Değerli
felsefeci hocamız ve eğitim yazarımız Afşar Timuçin’in kaleme aldığı “Eğitim Sohbetleri”
adlı kitabı okurken geçmişle günümüz arasında gidip geldim.
Bu
eğitim işleri tüm dünyada hep aynı, hep aynı… İktidarların gücü ve niyetine göre şekillenmiş. Yönetenler
değiştikçe politikalar da değişmiş, yetmiyormuş gibi inanç sistemleri de eğitim üzerinde etkili olmuş.
Yüzlerce
yıl geçmiş ancak insanlar hiç akıllanmamış.
Aslına bakılacak olursa arada bir “kıllanmış” ama hepsi o kadar. Eğitim uzun
süre güçlülerin elinde şekillenmiş.
Sizleri
kısa bir eğitim yolculuğuna çıkartmak isterim:
Eski
Yunan’da kent kültürlerinin gösterdiği farklılık, eğitimde anlayışlarına da
yansımıştı. Özellikle Sparta ve Atina eğitim açısından taban tabana zıttı.
Sparta bir asker toplum olduğundan askerî
eğitim ön planda tutulmuş, kendini üst sınıflara ve yurduna adamış askerler
yetiştirilmişti. Fiziksel açıdan dayanıklı gençler 20 yaşına kadar sıkı bir
askerî eğitime tabi tutulurdu. Dersler askerî içerikli beden eğitimi ve dinî
müzikti. Doğumdan itibaren zayıflara ve sakatlara toplumda yaşama şansı
verilmez, bu şekilde doğan bebekler
öldürülürdü. 60 yaşına kadar süren bir askerlik ve kendini adama… Bu kadar sıkı disiplin ve “eğitim” anlayışıyla
kurulmuş bir sistem… Sonuç? Ne Sparta kalmış ne de esamesi!
Atina,
Yunan Uygarlığının merkezi olmuştur. Edebiyat, tiyatro, felsefeye düşkün olan
Atinalılar, müzik eğitimine de önem vererek sağlıklı bir ruh ve beden eğitimi
ile de denge yakalamaya
çalışmışlardır. Sparta’da olduğu gibi çocuklar, devletin malı sayılmamış ve ilk
eğitimlerini ailelerinden almışlardır. Çocuğa refakat etmesi için pedagog (Yun. Paidagogos) denilen yaşlı köleler çalıştırılmıştır.
Pedagog=köle…
Allah’tan bugün eğitimciler “köle”
olarak görülmüyor.
Matematik,
dil bilgisi ve yazı dersleri okuyan çocuklara, lir ya da flüt çalmayı
öğretirlerdi. Beden eğitimi dersleri de açık havada yapılırdı. Bir yılın sonunda
da öğrenciler sınava alınır ve başarılı olanlara ödüller verilirdi. Motivasyon önemliydi ama eğitim o zaman da
pahalıydı ve bu eğitimi zenginlerin
çocukları alırdı. Yoksullar ise meslek sahibi olmaya çalışır, çalışır, hep çalışırdı!
Bu
arada kızların eğitimleri sadece zengin aile kızları için evlerinde okuma yazma
öğrenmelerinden ibaret olup biçki, dikiş ve ev işlerini öğrenmekle sınırlıydı.
MÖ V.
ve IV. yüzyıllarda Sokrates döneminin sofistleri, zengin çocuklarına büyük
paralara özel dersler vererek, onlara güzel konuşmayı ve doğru düşünmeyi
öğrettiler. Aslında halkın önünde etkili konuşmak, siyaset yapabilmek bir
bakıma da içerikten çok biçime dayalı demagoji
eğitimi…
Kim
ne derse desin okul denilince akla hâlen
Platon gelmektedir. O, gerçeklerden
değil düşlerinden hareket ederek bir eğitim sistemi ve okul kurguladı. Belki de
bu nedenle günümüze kadar bütün
zamanları da etkisi altında bıraktı.
Platon’un
kurduğu Akademia ile günümüz çağdaş
üniversitelerini benzetmek yanlış olmaz sanırım. Zamanında Anadolu’dan bile
öğrencileri olan bu okulun kurucusu olan Platon, Aristotales’in de yetişmesine
büyük katkı sağlamıştır.
“En
iyi eğitim ruha ve bedene edinebileceği tüm güzelliği ve tüm yetkinliği
verebilen eğitimdir. Ruha zorla
sokulan ders ruhta çok kalmaz,
gider.” “Çocuklarınıza şiddet uygulamayın, daha çok oynayarak eğitimlerini
sağlayın.” demiş Platon!
Adam daha ne desin!
Kuram
ile uygulama arasındaki uyuşmazlığı görerek, eğitimin zorla yapılmaması
gerektiğini, eğitimcinin bu anlamda başarılı olamayacağının altını çizmiş.
Bence
en güzeli de okulun girişine “Geometri
bilmeyen giremez.” yazısını asması… Herkesin diyalektiği bilmesi gerekmez
ama onun eğitimini almak isteyenlerin bu anlamda seçilmesi gerekir diye
düşünmüş ve seçmişler. Seçmişler de seçtiklerine de farklı kapılar açmışlar!
Saygı
duymak gerekir, bugün de seçerek alan okullar yok mu? Seçerek almakla bitse,
tamam da… Sonrası? Kim hangi kapıyı açıyor
iyi bakmak lazım!
Okul
önemliydi ve Romalılarda da toplum yaşamının bir parçası hâline gelerek
yaygınlaştırıldı. Artık sadece zenginlerin çocukları değil tüm halk eğitim
alabiliyordu. Okullarda okuma, yazma, hesap işleri gibi temel eğitim veriliyor,
ayrıca değerler eğitimi de önemseniyor, atalara saygı, yurt sevgisi ve aileye
bağlılık gibi konular işleniyordu. Roma İmparatorluğu, her ne kadar
Yunanistan’ı yönetsel anlamda etkisi altına almış olsa da eğitimde onlardan
feyz (ışık) aldıklarını biliyoruz. Öğretmenlik o dönemlerde de çok önemli
meslek olarak kabul ediliyor, zenginler Yunanlı öğretmenleri köle olarak çocuklarının eğitimi için kullanıyordu.
Öğretmenlik
MÖ’de önemliymiş ama eğitimcinin kendine faydası olmamış.
XI.
yüzyılda Ortaçağ’ın karanlık yıllar
olduğu bilinse de okullaşma oranının geçmişle kıyaslandığında en çok arttığı dönemdir. Hristiyanlığın
yaygınlaşması ve manastırların varlığı ile dogmatik düşünce de belirli bir
sistematikle okullarda verilmeye başlanmıştır. Papaz okullarında Platon’un
gizemciliği ile Aristotales’in akılcılığı yanaştırılmaya çalışılmıştır.
Manastır okulları herkese açık tutulmuş ancak piskopos okulları ücretliymiş,
yoksullar ise bu okullarda burslu öğrenim görmüş.
XII.
ve XIII. yüzyıllarda Paris, Toulouse, Salamanka, Oxford, Montpellier, Lizbon,
Pisa, Heidelberg, Köln, Viyana, Prag ve Basel gibi Avrupa’nın büyük
üniversiteleri kurularak eğitime verilen önem artmıştır.
Martin Luther İncil’i Almancaya tercüme ederek çoğaltmış ve yayılmasını
sağlayarak da büyük bir reform gerçekleştirmiştir.
Böylece dinî eğitimde de körü körüne inanmak değil, aklı kullanmak ve anlamak önem kazanmıştır. Gelişim
sancılı olsa da Rönesans’la birlikte bilimde ve sanatta değişim süreci başlatılmış
ve günümüze kadar meraklı, soran, sorgulayan bir Avrupa kültürü
oluşturulmuştur.
Okullarla
ilgili bu kısa turumuzda ne gördük? MÖ başlayan okul süreçlerinde okuma, yazma,
felsefe, edebiyat, matematik, müzik, geometri ve hitabet dersleri neredeyse her
yüzyılda okutulmuş. Dinî içerikli öğretim yapıldığında da düşünce ve aklın bir
kenara bırakılamayacağı kabul edilmiş.
Kıssadan hisse…
Günümüz
okullarında uygulamalı dersleri yok saymak, bu derslerde başka dersler
yaptırmak, sınavlara hazırlanmak adıyla öğretimi sığ ve keyifsiz hâle
getirmek sorumsuzluktur. Felsefe, sosyoloji
ve sanatsal derslerle deneysel uygulamaların hakkıyla yapılması da şarttır.
Kuru
ezber yerine soru soran, sorgulayan, meraklı ve düşünen insanlar
yetiştirilmediği müddetçe gelişim
olması beklenemez.
Unutmayalım
ki sınavlar da birer araçtır ve
önemli olan, aklını “doğru”
alanlarda kullanan erdemli ve medeni insanlar yetiştirmektir.
Eğitimciler
için “pedagoji” bilmek önemlidir
ancak bu devirde kimsenin “kölesi”
olmaya gerek yoktur!
Ömer
Orhan