19 Eylül 2018 Çarşamba

Sosyal medya obezleri…



Sosyal medya, hayatımızın merkezine yerleşerek bizleri çoktan etkisi altına aldı. Yediden yetmişe herkesin elinde “akıllı telefon”. Göz ucu ekranda, kulaklar uyarı sesinde... Hiç olmadı, titreşiminde. Maşallah tat hariç tüm duyular açık vaziyette... İş yaparken, ders çalışırken, yerken, içerken, mıçarken elde hep telefon. Feysbuk, tivitır, instegram, linkedln mabet gibi olmuş… Ziyaret edilmeden ne güne başlanıyor, ne gün bitiriliyor. 

Nasıl geldik bu hâle?

Mikrosoftun hayatımıza “pencereler” açtığı Windows işletim sistemi ile bilgisayarların sadece “bilgi saymaktan” çıktığı ilk yıllardı; insanlar ellerinin altındaki -bugün için ilkel- bilgisayarların sunduğu oyunlara kendilerini kaptırmıştı. Koca koca iş yerlerinde, koca koca insanlar bilgisayarlarda ya fal bakıyor ya da kâğıt oyunu oynuyordu. Patronlar, mesai saatleri içerisinde bu tür faaliyetlerden şikâyetçi olsalar da zamanla onlar da “teknolojik gelişime” teslim oldular.

Hayatımıza renk gelmiş, bir oyuncağımız olmuştu!

İlk zamanlar iş yerlerinde oyun oynayan, chat (sohbet) yapanlar için birileri geldiğinde “yakalanmamak” adına, uygulamaları görünür olmaktan çıkartan yama programlar bile geliştirilmişti. Bu program “patron tuşu” sayesinde gizlilik sağlardı. Ekran, gelenler tarafından ilk anda görünmeyecek bir açıya getirilir; oyun, chat ekranı vs. kapatılmadan kısa yol tuşuyla “hop” gizlenirdi. Gelen kişi, ekranda ne çalışılıyorsa sadece onu görür ama arka planda “meşgale” açık kalır ve kişi gidince bir kısa yol tuşuyla “faaliyete” geri dönülürdü. Sonrasında bir faaliyet, bir faaliyet aman ya Rabbi…

Çok büyük zaman ve iş gücü kayıplarının yaşandığı bu yıllar, konsantrasyonumuzun bozulmaya başladığı ilk yıllardı. 

İnternet yaygınlaşınca iş kontrolden çıktı. Bilgisayar başında gazete okuyanlar, forumlarda yazışanlar, çevrimiçi oyunlar, cinsel içerikli sitelerde saatlerini öldürenler, neler neler… 

Bilgisayarların anne-baba-çocuk arasında, kapanın elinde kaldığı o yıllarda, henüz dizüstüler, tabletler yoktu. Kişisel bilgisayar diye adlandırılan bu PC’ler de herkese nasip olmayacak kadar pahalıydı. Ebeveynler, “Ben yoklukla büyüdüm ama şimdi uzay çağındayız, benim çocuk okusun, âlim olsun.” diye paraya kıyarak en hızlısından bilgisayarlar aldı. Niyet müthişti ama çocukların çoğu o bilgisayarlarda sadece oyun oynadı ve internette gezinip durdu. Aralarından âlim olan çıktı mı bilemiyorum ama 20 sene önce çocuk olanların bir bölümü bugün oyun oynamaya devam ediyor hâlâ…

Geçen bu 20 yıl içerisinde toplum olarak odağımızı kaybettik. Bilgisayar başında öldürülen zamanları, güncel rutinimiz olarak normalleştirdik. Eskilerin deyimiyle “eli işte, gözü oynaşta” günlerimizi yaşamaya başladık. Artık televizyondan sonra bağımlı olduğumuz nur topu gibi yeni bir ekranımız daha oldu. 

Teknolojik gelişimin baş döndürücü hızından ayakta duramıyoruz artık… 

Dizüstü ve tablet derken akıllı telefonlar, mobil internet erişimi ve akıllı telefonlarla bilgisayarlar artık cebimizde.

Abuk bir çağdayız.

Normalleştirilen anormallikleri yaşarken 7’den 70’e ekran bağımlısı ve sosyal medya obezi olduk!

Uzmanlar uyarıyor ama nafile!

Anne ve babalar geçmiş yıllardan hâlâ bir ders çıkartamadığı gibi şimdilerde oyalamak için bebeklikten itibaren çocuklarını ekran bağımlısı hâline getiriyor.

Ne yazık!

Ömer ORHAN

Keller ve fodullar çağında yeni bir meslek doğuyor



Dünya, şuan için sistem kurmaktan çok kurulan sistemin kabul görmesi/tutunması için uğraşıyor. Bu anlamda geleceğin en önemli mesleklerinden birisi “Tutunduruculuk” olacak. 

Ne demek bu tutundurma işi diye düşünenler için biraz “düncel”, biraz güncel, biraz da gelecek penceresinden bakalım…

19. yüzyılda yeni buluşlar ve sanayi alanında yaşanan gelişimler neredeyse iki yüzyıl içerisinde sorgulanarak kabul gördü. Yeniliklerin tümünün anlatılması ve benimsenmesi yani icatların ve gelişme anlamında tutundurma işi el birliği ve zamanla oldu. Elbette zaman boldu, kimsenin zamanla ilgili bir sorunu yoktu.

Şimdi bilgi çağındayız ve vakit nakit!

Artık ciltler dolusu kitapları okumak için kimsenin “vakti yok”, gerek de yok! “Başlıkları” bilmek yeterli. 

Facebook, Twitter gibi sosyal ağlar sağ olsun; çoğu zaman bir görselle servis edilen ve birkaç cümleden ibaret bilgilerin aktığı dev bir akarsu gibi… Üstelik ne zaman açarsan aç akıyor. Şöyle bir göz atmak kâfi… Tarihten coğrafyaya, felsefeden edebiyata, siyasetten dedikoduya ne ararsan var. 

Gerçi kulaktan kulağa oyunu gibi ilk söyleyenle son söyleyen arasında lafın benzerliği yok ama “kafaya takan” da yok. Millet sevdi bu işi.

Çok şükür artık her konuda fikrimiz var. Çok sıkışırsak Google “amcaya” bakıyoruz. Bir arama motorundan çok daha fazlası. İşler görece olarak kolaylaştı ama maalesef derinlik kalmadı. Uzmanlıkmış, ehliyetmiş hak getire. Bu arada bilgimiz yüzeysel olsa da egomuz tavan.  

Tam olarak keller ve fodullar çağı desek yanlış olmaz. Sen şimdi herkesin her şeyi bildiği bu çağda gel de sistem kur ve onun benimsenmesini sağla. 

İşte tam olarak bu zamanda kel ve fodullar için “tutundurucu” lazım!

Artık milyonluk yatırımlar yaparak sistemler kurmak yetmiyor. Kurulan sistemin işlemesini sağlamak için de ayrı bir çaba ve sistem gerekiyor. İstediğiniz kadar büyük bir işletme veya kurum olun fark etmez. Sonuçta çalışanlarınız bilgi çağı insanları. Hepsinin akıl hocası olarak birer akıllı telefonu ve en azından birer tableti mevcut.

İşte herkesin fikrinin olduğu böylesi bol bilgi kirliliğinin bulunduğu bir çağda, birilerinin alışkanlıkları kaldırarak yeni sistemleri kurması, geliştirmesi ve çalışır duruma getirmesine ihtiyaç var.

Özellikle kalite hedefleri belirleyen kurumlar, hedeflerine ulaşarak, en kısa zamanda en efektif sonuçları almak isterler. Bunun için kurulan sistem ne olursa olsun en kısa sürede kullanılır duruma getirilmesi gerekir. Gecikme nedeniyle sistemin tümüyle aktif duruma getirilememesi ona olan inancı sarsacaktır. Yani yeni bir sistem için planlı, kararlı ve hızlı olunması gerekir.

Kurumun içerisinden birilerinin bu tutundurma işini yapması mümkün değil mi diye düşünebilirsiniz. Elbette olasılık dâhilinde ama her geçen gün bu olasılık azalıyor. Gelecekte iddialı kurumlar sistem kurma işlerini şansa bırakmayacak.

Her alanda uzmanlığın önem kazandığı çağımızda bir sistemin kurulması dışında benimsenerek en iyi şekilde çalışmasını sağlamak için birilerine ihtiyaç duyulacaktır. 

Bu birileri; temel mühendislik, psikoloji, işletme, bilişim teknolojileri bilgileri alarak geliştirilecek bir meslek grubundan olmalı ancak bunu seçecek kişilerin iletişim becerileri de yüksek olmalı diye düşünüyorum.

“Tutundurma” işi için bir isim düşünmedim ama inanıyorum ki bu mesleği programına dâhil edecek yükseköğretim kurumları en havalı ismi bulacaktır.

Ömer Orhan

Okullarda yazının önemi ve yazışma usulleri…



Bir kurumda belirli, beklendik ve istendik bir kültür oluşturmak için birçok konuya dikkat etmek gerekir. Bu yazıda yazışma, kayıt ve bellek/arşiv konusuna dikkat çekilmektedir.

Kurumsallaşamamış yerlerde en çok tercih edilen iletişim yolu sözeldir. Direkt veya telefon gibi araçlarla verilen talimat ve ricalarla iş görülmeye çalışılır. Bunu en çok tercih edenler de maalesef yöneticiler olur ki işte bu kurumsallaşmanın önündeki en büyük engeldir.

Son yıllarda teknolojinin gelişimine bağlı olarak ortaya çıkan iletişim araçları, resmî yazışma usulleriyle birlikte bir gelenekten çok daha fazlasını yok etmeye başlamıştır. Elektronik yazışma, dokümanları saklama koşulları ve düzen anlamında kurumlarda boşluklar oluşturmaktadır. 

Maalesef Whatsapp başta olmak üzere farklı yazılımların günümüzde yöneticiler arasında, yönetici ve öğretmenler arasında hatta -doğruluğu ciddi olarak tartışılması gereken- öğretmen veli/öğrenciler arasında oluşturulan gruplarla sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. Bu öylesine kontrolsüz şekilde gelişmektedir ki resmî kurumların da bu alanı “legalize” ettiği görülmeye başlanmıştır. Ancak hızla yayılan bu kullanım; beraberinde birçok iletişim hatalarının ve kazayla yapılan paylaşımların su yüzüne çıkmasına neden olmakta, kişi ve kurumları sıkıntıya düşürmektedir.

Okullarda resmî, gündelik yazışmalar ve sosyal duyurular anlamında tüm iletişim ihtiyaçlarının çerçeveleri belirlenmelidir. 

Yönetici ve öğretmenler, sosyal medya hesaplarını okullarında öğrenim gören öğrenci ve velileri ile paylaşmamalıdır. Bu ortamlarda yapılan paylaşımlara şahit olmak, bunlara görüş bildirmek ve bunların içinde yer almak saygınlığın kaybolmasına neden olabilir ki eğitimcilerin böylesine bir riski almasına gerek yoktur. 

Hangi seviyede olursa olsun yönetici, işle ilgili konularda iletişim aracı olarak yazıyı kullanmalıdır. Toplantılarda ve yüz yüze görüşmelerde ifade edilenler, sonrasında bir şekilde yazıya dökülerek kayıt altına alınarak iş akışı buna göre sağlanmalıdır.

Yazı kültürü olmayan, arşiv oluşturulmamış kurumların belleği, orada bulunan insanların hafızası kadar var olacaktır. Anlatılanlar ise sadece hatırlanan ölçüde birer hikâye olarak bilinecek, insanlar yok olduğunda geriye sadece söylentiler kalacaktır. 

Antik çağlardan itibaren edinilen detaylı bilgilerin çoğunun yazıyla bizlere ulaşmış olduğu unutulmamalıdır. 

Okullarda müdürler, resmî yazışma usullerini ve düzenini oluşturacak birinci kişilerdir. Şu an için devlet tarafından oluşturulan desimal dosya sisteminin yanı sıra, elektronik ortamda yazıların saklanması, bir sistem dâhilinde yıllara göre arşivlenmesinden onlar sorumludur. Elbette önce kendilerinin bu sistemi detaylıca öğrenmesi ve kendi kurumunda oluşturması gerekir. Bunun için tüm çalışanların hizmet içi eğitimlerinin sağlanması ve uygulamanın denetlenmesi de gerekir.

Yazılarda; konu, sayı, tarih ve başlık (hitap) nasıl ve nereye yazılır?
Yazı fontu, büyüklüğü rengi nasıl seçilir?
Yazı nasıl düzenlenir? İfade bütünlüğü ne demektir?
Yazıda hangi zaman kipi kullanılır?
Yazı ekleri olduğunda nerede ve nasıl gösterilir?
Resmî bir yazı nasıl okunur, yazıya ne zaman ve nasıl yanıt verilir?
Yazışmalarda hiyerarşik yapının bir önemi var mıdır?
Yazılar nasıl saklanır?
Dosyalama sistemi nasıl oluşturulur?

Bu ve benzer daha birçok soru sorulabilir. Bunların önemli olmadığını iddia edenler de olabilir ancak bunun sığ ve kolaycı bir yaklaşım olduğunu düşünmek gerekir. Şu an dünyanın en büyük kurumlarında yazı kültürü hâlen özenle sürdürülmektedir.

Yazışmanın ikinci boyutu ise elektronik yazışma biçimleridir. Bu yazışma biçimleri arasında en yaygın olarak kullanılan elektronik postadır. Bunun dışında kapalı şifreli alanlarda oluşturulmuş mesaj alanları ve sosyal medya da bulunmaktadır.

Kurumsal yapılarda elektronik posta adreslerinin uzantısı, kurum tarafından belirlenmeli ve kurumsal adı içermelidir. Kurumda görev yapan tüm yönetici, öğretmen ve eğitim personelinin aynı uzantıyla adlarına oluşturulmuş bu e-posta adreslerini kullanması sağlanmalıdır. Kurum içi ve kurumsal bağlamdaki tüm yazışmalarda bu e-posta adresleri kullanılırken de genel anlamda kabul görmüş yazışma usulleri mutlaka gözetilmelidir.

Nasıl ki arkadaşınıza yazdığınız özel bir mektup üslubuyla resmî bir yazı üslubu farklıysa aynı şekilde e-posta yazarken de kime yazıldığına, ne amaçla yazıldığına da dikkat edilmelidir. Özellikle de bilgi kısmında yer alan kişilerin aynı konudan haberdar olacağı düşünülerek yazının kaleme alınış şekline, hitaba ve sonuç kısmına özen gösterilmelidir. Ayrıca unutulmamalıdır ki e-postalar bilgi kısmında yer almayan kişilerle de daha sonra paylaşılabilmektedir.

Bu anlamda yazının paylaşıldığı (“forward edildiği”) kişi daha önceki yazışmaları okuyarak hem yazışma hakkında bilgi sahibi olacaktır hem de yazışmayı yapan kişilerin üslubu hakkında fikir edinecektir.

E-posta kime yazılır? Bilgi kısmına kim/kimler eklenir?
Bilgi kısmında yer almak ne anlama gelir?
E-postada hitap ne şekilde olur?
E-posta yazarken kullanılan fontun seçimi nasıl yapılır, ne olmalıdır?
Büyük harfle yazılmış yazı ne anlam ifade etmektedir?
Kalınlaştırılmış (bold) yazı ne ifade eder?
Bir sözcüğün ya da sözcüklerin altını çizmek ne anlam taşır?
E-postada yazı renklendirilmeli midir?
E-posta nasıl düzenlenir?
E-posta nasıl bitirilir?
E-postada imza nasıl, nerede ve ne şekilde olmalıdır? 
E-posta ekleri nasıl oluşturulur?
E-postalar nasıl ve nerede saklanır?
Hangi yazılar paylaşılmalıdır?
Yazılar paylaşılmadığında ve paylaşılırken görüş eklenmediğinde sonuçları ne olur?
Hangi e-postaların çıktılarını almakta yarar vardır?

E-posta yazarken, görüldüğü üzere bu ve benzeri birçok konuya özen göstermek gerekir. Yukarıda sözü edilen soruların yanıtlarını öğrenmek ve bu konulara dikkat ederek yazışma yapmakta yarar vardır.

Kurum kültürünün gelişmesi için yazışma kültürünün de mutlaka gelişmesi beklenir. Bu konunun toplantılarda görüşülmesi, gerekiyorsa eğitim alınması, planlamanın paylaşılması ve izlenmesi uygun olacaktır.

Özellikle bir eğitim kurumunda yazılan yazıların dil bilgisi ve anlam bakımından irdeleneceği ve örnek olması gerektiği akıldan çıkartılmamalıdır.

Elbette kurumlarda zaman içerisinde ve bir şekilde “bir kültür” oluşacaktır; ancak kurum yöneticileri, uygulamalarıyla hem kurumun kalite politikasını hem de kurumsal yapısını oluşturduklarını ve bunun sonucunda da kurum kültürünün ortaya çıkacağını unutmamalıdır!


Ömer ORHAN