezunlarını kenara ittik. Sonra üniversite mezunlarını da itip yüksek lisanslı,
doktoralı, iki dil bilenlere görev verdik.
Hâl böyle olunca gençleri
üniversite kapısına yığdık! Çocuklar can havliyle kendilerine şans bulmak için
eğitimi ve kendilerini bir kenara iterek sadece ezbere öğrenmeye çalışırken biz
de onlara “destek” olduk. Dershaneler açtık! Sonra kapattık!
Yabancı dil öğrenimi konusunda
iştahlandık, Anadolu liselerinde öğretime başladık, sonra ana dilde öğretim
yapacağız diye iyi giden bir başka sistemi de bitirdik.
Önce olması gereken bir adım
atarak okul öncesi eğitim için seferberlik başlattık, sonra tadını kaçırıp
okula başlama yaşını 5,5’a indirdik. Daha eğitime başlamadan çocukların bu işi becerecek olgunluğa erişmemiştir
raporu ile tanışmasını sağladık.
Ortaöğretime geçişte okul
başarı puanları yerleşme puanına direkt etki edince bazı okullar kendi
öğrencilerine menfaat sağlamak için bol notlar verdiler. Bu yaşlarda çocuklara
haksız kazanç elde etmenin mübah olduğu fikri verilirken, puan sisteminde
düzenleme yapmayı düşünmedik ya da önemsemedik! Şikâyetlere göre soruşturma
açtık ve cezalar vererek konuya ayar
yaptık!
Tableti üreten ve dünyaya
satan ülkeler bile pilot uygulamaya başlamamışken, tablet destekli eğitimi dünyaya “biz” anlattık!
Herkese tablet vermeyi amaç edindik ama bunların sadece birer araç olduğunu
unuttuk!
Dershaneleri kapattık, sonra
okul olabilirler dedik. Peki, okullar dershane olursa eğitim ne olacak?..
Tabletler…
TEOG sistemi…
Okul başarı puanları…
Yerleşemeyen öğretmenler…
Kapatılan eğitim fakülteleri
ve öğretmen okulları ile yok edilen okul kültürleri ve daha fazlası...
Çok fazla yarım kalmış
cümlemiz, yanıtlanması gereken sorumuz var. Bünye artık kaldırmıyor.
Fabrika ayarlarına geri dönsek
iyi olacak.
28 Nisan 2015 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder