Dershaneler
kapanacak denildi ve yönetmeliklerden sözcük olarak çıkartıldı ama hayatımızdan
çıkartılamadı.
Temel
lise diye bir okul türü yaratılarak dershanelerin yarı dershane yarı okul olan kurumlara
dönüşmesine izin verildi. Ancak bunların yaşam süresi olarak da 2019 yılı
belirlendi. 2018-2019 Eğitim-Öğretim Yılı sonunda kapanmaları kanunla
sabitlendi.
Dershane
lafı kaldırıldı ve kapatılmaları için ilk adım atılmış oldu ancak yerine özel
öğretim kursları çoğaldı ve sözcük olarak kaldırılsa da “iş” olarak aynı işe
devam edildi.
Bu
arada devlet, özel okulculuğu teşvik etmek amacıyla özel okullarda çocuklarını
okutanların bazılarına -ki bu bazılarının ekonomik anlamda ihtiyacı olan
kişiler olması gerekiyordu ama maalesef tam anlamıyla ihtiyaç sahipleri bulundu
mu tartışılır- maddi destek sağladı. Bu süreçte kim var kim yok okul açmaya, okulculuğu kazançlı bir yatırım olarak görmeye başladı. Her
semtte onlarca özel okul açıldı.
Devlet,
birkaç yıl bu desteği verdi ama o da kademeli olarak kaldırıldı. Ne var ki uzun
yıllardır tartışılan özel okul eğitim ücretinden alınan KDV bir türlü
kaldırılmadı. Oysa devletin özel okulculuğu desteklemesinin en samimi
göstergesi belki de buydu. Yani devlete “yük” olmadan kendi parasıyla çocuğunu
okutan kişiden de vergi alınmaya devam edildi, ediliyor… Özel okulculuğun
teşvik edildiği söylemi ise bir anlamda yarım kaldı.
Bu
arada hakkını yemeyelim, devlet belirli bir miktar yatırımın üzerinde yatırım
yapanları teşvik kapsamında değerlendiriyor ve desteğini sürdürüyor ancak
okulculuktaki yatırım uzun soluklu ve geri dönüşü birçok kritere bağlı.
Özel
okul açmak için sadece maddi güç yeterli değil. Hele kıt kanaat, elinde ne
varsa yatırarak bir bina tutup -ki bu binaların çoğu okul olarak imar
edilmemiş- içini sıra ve tahtalarla donatarak okulculuk yapmaya çalışmakla bu
iş hiç mi hiç olmuyor.
Okul
binası ne kadar büyürse işletme giderlerinin de arttığı, kampüslerin -yani
bahçesi büyük ve birkaç binadan oluşan komplekslerin- giderlerinin tahminlerin
çok üstünde olduğu nedense hiç hesaplanmıyor. Gösterişli okulun başarılı olacağı, cazibe yaratacağı ve “çok
kazanç” getireceği düşünülüyor. Keşke her şey bu kadar basit olabilse. Yani iş
kampüste veya binalarda da bitmiyor. Sürdürülebilir başarı gösteren bir okul
yaratmak düşünüldüğünden çok daha zor.
Okul
yapısal olarak kırılgandır. Birçok kriteri yerine getirmek ve aynı anda
yapılandırmak gerekir. Öncelikler
arasında ise ilk sırada her zaman insan
gelir. Kariyer planlaması doğru yapılmış, akılcı insan kaynakları yönetimi,
okul için zorunludur. Bu anlamda yaratıcı ve liderlik vasıfları yüksek yönetim ile
birlikte “güçlü” öğretim kadrosu olması, öğretmenlerin haklarını tam alması ve
mutlu olmaları gerekir. Belirli bir oranın üstünde sürekli değişen öğretim
kadrosu (bu oran kadronun maksimum %10’udur), okullar arası kırıcı, etik dışı ve agresif
rekabetle yapılan işin ucuzlatılması,
okulun “ömrünü” kısaltır.
Şu
an izlediğim kadarıyla okullar arasında “anlaşılamaz” ve eğitimcilikle
bağdaşmayacak derecede ağır bir rekabet var. Ticari kaygılarla yapılan “işler”,
eğitimi her anlamda yaralıyor. Yönetici ve öğretmen transfer edenler,
birbirinin öğrencisini almak için velilere mesaj atanlar, arayanlar, çok düşük
ücretle öğrenci kaydedenler… Durum, bence vahim!
Gerçek
şu ki, çok kısa sürede yüzlerce okul yapabilir ya da yıkabilir, kural koyup
kaldırabilir, verir veya alırsınız bunlar kısa süreler içerisinde uygulanır ve
izleri çabuk kaybolur. Ancak günümüzde değerini hâlen koruyan eğitimciliğin içini boşaltırsanız bir
daha geri dolduramazsınız.
Can
havliyle ve ticari kaygılarla etik dışı davranışların faturasının çok ağır
bedelleri olacağını düşünüyorum. Bu davranış şekli, alışkanlıkları ve bakış
açılarını değiştirir. Sonunda tüm ülke, eğitimi
ticaret alanı, eğitimciyi de tüccar
olarak görmeye başlar. Zamanla eğitimin içinde barındırdığı değerler bütünü ve “büyü” bozulur.
Neresinden
tutsak elimizde kalır!
Etik
kısmını defalarca yazdığım için bu alana daha fazla girmek istemiyorum. Ancak
maddi kısma biraz değinmemde yarar var.
Eğitim
öğretim faaliyetlerini hakkıyla yapan, öğretmenlerinin emeğinin karşılığını
veren, sürdürülebilir eğitim-öğretim politikaları gerçekleştiren okul olabilmek,
hiç de göründüğü gibi ucuz değil. Bunu düşük maliyetlerle becereceğini
söyleyenler, mutlaka bir yerlerde hesap hatası yapmış demektir ve kısa zamanda
bu hata okulun sonunu getirir.
Son
birkaç yıl içinde “ortalık” büyük ümitlerle açılan ancak çoğu üç yılı tamamlamadan
kapanan okullarla doldu. Meslek hayatını özel okullarda geçirmiş olan ben ve
benim gibi eğitimcilerle son günlerde bazı bakanlık bürokratları bu sayının çok
daha artacağını söylüyor ya, umarız biz yanılırız.
Bir
okulun kapanmasının yarattığı travmaların önüne geçmek amacıyla, Devletin,
eskiden de olduğu gibi okul açmak isteyenlerden teminat isteyeceği konuşuluyor.
Bu teminatın ne olacağı, hem özel okulculuğun önünü açarak teşvik ederken, hem
de okulun sürdürülebilir olmasını nasıl sağlayacağını sanırım yaşayarak
göreceğiz.
Gerçek
olan şu ki, 200 yıllık geçmişe sahip okul sistemi, maliyet olarak her ne kadar
bire bir eğitimden daha uygun olsa da yine de pahalı bir iş! Okulculuğu kısa
vadede kazanç kapısı olarak görmek ise büyük bir yanılgıdır.
Her
ne kadar ticari bir faaliyet olsa da özel okulculuk, çok ciddi anlamda
fedakârlık isteyen “gönül” ve sabır işidir.
Özel
okul açmayı düşünenlere önerim; hazırladıkları fizibilite raporuna göre ortaya
çıkan yatırım maliyetinin en az iki katı
ekonomik güce sahip olmaları gerektiğini ve bunu zaman içerisinde açacakları
okula peyderpey harcayacaklarını akıllarında tutmalarıdır.
Eğitim-öğretimin
tüm süreçleri ile yapılan işin doğruluğu ayrıca tartışılır ama devlet veya
özel, kim yaparsa yapsın, sonuçta eğitim dünyanın her tarafında pahalı bir
iştir. Eğitim maliyetlerini ucuzlatalım
derken eğitimi ve eğitimciliği “ucuzlatmamak” lazım!
Ömer
ORHAN
Eğitimin kötü olup dersanelere ihtiyaç duyulan sistemlerde dersaneler arası ticari rekabette kaçınılmaz olarak gelinecek nokta şüphe,şaibe, içsel bilgiye erişim, etik ve yasa dışıliktir. Her sınav türü ve döneminde benzer konular toplumu yormaktadır. Çözüm tüm eğitim alanlarında köklü düzenlemeler ve dersanelerin kapatılmasıdır.
YanıtlaSilFethi Yılmaz yazdı 04.03.2019
Tıpta Uzmanlık Sınavı sonrasında ÖSYM’nin soruları ve cevap anahtarını yayımlamadan önce sınav soruları sosyal medyada yer aldı. 24 Şubat 2019 Pazar günü gerçekleşen Tıpta Uzmanlık Sınavı öncesinde soruların Whatsapp gruplarında paylaşıldığı iddia edilirken, TUS sorularının çalındığı tartışmaları gündeme gelmişti.Sınav sorularının çalındığı iddiaları üzerine ÖSYM açıklama yaptı. TUS soruları ve cevap anahtarının çalındığı iddialarının odağındaki TUSDATA isimli dershane de konuyla ilgili açıklama yaptı. TUS’a giren doktorların Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne yaptıkları şikayetler ve söyledikleri, “sınav soruları çalındı mı” sorularını kuvvetlendirdi. Sınava giren bir doktor konuyla ilgili, "Bugün TUS dershanesine gitmeden başarı elde etmek çok zor” dedikten sonra, “Sızıntı iddiasının odağındaki TUS dershanesinin sınav öncesi 50 kişilik özel gizli grup oluşturduğunu ileri sürülüyor. Sınav soruları derece yapmaları için bu özel gruba verildi iddiası var. Bir de yüzde 98 soru tutturma, çıkan tüm sorulara referans spot bilgi paylaşımı sızıntı ihtimalini kuvvetlendiriyor. Binlerce tıp doktorunun emeğinin çalınmasına sessiz kalınmamalı” iddialarında bulunmuştu. Konuyla ilgili sosyal medyada ve farklı mecralarda da iddialar dile getirilmesi üzerine, TUSDATA sınava giren hocalarının soruları ezberledigini ifade etmişti. CİMER’e yapılan şikayete ÖSYM Hukuk Müşavirliği yanıt vermişti. ÖSYM açıklamasında, TUSDATA’nın “soruları ezberledik” şeklindeki açıklamasına yer verdi ve sorular ÖSYM'den iki gün erken açıklandığı için telif hakkı konusunda yasal işlem başlatılacağı ifade edildi.
ÖSYM Başkanlığı Hukuk Müşavirliği CİMER’e yapılan şikayete şöyle yanıt vermişti: ÖSYM tarafından gerçekleştirilen sınavlarda, sınavlara giren bazı adaylarca sınav esnasında sorular ezberlenerek (bazen farklı adaylarca sınav esnasında ezberlenen sorular sınavdan sonra bir araya getirilerek) sınav sonrasında facebook, twitter, instagram, whatsapp, youtube gibi sosyal medya platformları üzerinden paylaşılabilmektedir.
Orijnaline en yakın şekilde çıkartarak soruları sınav bittikten sonra whatsapp üzerinden paylaştıkları açıkça ifade edilmiştir.Telif hakkı Başkanlığımıza ait olan sınav soru ve cevaplarının 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa aykırı olarak Başkanlığımızın yazılı izni olmaksızın yayınlanması suç olduğundan sınav sonrasında soruları izinsiz yayınlayan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulmakta ve aynı zamanda erişimin engellenmesi kararı verilmesi, Sulh Ceza Mahkemesi Hakimliğinden talep edilmektedir.ilgili kişi ve kurumlar hakkında gerekli yasal işlemler başlatılmıştır.”
2019-TUS sorularının sızdırıldığı iddiaların merkezinde olan TUSDATA’nın kurucuları arasında yer alan Uzman Doktor Sami Selçukbiricik’in bağlantıları da dikkat çekiyor. Uz. Dr. Sami Selçuk Biricik, kurucu olmasının yanı sıra, çeşitli illerde yapılan TUSDATA seminerlerine konuşmacı olarak katılıyor ve DUSDATA sitesinde yazarlık yapıyor İstanbul’da İskenderpaşa Cemaati’nin lideri Muhammed Nureddin Coşan’ın vakfettiği “Asfa Eğitim Vakfı" yönetim kurulunda, TUS sorularını sızdırdığı öne sürülen TUSDATA’nın kurucusu Uz.Dr.Sami Selçukbiricik’in adı da geçiyor. Sami Selçukbiricik, Özel Asfa Ferda Koleji Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaptı.
Türkiye geçmişte ÖSYM sınav hırsızlıklarıni geçmişte çok yaşadı. Dün FETÖ’nün yaptığı sınav hırsızlıklarının sonucunda Türkiye hala bedel öderken bugün devlete yerleştirilen başka cemaatler üzerinden yine aynı iddiaların konuşulması “Ne zaman ders alacağız” sorularını da beraberinde getiriyor.Fethi Yılmaz Odatv.com