Renk
insan yaşamı için önemlidir. Duvar boyayan da vardır, düşlerini boyayan da…
Boya kadar, boyayanın özeni ve becerisi de renklerle öyle hayat bulur ki “boyamak”
çok daha önemli hâle gelir. Bu nedenle boyarken estetik kaygılar taşıyan ve
benzersiz eserler ortaya çıkarana sanatçı diyoruz. Herkesin sanatçı olmasını,
estetik kaygılar taşıyarak eser ortaya çıkartmasını isteyemeyiz; ancak her
zaman işini en doğru şekilde yapmasını bekleriz.
Bu
anlamda mesleğine ve kendine saygısı olanlar, işini özenle yapmaya çalışır. Her
zaman en önemli denetleyicisi kendisidir çünkü bu tür insanların başında
birinin durmasına, onu denetlemesine gerek yoktur. Hiçbir yaptırım veya
denetim, kendine olan saygının üzerinde değildir. İşini tutkuyla yapan insan,
kolaycılığa yeltenmez. Kopyacılığı tercih etmez. O, her zaman kendini kendine kanıtlamanın ve geliştirmenin telaşındadır.
Çoğu zaman idealleri ve hayalleri, her türlü kazancın da üstündedir.
Herkes
bu bilinçte değildir ama tüm meslek gruplarında mutlaka bu tür insanlar “belli oranda”
da olsa vardır. Onların mesleğe kattığı değerden diğer meslektaşları da
yararlanır ki çoğu zaman bu yararlanma,
değer katandan daha fazladır.
Dünya,
sanayileşme, teknolojik atılımlar ve kapitalizmin yarattığı illüzyonla
kontrolden çıkmışa benziyor. 50 yıl önceki değerlerin yerini şu an nelerin
aldığı belli değil. Son derece hızlı bir tüketim ve buna karşın mübah görülen bir üretim modeli
yaratılmış durumda. Bu hızlı tüketimi karşılamak için “mazur” görülen
niteliksiz, kalitesiz ve sağlıksız ürünler, maalesef yine bu “mübah kültürü”nün
çıktısı durumunda. Artık ne eski anlayış ne de sözün senet kabul edildiği
günler kaldı.
Eskiden
üreten kendine ve insanlara saygı ile mesleki ahlak nedeniyle emeğinin ve
işinin arkasında dururdu. İşin yalapşap yapılamayacağının altını çizmek için
“Boyacı küpü değil ki hemen batırıp çıkarasın.” denilirdi. Yapılacak işin emek
ve zaman gerektirdiği, ince bir gönderimle ifade edilirdi. Yani lafın kısası, eskiden
hata yapıldığında yüz kızarırdı. Şimdi yüzü kızaranlara yetersiz, beceriksiz ve
dirayetsiz gözüyle bakılıyor.
Sözcüklerin
derin anlamlar içerdiği günlerden, anlamlarını yitirdiği günlere gelindi. Emek
harcamadan, duyguları ve değerleri hiçe sayarak, en kısa yoldan değersiz “değerlerin” sahibi olundu. Sahip olmak
için nelerden vazgeçildiği hiç düşünülmedi. Uygarlık ölçüsü empati çoktan
unutuldu. Varsa yoksa tüketim kültürüne hizmet eden bencil yaşamların ve
bağımlılıklarla baş başa mutlu olmanın hayali kuruldu. Ne uğruna nelerden
vazgeçildiği, neyin neye mal olduğu hiç düşünülmedi.
Kimine
göre gelişim, kimine göre yozlaşma olan bu toplumsal değişim, tüm meslekleri de
etkisi altına almış görünüyor. Bazı mesleklerdeki olası hatalar, para veya
konfor kaybedilmesine neden olsa da sağlık ve eğitimdeki hataların telafisi
mümkün değil.
Yüksek
ideallerle teslim alınan ve insanların en değerli varlıkları olan çocuklarının
eğitim öğretimini üstlenen okulların sorumlulukları çok ağırdır. Böylesi bir
sorumluluğun yerine getirileceği okulların yöneticileri, eğitim kadrosunun
niteliğiyle birlikte fiziksel koşullarının yeterliliği de hayati derecede önem
taşır.
Bir
okul inşa edilmeden önce açılacağı bölgenin demografik yapısı, ihtiyaçları,
potansiyeli, koşulları mutlaka değerlendirilerek uzman kişiler tarafından
fizibilite raporu hazırlanmalıdır. Bu raporun içerisinde kurum açılmadan önceki
hazırlık dönemi, ilk yıl, 5 yıl ve 10 yıllık stratejik planlar
detaylandırılarak işletme giderleri yani mali tablolar ve alternatifli
senaryolarla aksiyonlar belirtilmelidir. Eğitim öğretim kadrosunun
oluşturulması ise bambaşka beceri gerektiren, en önemli ve en “pahalı”
kısımdır. Popülizm, bu tür raporlar hazırlanırken uzak durulması gereken bir yaklaşımdır.
İster
devlet okulu ister özel okul olsun; plansızlık, hayalperestlik, ticari kaygı ve
beklentilerle eğitimi ucuzlatmaya çalışmak, beraberinde trajik çöküntüler
getirir. Sorumlulukların yerine getirilmesi için yüksek idealleri olan,
mesleki, insani ve duygusal yeterliliği tam eğitimciler gereklidir.
Eğitimcilik
ve öğretmenlik, üstünkörü yapılacak bir “iş”
değildir. Sıradanlık, kolaycılık, tembellik, yetinme, kanıksama, kötümserlik,
vazgeçme, hafife alma, görmezden gelme, bağnazlık, ön yargı, ayrıştırma, düşüncesizlik,
saygısızlık, meraksızlık, cahillik ve her şeyden önemlisi sevgisizlik,
“eğitimciyim” diyenlerde bulunmaması gereken özellik ve yaklaşımlardır.
Öğrencileri
sadece birer “sayı” olarak görmek,
büyük bir yanılgıdır. Her öğrenci
değerlidir, istatistiksel veriler ve genellemelerin
içinde kaybedilemez.
Eğitimciler,
öğrencilerinin her birinin farklı bir renk olduğunu kabul etmeli, bilmeli,
onları aynı “boya küpüne batırmamalıdır”.
Boyacı
küpleri kırıldığında, eğitim öğretimde
özlenen başarı elde edilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder