Geleceği
planlamak, geleceği düşlemekle mümkün olabilir… Bunun için de insan hayal edebilmeli.
Hayal
kurabilmek, eğitim modelleri ve süreçleri ile direkt olarak ilintilidir. Kur
demekle hayal de kurulmadığı gibi hayal kurmak için duygusal zekânın gelişmiş
olması en azından yok edilmemiş olması da lazım. Sadece gelişmiş duygusal zekâlar,
hayalin sınırlarını zorlayabilir ve bugünün deyimiyle “fütürist” yaklaşımlara
yatkındır.
Fütürist,
“havalı” bir sözcük! Anlamı; gelecekçi, geleceği
görebilen…
Genelde
sözü edilen gelecek, 10 yıl ve sonrası olarak düşünülebilir. Bunu konuşanların
elbette “yarın ne olacağız” kaygısı taşımamaları, plan yapma ve bunu sürdürme becerisine de sahip olmaları
gerekir. Yani yarın ne yapacağını bilmeyen, tutarsız ve dayanaksız
yaklaşımların sahibi kişilerden geleceği görmeleri ve kurgulamaları beklenemez.
Eğitimle
ilgili geleceği kurgulamamıza bir bakalım:
Önce
mekânlar…
Dikdörtgen
betonarme bir bina...
Olabildiğince
çok sınıf yerleştirebilmek için daraltılmış karanlık koridorlar, küçültülmüş
yaşam alanları...
Renksiz,
cansız, yazın sıcak, kışın soğuk, nefesle ısınan, havasız, manzarasız küçük
pencereli sınıflar...
Sınıfın
içerisinde, alabildiğince sıra, bir “akılsız” tahta, tahtanın yanında bir masa,
kapaksız bir çöp kovası, belki bir de pano...
Yönlendirmeye
gerek yok, uzaktan kokusunu
alacağınız ve girenin de girmeyenin de pişman olduğu tuvaletler...
Temizliği
yapılamayan okul da çok var, abartılarak yapılan okul da... Ancak öğrencilerin
neyin, nasıl yapıldığının hakkında fikrinin olmadığı kıymet bilmeme anlayışı da cabası.
Spor
salonu olan okullar şanslı, orayı kullanabilen öğrenciler ise çok daha şanslı...
Laboratuvarların
üçü bir yerde! Adı fen laboratuvarı…
Deney malzemesi hak götüre, laboratuvara girmeyi başaranların deneyimi ise
mikroskoba gözüne dayayıp hiçliği görmek.
Müzik
dersliğinin adı var, içerisinde de patlak
bir davul...
Resim
dersliği, müzik dersliğini de aratır nitelikte; ayağı sendeleyen bir masa
üzerinde bir örtü, onun üzerinde kırık bir vazo, kurutulmuş birkaç çiçekten
ibaret bir natürmort. Sanat dersleri azala azala kuşa dönmüş,
çoktan olmuş “mort”!
Öğrenciler
“temiz temiz” gezsin diye açık alanların neredeyse tamamı asfalt. Sağ olsun belediye başkanı “lütfetmiş” de döktürmüş…
Okulda
en yeşil yer, duyarlı birkaç
öğretmenin TEMA afişlerini astığı duvar...
Bir
diğer duvarda da çocukların millî değerlerini geliştirmek için asılması
“önerilen”, çoğu kendilerine de benzemeyen ve bugüne kadar kimleri motive ettiği de bilinmeyen
illüstrasyon portreler,
Derslerde
nefes almak mümkün olmadığından olsa gerek “teneffüs” denmiş; yani öğrenciler
nefes alsın, soluklansın manasında…
Adıyla özdeşleşmiş, öğrencilerin oturacak yer bulamadığı, sadece bol bol “hava
aldıkları” teneffüs saatleri...
İsmi
bir öyle bir böyle değiştirilen ve okullar arasında “belirli bir ortaklığı”
sağlamanın dışında kazanımlarının tartışılması gereken birçok ortak ders,
Dünyanın
hiçbir yerinde rastlanamayacak, “seçmeli” denilerek öğrenciler adına “seçilen” seçmeli dersler,
Bağlantı
kurma işinin öğrencilere bırakıldığı, farklı komisyonlarca ve komisyonların birbirinden
habersizce hazırladığı ders içerikleri,
Dersin
hocasına sınav olarak verseniz belki de ancak orta not alabileceği derin müfredatlar,
Öğrencinin
başardığından çok, başaramadığının
irdelendiği ölçme sistemi,
“Ne
yaparsa yapsın, nasıl yaparsa yapsın yeter ki sınavlarda dört seçenekten birini
doğru cevaplasın” değerlendirme
sistemi,
Yaratıcılık
sözcüğünün kullanırken bile çekinildiği,
yeteneğin yok edildiği anlayışlar,
Uygunsuz
davranış gösteren öğrencilerle uğraşmaktan diğer öğrencilere zaman bulamayan rehberlik servisleri,
Kâğıt
üzerinde kalmış kalite politikaları,
Kişi
başı yıllık geliri 50 bin doların üzerinde ve nüfusu sadece 5,5 milyon olan Finlandiya’nın
eğitim-öğretim modeline bakarak kendi
modelimizi, her sene bir o yana bir bu yana çevirme telaşı ve vizyonu,
Pedagojik
formasyonun ne olduğunu çoktan unutmuş,
birkaç saatlik eğitimle ve ücretle alınabilmesini ve kâğıt üzerinde olmasını
yeterli gören bir yaklaşım,
En
başarılı öğretmenin, en iyi anlatan
olduğunu düşünen ve “anlatıp çıkan” bir anlayış,
Yeni
eğitim-öğretim yılına başlamadan ve öğrencilerden önce tatil günlerini hesaplayan zihniyet,
Dünya
sürdürülebilir olmanın değerini tartışırken, kartvizit bastıracak kadar görevde kalamayan bürokrat ve yöneticiler,
Anaokulunda
hijyen, ilkokulda TEOG, lisede
YGS-LYS derken çocuğunun gelişimini kaçıran anne-babalar,
Eğitim-öğretimle
ve okullarla ilgili kararları, sosyal medyadan, whatsapptan öğrendiklerine göre
belirleme “cesareti” gösteren, öğretmenden çok bilen, hatta “ders” verebilen veliler ve daha neler neler…
Amaç,
araç olmuş.
Araç,
amaç olmuş.
Değer
denmiş, yok olmuş.
Okullar,
bilimsel düşünce yapısının verildiği, merakın tetiklendiği, sorgulayıcı ve yaratıcılığın
desteklendiği yer olmaktan çoktan çıkmış.
Samimiyetten
ve sevgiden uzaklaşılmış,
uzaklaştırılmış.
-mış...
Mışıl
mışıl…
-mış
gibi yapar hâle gelinmiş!
Steve
Jobs bile bu eğitim sisteminde böyle bir okulda öğrenim görmüş olsaydı, bırakın
“apple”ı geliştirmeyi sanırım elma bile çizemezdi.
“Aynı
şeyi yaparak farklı sonuç beklemek ahmaklıktır.” demiş Albert Einstein. Bu
görüşe katılmayanlar da var, sözü o söylememiş diyenler de ama bence hem ona
çok yakışmış hem de tam isabet.
Başka
bir şey daha söylemiş Einstein: “Geleceği ayarlamanın tek yolu olabildiğiniz
kadar şimdide olmaktır.”
Bizim
gelecek mi?
Kısmetse
gelecek…
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder