Medeniyetlerin
beşiği olmuş Mezopotamya, tarihteki “enlerin” de doğduğu topraklardır.
Bu enlerin başında, günümüzde bile hâlâ aydınlatılamayan birçok gizemi
de içerisinde barındıran Mısır gelir.
Bulunduğu
bölgenin coğrafi özellikleri olsun, yaşanan yılların olanakları olsun,
izah edilemeyen sorularıyla büyük bir uygarlıktır Mısır Uygarlığı…
Günümüz
teknolojik olanakları kullanılsa bile inşa edilmesi oldukça güç olan
tapınaklar, heykeller ve piramitler o gün hangi şartlarda yapılmıştır?
Her ne kadar Erich Von Daniken, “Tanrıların Arabaları” adlı kitabında
piramitleri, tanımlanamayan ve uzaydan gelen kişilerin inşa ettiği
yönünde bir tez geliştirmiş olsa da bunun kanıtlanmadığı da bir
gerçektir.
Tüm bunların biatla ne ilgisi olduğunu düşünüyorsanız buyurun yakından bakın.
Sayılar yalan söylemez. Önce neyi konuştuğumuzu bir tanımlayalım:
Keops
Piramit’inin yüksekliğinin bir milyarla çarpımının Güneş’le Dünya
arasındaki uzaklığı vermesi rastlantı mıdır? (93 milyon mil)
Piramidin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya bölmesi rastlantı mıdır?
Taban alanının, yüksekliğinin iki katına bölünmesinin Pi = 3,14159 sayısını vermesi rastlantı mıdır?
Piramitte dünya ağırlığını gösteren hesapların bulunması rastlantı mıdır?
Piramidin inşa edildiği kayalık alanın büyük bir özen ve doğrulukla düzeltilmiş olması rastlantı mıdır?
Firavun
Khufu’nun Keops Piramit’ini yaptırmak için neden özellikle o kayalık
taraçayı seçtiğini açıklamaya yarayacak bir tek ipucu bile yoktur.
Kayada doğal bir yarık olduğu ve firavunun bundan yararlandığı
düşünülebilir mi? Bir açıklama da firavunun piramidin gelişmesini yazlık
sarayından izlemek için orayı seçtiğini ileri sürer.
Günümüzde, hiç bir mühendis, bütün kıtaların teknik kaynakları emrine verilse bile Keops Piramit’inin bir benzerini yapamaz.
Peki, kim yapar?
Elbette sadece “O”…
2.600.000
dev blok taş ocaklarından çıkarılmış, biçimlendirilmiş, taşınmış ve
yapı alanında santimetrenin binde biri gibi bir yakınlıkla
birleştirilmişti. Ve ta içerlerde, duvarlar rengârenk boyanmış, resimler
çizilmiş ve süslenmişti.
Bu işler rica-minnetle olmaz. İşte “O”nun kudreti...
Birkaç
yüz işçi, on iki ton ağırlığındaki taş blokları, kütükler üzerinde,
iplerle çekip karın tokluğuna ya da kelle korkusuna taşımışlardı.
Sıkıysa taşımasınlar -dı!
Taşıdılar da.
Firavun diye biri vardı ki akıllara zarardı. Hatta o kadar zarardı ki bizim dilimize bile “firavun gibi adam” diye yerleşti.
“O” Mısır’ın güneşiydi. “Onsuz” yaşam düşünülemezdi!
Çalışkan
işçilerin, olağanüstü bir çabayla, günde on parçayı üst üste
koyduklarını kabul edersek, piramitteki iki buçuk milyon taşın 250.000
gün yani 664 yılda yerine yerleştirildiği ortaya çıkar. Oysa piramidin
20-30 yılda tamamlandığı ileri sürülmektedir.
Bir muamma? Bu işi ya UFO’lar ya da Firavun’un kudreti ile insanüstü güçle zavallı halk yapmak zorunda kalmıştı.
Piramitlerin
inşa edilişi gizemini korurken Mısır bu şekilde nasıl büyük bir
uygarlık olmuş? Bu büyümede halkın gerçek rolü ne olmuş? Bunların
tümünün detaylı bir şekilde incelenmesi elbette mümkün; ancak o
dönemdeki merkezî yönetim ve yöneticilerin rolünü de unutmamak gerekir.
Büyüme, devasa yapıların oluşturulması ile ölçüldüğünde durum böyle
ancak halkın gelişimi, refahı ve demokrasi tarafından bakıldığında ise
durum aynı değil.
Kısacası
saraylar, tapınaklar, devasa heykeller, süt banyoları, altına bulanmış
bedenler ve daha neler neler… Kimin için?.. “O”nun için. Gerisi
teferruat…
Teferruat, halk!
Halk,
her devirde olduğu gibi Mısır’da da parlak dönemler yaşandığında Nil
Deltası’nın onlara sunduğu bereketle ancak karnını doyuracak bir yaşam
içindedir. Sınıflandırılmış toplumsal yapı içerisinde halkın yeri de
yaptığı işe göre sıralanmıştır. Ancak rahipler, Amon-Ra, Anubis veya
Horus gibi onlarca Mısır tanrısının işaret ettiği buyruklarını insanlara
duyurarak tapınaklarda, büyük bir güç ve ihtişam içinde yaşamışlardır.
Çok tanrılı bir inanç sisteminin kabul edildiği bu toplumda tanrılarla
halk arasında rahiplerin rolü çok büyük olmuştur. Tanrıların mesajlarını
insanlara iletenler rahiplerdir. Tanrılar, böyle aracılara ihtiyaç
duyduğuna göre toplumun bunu saygıyla karşılamaktan ve buna “boyun
eğmekten” başka seçimi elbette olmamıştır. Ee tabii ki tanrıların
böylesine güvenini kazanmış ve rol üstlenmiş rahiplerin, Mısır’da en üst
tabakalarda yer almasından daha doğal ne olabilirdi?
Anlayacağınız
o ki “O”nun zevküsefa içerisinde yaşamasının da bir bedeli vardı ve bu
bedeli rahiplere ödeyerek, taş taşıyan, karın tokluğuna hizmet ederken
de “O”nun tebaası olma şerefine nail olan zavallı bir halk tabakası
yaratılmış oluyordu.
Nasıl olur demeyin, alan razı, veren razı olunca her şey oluyor.
Bakınız; tarih, olmuşlarla doludur ve insanoğlu tekerrür ettirmeyi sever.
Devam edecek…
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder