Bir varmış bir yokmuş, evvel
zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler
berber, develer tellal; zanaatkâr,
köylü, hokkabaz, asker, vezir, saraylı yani “alayı” hükümdarın kuluyken…
Astığım astık, kestiğim kestik
günleri…
Dünyanın her yanında insan
egemenliğinin hüküm sürdüğü, hatta bazılarının
daha da “egemen” olduğu zamanlar. Bir sefahat bir sefahat sormayın gitsin!
Savaşlar, hep daha çok toprak
ve ganimet için. Ganimet eşittir emek hırsızlığı. Biri yapıyorsa diğerleri için
de mübah görülen karanlık çağlar.
Halka öğretilen yegâne şey, boyun
eğmek…
Başta kral
olmak üzere herkesin birbirinden
korktuğu korku krallıkları!
Kralların danışmanlarının çoğu
falcı ve büyücü…
Bilim de yasak, sanat da.
Düşündüğünü paylaşamadığın,
soru soramadığın, yardım alamadığın, geleceğinin iki dudak arasında hapis
olduğu anlayışlar.
Halka çanak çömlek, asillere
zar gibi porselen… “Ye kürküm ye.” devri.
Korkuların insanlara karşı
kullanıldığı, sömürülmeye çok müsait inançlar… Sınıflara ayrılmış halk, resmen
kabul edilmiş kölelik, en risksiz geçinme
yolu ise din tüccarlığı.
Eğitim asiller için. Sıradan halkın ne okumasına gerek var ne de yazmasına.
Bilmek başa bela! Çok bilenle çok konuşanın “içine giren şeytanı” çıkartmak
şart! Mumla aydınlanan bu dönemde daha fazla “aydınlığa” hiç gerek görülmüyor!
Yönetimler için kaba kuvvet,
barbarlık, şiddet neredeyse tek yöntem olmuş. İnsanların kaderi bile farklı o
yıllarda, eceliyle ölen neredeyse yok.
Yalan, dolan ve entrikaların
çeşitli örtüler altına gizlenerek uygulandığı karanlık, çok karanlık çağlar
yaşamış insanoğlu.
İyi ki kurtulmuşuz şu zifiri karanlık Orta
Çağ’dan.
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder