Su; bolluktur, berekettir, zenginliktir, uygarlıktır…
Dünya
ayağa kalkmış, Mars’ta su ararken ve gelecekte ki çok uzak değil,
savaşların su yüzünden çıkacağı öngörülürken biz elimizdeki suyu yok
ediyoruz. Şaka gibi ama “O” nun bu konudaki fikri belli: Su içebildiği sürece sorun yok.
Neyse
yazımızın devamında Mısır’a yakın bir bölgede suyun varlığıyla gelişmiş
ve birçok uygarlığın ev sahipliğini yapan Mezopotamya’da “O”nu
arayalım.
Yunancada
“iki nehir arası” anlamına gelen Mezopotamya, çevredeki dağlardan gelen
kar sularıyla beslenen Fırat Nehri ile can bulmuş topraklardır.
Suyun
toprakta yarattığı etkiyi gören ve onu işleyen halk olmuştur. Mısır’ın
tersine burada halkın varlığından ve az da olsa zenginliğinden söz etmek
mümkündür. Kalıntılar bize bunu söylemektedir.
Mezopotamya’da
birileri bu dünya için çalışırken, tanrılara hizmet eden insanlar da
olmalıydı. Oldu da… Rahipler, orada da iş başındaydı. Demek ki MÖ
3000’li yıllarda en çok kazanç ve statü sağlayan meslek din adamlığıymış
ve elbette herkese nasip olmamış.
Mısır
Uygarlığı’ndan yabancı olmadığımız rahipler, Mezopotamya’da da toplum
düzenini sağladılar. Bana göre en çok kendi “düzenlerini” sağlamıştırlar
ya, neyse… Ancak asıl gelişim zanaatkârların ve sanatçıların
yenilikleriyle olmuştur.
İlk
icat nedir diye sorulduğunda ilk aklımıza gelen ateşin bulunmasıdır.
Peki sonra? Tekerlek mi? Bu yanlış değildir; ancak tekerleğin
bulunmasına neden olan bir icat daha vardır. “Çömlek çarkı.” Evet,
yanlış okumadınız, çömlek çarkı. MÖ 3400 yıllarında daha pürüzsüz çömlek
yapabilmek amacıyla icat edilmiştir. Bu icatları daha sonra yazının
icadı izlemiştir ki daha önce Sümerler ile ilgili bölümde açıklanmıştır.
İşte tüm bu gelişmelerin yaşandığı topraklar olan Mezopotamya’da
dünyanın ilk kenti Uruk tarihteki yerini almıştır. Sınırlarını
çevreleyen surları, kamu binaları ve o zamana göre devasa olan
tapınakları ile gerçek bir şehir!
Elbette
bu gelişim devam ederek MÖ 3000 yıllarında Uruk şehrinden daha büyük
Nippur, Eridu, Kiş ve Ur şehirleri ortaya çıkmıştır. Büyüme katlanarak
artmış böylece şehir devletleri kurulmaya başlamıştır.
Şehir
olur da yöneticisi olmaz mı? Mutlaka olmalı ve bunlar seçimle
belirlenmeli! Böyle olmasını çok isterdik ama maalesef öyle olmadı. Yöneticiler güçlü,
kudretli, zengin ve nüfuzlu insanlar tarafından belirlendi.
Anlayacağınız 5000 yılda fazla bir şey değişmedi. “O”, o zamanlarda da iş başındaydı.
Bu
gelişmelerin yaşandığı Sümer kentleri Akkadlar tarafından yakından
izleniyordu. MÖ 2370’te büyük bir lider dünyaya geldi. Sargon isimli bu
Akkadlı, devlet yöneticiliğinde basamakları hızlıca çıkarak, sahip
olduğu hırsla kral oldu.
Hırs,
insanoğlunda bulunan ve sonu gelmeyen aşırı tutkudur. Hiçbir zaman hırs
sözcüğü ile az, yeterli, tamam ve uygun sözcükleri bir arada
kullanılmamıştır.
“O”,
zengin, güçlü ve mutlu bir toplum yaratmışken içini kasıp kavuran bu
hırsla İran Körfezi ve Akdeniz kıyılarını işgal ederek hükümdarlığının
sınırlarını genişletti. Ancak unutulmamalı ki daha hırslı biri mutlaka
çıkar! Böyle de oldu ve MÖ 2230 yılında İmparatorluk dağıldı. MÖ 2230/1 tertip…“O” artık askerdi.
Akkad
kralları, vali namzetleri ile görüşerek ve anlaşmaya vardıktan sonra
görev verirlermiş. Ne görüşüyorlarmış acaba? Anlaşma neymiş? Şu tarihi
yazanlar bunların yanıtlarını da yazsalarmış ya…
Denetim mi? Elbette var. Koskoca “O” bunu da düşünmüş ve kurumları denetlemek için kraliyet ailesi üyelerine görev vermiş. Yani MÖ 2300 yıllarında da “işe göre adam değil adama göre iş” verilmiş.
“O”
maiyetindekilerle birlikte ülkeyi dolaşır, simgesel varlığı kentteki
tapınaklara dikilen gerçek boyuttaki kraliyet heykelleri ile
imparatorluğun dört bir köşesine taşınır. Son olarak kral, insanlık
ötesi biri olarak göklere çıkar, tanrılar dünyasıyla uyrukları arasında
aracılık yapar. Aralarına katılmasına izin veren tanrılar gibi o da
halkın gözünde servetin, mevkiin ve güvenliğin sağlayıcısıdır.
Elbette
kral ve ailesi bu kadar “büyük sorumlulukları” taşıdıklarına göre
zenginliğe, hükmetmeye de hak kazanmış olurlar. Çünkü bu işleri yoluna
koyacak başka birileri “yoktur”. Hatta o kadar yoktur ki kendilerinden
sonra da babadan oğula geçen bir yönetim aktarımı gerçekleşir.
O
güzelim verimli topraklarda canını dişine takarak çalışan köylüler ve
zanaatkârlar ise bolluk ve bereketi sağlayanın kralları olduğu
aldatmacasına inandırılmıştır.
Yaşasın kral!
Akkad, listemizde üçüncü sırada!
Devam edecek...
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder