Tüm
meslek hayatını özel sektörde yaşamış bir insan olarak “özel”in ne demek
olduğunu ve ne olmadığını biliyorum.
Hızlı
hareket etmek, yenilikleri takip ederek gelişim sağlamak için rekabet, çoğu
zaman işe yarar. Ancak “acımasız piyasa” ekonomisinin getirileri olduğu gibi
çoğu zaman götürdüklerine de şahit oluruz. Kâr elde etmek için insanların
sağlığını tehlikeye atanlar, değerlerini görmezden gelenler ile toplumun
kaynaklarını yok edenler, mutlaka bir mazeret de bulurlar.
Her
ne kadar ticari hayatın dinamikleri, kapitalist yaklaşımlar ve söylemler bu
işle uğraşanları agresif bir tutum sergilemeye itiyor olsa da; her işin ahlaklı yapılması mümkündür. Gereklidir!
Suyu, daha kaynağından kirlettiğinizde,
ulaştığı yerlerde temizlik arayamazsınız.
Serbest
piyasa ekonomisinin eğitim sektöründe uygulanmasının birçok handikabı
bulunmaktadır.
Konu
eğitim olunca, elbette bu alandaki özelleşme ve etik, çok daha büyük önem
taşır. Eğitim sistemini düzenleyenler, uygulayanlar ve denetleyenler;
çıkarların önde tutulmasına ve kâr için “her şey mübah kültürü” yaratılmasına
izin vermemelidir.
Özel/vakıf
üniversitelerindeki artışı, son iki yıldır önce lise, ardından da ortaokul ve
ilkokullarda görmeye başladık.
Aynı
cadde veya sokak üzerinde açılan birçok okulla özel okulculuk tabiri caizse “patlama” yaptı. Ve müteahhitlerin yeni
keşifleri okul yapmak olunca iş iyice kontrolden çıktı gibi görünüyor. Ne var
ki açılan okulların çoğu arsa ve bina yeterliliği bakımından standartları asgari düzeyde karşılıyor olsa da
akıbetleri muamma…
Özellikle
dershanelerin dönüşüm sürecinde fiziksel koşullar ve ders programları anlamında
izin verilen temel liselerin birkaç yıllık uygulamaları, yatırımcıları cezbediyor
gibi görünüyor. Bir yıl sonra temel liselerin kapanacak olmasının da etkili
olduğu bu okullaşma süreci, esnek ders programları ile sınavlara hazırlık anlamında
hareket kolaylığı ve elbette kârlılık beklentisi yaratıyor.
Birkaç
yıldır faaliyetlerini sürdüren temel liselerin uygulamalarına baktığımızda;
öğretimin önde tutulduğunu, üniversiteye giriş sınavlarına odaklanıldığını
görüyoruz. Hatırı sayılır “nitelikli okullardan” (Anadolu Liselerinden)
çocuklarını alarak özellikle 11 ve 12. sınıfta temel liselere gönderen
velilerin beklentilerinin de bu durumu desteklediği ortada... Arz talep
meselesi!
Temel
liselerde üniversite hazırlık anlamında derslerin ne anlamda ve ne kadar
başarıldığına tek tek bakmak lazım ama sosyal faaliyet, kişisel gelişim anlamında
neredeyse hiçbir şey yapılmadığını söylemek sanırım yanlış olmaz.
Birkaç
yazımda değindiğim gibi “eğitim”, dünyanın her tarafında pahalı bir “iş”! Özellikle eğitim diye yazdım çünkü sosyal, kültürel,
sanatsal aktiviteler, deneysel çalışmalar, münazaralar, geziler gibi okullarda derslerin
yanında yapılan birçok etkinlik gözle görülmeyen giderleri de beraberinde
getirir. Bunlar, okulu okul yapar ki öğrencilerin sınav başarılarının ötesinde
onların yaşamla ilgili fark
yaratmalarına olanak tanır. Bu farkları ortadan kaldırdığınızda ise;
Estetik
kaygılar taşımayan bir mimar,
Sosyolojik
ve toplumsal yapıdan habersiz bir avukat,
Psikoloji
ve etik bilmeyen bir tıp doktoru,
Merakını
yitirmiş bir mühendis,
Matematik
bilmeyen bir ressam yaratmış olursunuz.
Okullarda
kuru ezberle yapılan öğretim çalışmalarıyla maalesef sorgulama yok
edilmektedir. Oysa insan, sorguladığı ve merak ettiği için besin piramidinin başında oturmaktadır.
Kimsenin
rahatını bozmak gibi bir düşüncemiz yok. Madem çok istekli, elbette tepede oturabilir
ama neyi, ne için yaptığını ve sonuçlarının neler olduğunu bilerek yapmalıdır.
“Derdimiz” bu!
Hedefler,
“en iyi” okullarda okumak, çok para kazanmak, önemli bir kariyer sahibi olmakla
sınırlı kalmamalı. Unutmayalım ki insanın “özgül ağırlığını” değerleri oluşturur ve yaşam denge
üzerine kuruludur…
Bu
anlamda, öğrenciyi dersin içine alarak aktif hâle getirerek entelektüel açıdan gelişimini sağlamak
gerekir. Bu gelişim, aslına bakılacak olursa yaşam boyu sürmesi gereken bir öğrenim sürecinin temelidir. Bu
temel mutlaka doğru atılmalıdır. Sadece sınavlarda başarılı olmak için uygulanan
eğitim modelleri cılız ve yetersizdir.
İnsanın
yaparak ve yaşayarak öğrendiği unutulmamalıdır. Bu öğrenme sürecinde elde ettiği
bilgileri ise saklama, çoğaltma ve dönüştürme becerisini de geliştirir.
Sorgulanmadan -kuru ezberle- elde edilen bilginin kalıcı olması, değişim ve
dönüşümü ise çok daha zordur.
Bugüne
kadar özel okullar birçok alanda öncülük ederek başarılarını sergilemiştir.
Bundan sonraki süreçte de popülist yaklaşımlardan uzak durarak, üstlenilen
büyük sorumluluğun gerekleri yerine getirilmelidir.
Ne
yazık ki son iki yıl içinde açılan bazı özel okulların kapandığını gördük. Bu
şekilde devam ederse bir taraftan açılırken diğer yandan özel okulların
kapanacağı da ortadadır.
Bir
okulun kapanması demek, başta o okulda öğrenim gören öğrencilerin,
öğretmenlerin, velilerin ve kurucularının birçok olumsuzluk yaşamasına neden
olur. O hâlde yeni okul açarken çok özenli olunması gerekir.
Ülkemizde
eğitim alanında yeterince travma yaşanmış olup yenilerine ihtiyaç yoktur.
Devlet,
özel okulların bu çoğalma sürecine mutlaka aktif şekilde dâhil olmalıdır. Bakanlık,
özel okulculuk hakkında bilgi ve deneyimi olan eğitimcilerden oluşturacağı
ekiple, -işe siyaset karıştırılmasına müsaade etmeden- kurum açma izni verdiği
okullara rehberlik etmelidir. Bu rehberlik denetim şeklinde değil okulun
açılışı ile en az iki eğitim öğretim yılı boyunca sürmeli, bir anlamda okullara
danışmanlık yapılmalıdır.
Hiç
kuşkusuz eğitime yapılan yatırım mutlaka saygıyı hak etmektedir; ancak eğitim,
salt ticari beklentilerle yapılacak bir iş değildir. Bunun için yüksek
idealizm, sabır ve deneyim gerekir.
Dünyada
en çok önem verilen konuların başında gelen sürdürülebilirlik, özel okulculukta da hayati bir öneme sahiptir.
Özelleşmek,
“özel olmayı” gerektirir.
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder