31 Ekim 2015 Cumartesi

Pandora’nın kutusu açıldı…




Hey hâd! Neydik ne olduk?.. Çıkar için her şeyin mübah olduğu günlere geldik. 

Değerler dedikçe battık! Dedikçe battık

Hiç unutmam babaannem bir keresinde şu nasihati vermişti: “Birinden 5 Lira borç  para almışsam ve onu da 2,5 Lira, 2,5 lira almışsam, bütün 5 Lira vermez yine 2,5 Lira, 2,5 Lira olarak geri verirdim.” derdi. “Aman oğlum sen sen ol, sözünün eri ol! Ölümlü dünya, hiçbir şey için değmez…”

Yani, özene bakar mısınız? Geri ödeme veya zamanında ödemeyi konuşmuyoruz, ödeme şeklini konuşuyoruz!

Nereden nereye?..

Senet yapmanın neredeyse ayıp sayıldığı, sözün senet kabul edildiği günlerden aile içi sözleşmelerin yapıldığı günlere geldik.

İnsani değerleri enayilik olarak kabul eden bir toplumda düzen olur mu? “Düzen” olur da, ahlak kalır mı? 

Şimdi bu ahlaki çöküşü gidermenin yolu olarak, okullara ders konulması gündeme getirilirse hiç şaşırmam. Gerçi ders konmadan, daha önce konulmuşlara bir bakmakta yarar var.

Bütün toplum trafik canavarına dönüşür, trafik kuralları hiçe sayılır ve cezalar yetersiz kalırken, çocuklara trafik ve ilk yardım dersi verilir ancak onun da “ehliyetli” hocası yoktur.

Sağlık bilgisi dersi vardır ancak bu derslerde ya test çözülür ya da biyoloji öğretmenleri bu dersi de biyoloji dersine katarak işler. Böylece ders, “Sağlıklı olmak iyi bir şeydir.” söyleminden öteye geçmez.

Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi vardır ancak din mi, ahlak mı hangisinin işleneceği “hocasına” göre değişir. Kimi öyle işler, kimi böyle…

Ağaç yaşken eğilir, demişler ama eğilmesini kim sağlar onu dememişler. Bir nesil sonra işleri düzeltme çabası da hiç yoktan iyidir de yeterli ve samimi değildir. İnsan niyetini, önce kendinden başlayarak göstermelidir. Yetişkinler ahlaklı davranmalı ki evde çocuklar ebeveynlerinden bunu görsün, bunu örnek alsın.  Bakınız yukarı; babaanne örneği…

Siz ahlakı, erdemi ve etiği önde tutmadan, bozulmaları gidermek için 30-40 yıl sonraya ihale ederseniz, bunun adı şark kurnazlığıdır. Tozu halının altına süpürmek gibi bir şey bu!

Bu işlerin sorumluluğu çocuklara ve öğretim sistemine yüklenemez. 

Önce bizler, yalan söylememeyi, kötülük ve dedikodu yapmamayı, canlısı cansızı ile tüm doğaya saygı göstermeyi becerebilirsek, gelecek nesillerimiz de daha duyarlı olacaktır. Eğer sadece ders kitaplarında yazılanlarla başarılı olunsaydı herkes âlim olurdu! Doğru dürüst kimse âlim olamadığına göre demek ki kitaplar ve öğretim programları yeterli değildir.

Bir toplumda verilen sözler, suyun üstüne yazı yazmak gibi olursa, istediğiniz kadar sözleşme, senet, taahhütname gibi yasal zorunluluklar getirmeye çalışın, işler istediğiniz gibi gitmeyecektir. Kötü, her zaman bir yol bulacaktır. Bu duygu insanı ele geçirmeden önce içerilerde bir yerde yok edilmelidir.

Önemli olan Pandora’nın kutusunun açılmamasıdır. Eğer kutu açılmışsa kötülüğü her yerden beklemek gerekir ki bu da huzursuz ve mutsuz bir toplum yaratır.

Çözüm mü? Basit… Medeni olmak gerekir. 

Köpek ayağınızı ısırdığında siz de köpeğin ayağını ısırmamalısınız! Başkasının yanlışları, saygısızlıkları, hırsızlıkları ve kötülükleri sizin referansınız olamaz. Bu, barbar toplulukların refleksleridir.

İnsan doğduğunda ona sunulan kabın içindeki su, berrak ve temizdir. Yaşadıklarıyla onu kirleten kişi de yine kendisi olur.

Kabın içindeki suyu kirletmemek, medeni olmayı tercih etmek gerekir! Tek yol bu.



4 Haziran 2015 - www.egitimajansi.com



Ömer Orhan

30 Ekim 2015 Cuma

Öğrenme isteği bitiyor mu?




Öğrenci olmak ilk çağda da zordu… 

Bir elinizde çekiç, bir elinizde keski yazdığınızı düşünsenize… Veliler en çok neden şikâyetçi olurdu acaba? Kayaların büyüklüğünden mi, çekiçlerin ağırlığından mı,  yoksa çocukların çekiçleri ellerine vurup yaralanmalarından mı? Hata yapınca silgi de yok… 

-       Bizim öğretmen granit kaya üzerine bir ödev vermiş, babası ile uğraştılar yine de bitmedi.

-       Olsun komşum, böyle çalışırsa, ileride kralın mezarının yazılarını yazar.

-       Yazmasına yazar da benimki hayvan resimlerini çizemiyor, ne yapsak bilemiyorum. 

-       Sorma, bizimki de geçen gün geyiğin boynuzları eksik kazımış, öğretmen azarlamış.

Düşünsenize belli bir okul da yok. Her yer okul… O kaya senin, bu kaya benim. 

Kışın mağaralarda, maaile eğitime devam… Yazın çayır çimen… Yaz okulunda, ok atma, takı gibi dersler de var. İleri sınıflarda ek olarak kesici alet imalatına giriş dersleri de veriliyor olmalı. 

Çocuklara nasihatler de var elbette… Aman çocuğum iyi çalış ki av resimlerimizi sen yap. Geçen sene av kötü geçmişti bu sene şöyle görkemli bir iş çıkart ki tanrıları memnun edelim. Aman evladım baban gibi otlara yatıp zamanını boşa geçirme emi! Tanrılar bileğine güç versin.

Okul kıyafeti diye bir şey yok o çağda, henüz tekstil sektörü gelişmemiş. Mahallî okullar var, yani servis sorunu da yok. 

Aman çocuğumun mağarada eli islenmiş, bugün kapkara geldi gibi şeyler de sorun edilmiyor. Hijyen hak götüre.

Hiç durmamış bu eğitim öğretim işleri, geliştikçe gelişmiş. Bence ilk olarak Sümerler işin tadını kaçırmış. Yazıyı kullandıkları yetmiyor gibi bir de kil tabletleri üretmiş ve kullanmışlar. Önceki devir insanları bu geçişe amma da imrenmiştir. 

-       Bizim zamanımızda koca koca kayalara bilek gücüyle kazırdık, şu hâle bak, toprak üstüne çalıyla bile kazınabiliyor. Ne buluş ama!

Yazmak kolaylaşınca insanoğlu daha çok içini döker olmuş. Aklına gelenleri hatta daha fazlasını yazmış. Onlar yazdıkça bize de o günlere ait daha çok bilgi kalmış elbette. Sümerlerde medeniyet var, şehirler kurulmuş, evler, tapınaklar inşa edilmiş. Hatta okullar bile var. O kadar ki öğretmenlerin olduğu, bazı çocukların tembellik ettiği, zenginlerin özel ders için hoca tuttukları ve öğretmenlerin o devirde de az para kazandıklarını, o kil tabletlerden öğreniyoruz.

Sorunlar da var ama… 

-       Oğlum yazsana!

-       Tabletim kurumuş yazamıyorum.

-       Olsun sen kazı, olduğu kadar artık…

Elbette tabletini, çivisini evde unutan o dönemde de var. Kandilin yağı bittiği için ödevini yapamayan ve ertesi gün azar işiterek kulakları çekilenler de olmuş.

Anlayacağınız her çağda eğitim öğretim işleri zormuş. Öğrenme isteği çocuktan gelince işler yolunda gitmiş ama bu ebeveynler tarafından yapıldığında aynı başarı elde edilememiştir.

Bu çağda, bu kadar caydırıcı ve dikkat dağıtıcı ile birlikte hangi öğretim programı ve öğretim yöntemleri daha çok başarı getirir? Gelişmiş toplumlar bu konuda daha gerçekçi yaklaşımlar gösterirken, gelişmekte olan toplumların kafası karışık. Biraz ondan biraz bundan, o ülkeden, bu ülkeden iyi örneklere atlayarak “ortaya karışık” program ve öğretim yöntemleri ile eğitim öğretim yapmaya çalışılıyor.

Şu an kendinizi ortaokul ya da lise öğrencilerinin yerine koyun ve düşünün. Bir sürü detayı öğrenmek/ezberlemek zorundasınız. 

Neden? Bunları öğrenmeyi çok mu istiyorsunuz? Bu konuda fikriniz alındı mı? 

Yaşamla ilişkilendirilmemiş bilgileri, kuru kuruya istif etmeye çalışmak! 

Deneysel çalışmalar ve dilediğinizce araştırma yapma şansınız var mı? Neden yok? Zaman mı yok? Neden? Program mı yetişecek? Ne için?

Şu anki eğitim öğretim sisteminde kendimizi kandırıyoruz. Çocuklar, sınıfları ilerledikçe öğrenmek istedikleri için değil, sistemin parçası olarak sistemi işletmek için okuyorlar. Sınavlar yaparak onların performanslarını ölçtüğümüzü de ayan beyan ortaya koyunca iş bitiyor sanıyoruz. 

Başarılıyız, bakın ne kadar çok başaran öğrencimiz var.

Ama neyi başaran? Sadece sınavları mı? 

Bir lise öğrencisinin öğrenme isteği ile yanıp tutuşup çok başarılı olduğunu düşünen var mı? Akademik olarak beklendik başarıyı gösteren bir öğrencinin bu sistem içerisinde nasıl motive olduğunu bunu yapan bilir ancak. Peki, ya motive olamayanlar? Sadece sınıf geçmek için okula gidip gelmeler… Kolaylaştırılmış sınıf geçme sistemleri ile okuldan giderek uzaklaşma…

Hadi bir cesaret! Gelin şu not olayını tamamen ortadan kaldıralım ve öğrencilerin öğrenme isteğini, öğretmenlerin öğretme isteğini ve programlarımızın ne denli gerçekçi olduğunu görelim!

Var mısınız?

1 Haziran 2015 - www.egitimajansi.com

Ömer Orhan

27 Ekim 2015 Salı

Değerlerimiz altüst mü oluyor?




Öyle bir noktaya geldik ki maalesef daha yumuşak bir söylem bulamıyorum. Affınıza sığınarak söylüyorum: “Yalakalık”, matah bir işmiş gibi, artık tüm medyada haber olarak veya farklı şekillerde servis ediliyor. Gün geçmiyor ki birileri, birilerini “yalamasın”, hatta biraz daha fanteziye kaçıp “ısırmasın”!

Allah’a şükür bu zamana kadar ne kimseyi “ısırdık” ne de “yaladık”. “Yalamadık” da, “yalatmadık” da… Bunu aşağılayıcı bir durum olarak gördük, bildik. Ne kendimiz için ne de başkası için böyle bir durum yaşanmasını kabul etmedik.

Düne kadar ağzımıza almadığımız, ayıpladığımız laflar, şimdilerde koca koca insanların ağzında… Edep yahu! 

Nezaket ve zarafet yerini alenen küfre bıraktıktan sonra siz istediğiniz kadar değerler eğitimi verin, ne işe yarar? Bu, pazardan ihtiyacınız kadar satın alabileceğiniz ya da zorla verilecek bir şey değil ki. Bu bir kültür sorunudur

Meydanlarda, mecliste, televizyonlarda, gazetelerde kısaca toplumun her kesiminde önde duran insanların ahlak konusunda duyarlı ve örnek olmasıyla başlayacak bir süreçtir. 

Kısaca imam cemaat meselesidir!

Peki, ya okullar? İşler eğitim tarafında da maalesef iyi gitmiyor. Cezalandırmak için öğrencisinin başını tahtaya sürterek silenler veya ödüllendirmek için başlarına para saçanlar. Ödülünüz de sizin olsun cezanız da…

Öğretmen olma formasyonundan yoksun insanlara görev verilirse olacağı budur. 

Bilimsel düşünce yapısını ve aklı önde tutan yöneticiler ve öğretmenler, öğrencilerinize ve okullarınıza sahip çıkın!

Geleceğimizi karanlığa terk etmeyin.


Ömer Orhan