Tarih boyunca yüzümüzü nereye dönsek “O”nun “başarılarını” görüyoruz…
Uygarlıkların
beşiği Mezopotamya’ysa ranzası da Yunanistan ve Anadolu’dur. Anadolu,
adını Konstantinapolis’in bulunduğu coğrafi konuma göre güneşin doğduğu
yer olan ve Grekçe “şafak” anlamına gelen “Anatolie”, “Anatolia”dan
almıştır. Yani çeşmeden su dolduran ananın testisinin dolduğunu
bağırarak haber veren gencin “ana doldu” söylemine bağlı verildiği
söylenen isim bir efsanedir. Ancak Anadolu, koynunda sakladığı,
yetiştirdiği medeniyetlerle gerçekten anaç olduğunu göstermiştir.
Asur
kralı I. Şalmuneser, Torosların kuzeyinde karşılaştığı aşiretleri
Uruatri (Urartu) olarak adlandırmıştır. Urartular, binlerce yıl
içerisinde birçok topluma bereketini sunan bu topraklarda günümüze
uzanan izler bırakan medeniyetlerden biri olmuştur.
Urartu
Devleti’nde gerçek bir kent kültürünün varlığından söz edilebilir.
Kaleler, surlar, saraylar, sarnıçlar, kanalizasyon sistemi ve çok odalı
anıtsal kaya mezarları, bu kültürün ne denli güçlü ve akıllıca inşa
edildiklerini ortaya koymaktadır.
Böylesine akıllıca meydana getirilmiş kent kültürünü yönetenlere de bakmadan geçmek olmaz.
“O”
kendine güç ve servet kazandırırken şehri de yaşanılır bir yer yaparak
halkın saygısını kazanıyor olmalıydı. Böylece ne kadar başarılı olduğu
izlenimini herkesle paylaşıyordu. Benzer yöntemlerin hâlen
kullanıldığını çok yakınlarımızda da görüyoruz.
Günümüz
olanakları düşünülecek olursa, bu şekilde bir şehir planı hâlâ olmayan
kentlerin varlığı nasıl yorumlanmalı?.. Bilgisizlik olmadığı kesin.
Beceriksizlik? Mümkün!
Yöneticilerin
şehrin genel planından ve yönetilmesinden çok kendi çıkarlarını
düşünmeleri, birçok plansızlığa göz yummalarını da beraberinde getiriyor
olmalı.
Öyle
ya da böyle Van Gölü havzasında kurulan Urartu Devleti,
gerçekleştirdiği yağma seferleri ile sınırlarını ve zenginliğini zamanla
genişletmiştir. Bu arada ana kayalar üzerine çivi yazısı kazıdıkları
fetih yazıtlarıyla da gösteriş yapmayı ihmal etmemişler. O zamanın basın
gücü de bu işte, kazı zaferlerini kayaların üstüne, millet görsün.
Taktik?
“O”
önce bir takım stratejik yerlere saldırı düzenler, yerel hükümdarı
teslim olmak zorunda bırakırdı; gerçi hükümdarın tahtı kendisine geri
verilirdi ama o, gerekli malzemelerle insan gücünü sağlamak suretiyle
artık “O”nu desteklemeye yükümlü olurdu. Daha sonra yenilgiye uğrayan
diğer “O”nun hazinesi, Urartu merkezlerine götürülürdü. Sonunda nüfusun
bir kısmı sürgün edilerek “O”nun insan gücü kurutulur, bu insanlar
Urartu’ya yerleştirilerek oradaki köylü kesimiyle silahlı kuvvetler ve
garnizonlardaki insan sayısı arttırılırdı.
Görüldüğü
üzere tarihin her döneminde ve her coğrafyasında benzer kurnazlıklar ve
sömürge planları yapılmıştır. Az olanla yetinmek veya çıkar olmadan
paylaşmakla ilgili kromozom, Urartuların da DNA yapısından çıkartılmış
olmalı.
İnsanlığın
kodu daha o zamanlardan bozulmuş belli ki… Şu sıralar Millî Eğitim
Bakanlığı, okullarda her sınıf düzeyinde “kod” yazımı için ders
açacakmış. Sonumuz hayırlı olsun, bakalım bizim gençler hangi kodları
yazacak?
Peki
“O”na ne mi oldu? MÖ 1000-590 yılları arasında Karadeniz ve Hazar
Denizi arasında kalan bölgede yaşayan Urartular uzun süre Asurluların
akınlarına direnseler de Med’ler tarafından yok edildiler.
Etme bulma dünyası… “O”na da kalmadı işte…
…
Devam edecek
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder