İnsanın
evrimsel yolculuğunda ilerledikçe Neandertaller ya da Homo sapiensin
yaşadıkları dönemlerde O’nun varlığını sürdürdüğü düşünülebilir. Günümüz
paleoantropolojisinde
en çok tartışılan konulardan biri, Neandertallerin çağdaş insanla olan
ilişkisidir. Neandertaller 30.000 yıl önce soyu tükenen ayrı bir tür
müydü? Yoksa Homo sapiensin bir alt türü müydü? Eğer soyu tükenmiş bir
tür veya insan evriminde bir yan dal değilse, Neandertaller insan geni
havuzuna katkıda bulunmuş mudur? Bu durumda söylenecek tek şey, bu türün
torunlarının şu an yeryüzünde yaşıyor olduğudur.
Homo
sapiensin çevreye fiziki ve özellikle kültürel olarak uyarlanma
kapasitesi, daha öncekilerin çok daha üzerindeydi. Örneğin,
Neandertal’in ateş kullanımı o zamanlar buzlar altında olan Avrupa’da
yaygındı ve yaşamsal bir önem taşıyordu. Neandertaller küçük gruplar
hâlinde veya tekil aile ortamında, açıkta ya da mağarada, bir dil
aracılığıyla iletişim kurarak yaşadı. Kanıtlar, Neandertallerin
ölülerini gömdüklerini ve bunun törensel bir alışkanlık olduğunu
gösteriyor.
Fiziksel
olarak oldukça zor olan şartları düşündüğümüzde Homo sapiens ya da
Neandertallerin de elbette yaslanacakları bir güce ihtiyaç duymaları
normal değil mi? Aranan gerçek güç “O”. Oysa bu kadar zeki bir canlı ki
zeki olmanın tanımını kendi yapıyor ve ondan başka bunu onaylayan başka
bir canlı türü de bilinmiyor, neden hep birilerine ihtiyaç hissetmiş?
Neden acaba?
Birlikte
yaşama içgüdüsel bir dürtü olmalı. İnsan doğduğu andan itibaren uzun
bir süre yalnız kalamaz. Mutlaka onu besleyecek birine ihtiyaç duyar.
Tarihte sözü edilen insan yavrularını hayvanların yetiştirmesi
efsanelerde yer alan hikâyelerden ibarettir. Bu anlamda hayal gücümüzü
zorladığımızda bu tez hiç yeşermemiş bir fidandır. O hâlde evrimsel
süreç içerisinde de sürekli birlikte olma, bir arada kalma ihtiyacı, bu
hâle gelmemizin de nedeni olabilir. Hayır, bir arada olunca da rahat
durmamış ki insanoğlu. Sürekli bir araştırma, merak ve gelişim
göstermiş. Daha çok kalabalıklaşmış, toplaşmış ve mıknatıs gibi
birbirini çekmiş. Aslına bakacak olursanız hem çekmiş hem de itmiş.
İşine geldiği gibi yani.
İnsanlık
tarihinin sosyolojik yapısını incelemeye başlamak için kayıtların
bulunmadığı bir dönem olan ilk çağlardan başlayınca okuyucunun ürktüğünü
biliyorum; ancak endişelenmeyin birkaç bin yıl ilerleyerek sizleri
Mezopotamya’ya götüreceğim.
MÖ
3200-2000 yılları arasında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler; ilk
kez astronomi ile ilgilenen medeniyet olmuştur. Bununla birlikte birçok
ilke imza atan Sümerler, mitoloji, dil, matematik ve tıp konularının
dışında belki de uygarlığın en önemli ilkine de imza atmışlardır. Bu
öyle bir ilktir ki bizi biz yapmıştır. Sihir gibi bir şey, yazı! İlk
olarak kilden tabletlere yazmışlardır. İyi ki de yazmışlar, yazmışlar ki
tarih kayıt altına alınmaya başlanmış ve çeşitli konularda iz
bırakılmıştır.
Sümerlerde
ilk yazılı belgeler Uruk adlı bir Sümer kentinde bulundu. Bunlar çoğu
ekonomiyle ilgili ve yönetsel notların resim-yazıyla yazıldığı binlerce
küçük kil tableti içerir. İçlerinde okuma ve alıştırma yapma amaçlı
sözcük listeleri de bulunmaktadır. Bu da İÖ 3000’lerde bazı yazmanların
öğretmen ve öğrenme üstüne düşünmüş olduklarını gösterir. İzleyen
yüzyıllardaki ilerleme yavaştı. Ancak üçüncü bin yılın ortalarından
itibaren, bütün Sümer’de yazı yazmanın resmen öğretildiği bazı okullar
olmalıdır. Sümerli “Nuh”un memleketi olan kadim Şuruppak kentinde
1902-1903 yıllarında yapılan kazılarda İÖ 2500’lerden kalma çok sayıda
ders kitabı çıkarıldı.
Bununla
birlikte, Sümer okul sisteminin olgunlaşıp gelişmesi üçüncü binyılın
ikinci yarısında oldu. Bu devre ait on binlerce kil tablet çıkarılmıştır
ve daha yüz binlercesinin toprağın altında gelecek kazıları beklediğine
kuşku yoktur. Tabletlerin büyük bölümü yönetsel niteliklidir; Sümer
ekonomik yaşamının her aşamasını içerirler. O yıllarda bu mesleği yapan
yazmanların sayısının binleri bulduğunu bu metinlerden öğreniyoruz.
Sümer
okulu başlangıçta, “mesleki” diyebileceğimiz bir eğitim vermeyi
amaçlıyordu yani ülkenin özellikle de tapınak ve sarayın ekonomik ve
yönetsel gereksinimlerini karşılayacak yazmanlar yetiştirmek için
kurulmuştu. Sümer okulları var olduğu sürece bu ana amaç olarak devam
etti. Bununla birlikte, eğitimin yaygınlaşması ve gelişmesi sürecinde,
özellikle de programın genişlemesiyle, okullar Sümer’de kültür ve bilim
merkezleri hâline geldi. Okullarda, o zamanlarda tanrıbilim, bitkibilim,
hayvanbilim, madenbilimi, coğrafya, matematik, dilbilgisi ve dilbilim
eğitimi alan öğrencilerden bilim adamları, bilginler yetişti.
Dahası,
günümüz bilim enstitülerinin tersine, Sümer okulları yaratıcı yazarlık
diyebileceğimiz yapıtların da merkeziydi. Sümer okullarından mezun
olanların çoğunun tapınak ve saray yazmanı oldukları doğruysa da,
kendisini eğitim öğretime adayanlar da vardı. Sümer okulu zaman içinde
dinden bağımsız bir kurum hâline geldi; eğitim programı da oldukça laik
bir nitelik kazandı. Öyle görünüyor ki, öğretmenlerin maaşları
öğrencilerden toplanan paralarla ödeniyordu.
Eğitim
her zaman pahalıydı ve “tablet destekli eğitimi” ilk kez Sümerlerin
kullandığını söylemek de yanlış olmaz sanırım. Artık “O”, tablet de
kullanmaya başladı.
Devam edecek…
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder