Osmanlının son dönemlerinde
sıkça kullanılırmış ve günümüze miras kalmış olsa da ben oldum olası sevemedim
şu idare-i maslahat sözünü.
Neresinden baksanız “elinizde kalan”
bir söz…
Yapılan işin şekline göre, zamanla
bazı sözcükler sözlük anlamlarını çoktan yitirmiş. İdare, her ne kadar yönetmek anlamı taşıyorsa da ilk akla gelen
sanırım artık bu değil. En azından bende bıraktığı etki farklı.
İdare etmek, yani ne suya ne
de sabuna dokunmadan temizlik yapmak olsa gerek. Sanırım su ve sabun
kullanmadan en büyük temizliği yapana da en başarılı “idareci” denilmektedir. Yerse!..
İyi de temizlik yapacaksan su
da lazım, sabun da. Yok, olmaz! Ya sabun “gerekenden çok” köpürürse, ya elden kayarsa, ya idareci sabuna basıp düşerse… Dikkat etmeli, idareci öyle
kolay yetişmiyor, hele de suya, sabuna
dokunmayanı… Ekosistemi koruyanlar bunlar olmalı. Kuru temizleyiciler!
Etliye, sütlüye
dokunmayanlarla ne şiş yansın, ne kebap yansın diyenler de aynı familyadandır.
Çok matah bir iş yapmadıklarından olsa gerek ki, tarih
boyunca görev almış idare-i maslahatçıları hatırlayan yok. Belki hatırlayan yok
ama haklarını yememek lazım, yaptıklarını ya da daha doğru bir deyişle yapmadıklarını okuyanlar çok.
Elbette okumalı insan, dersler
çıkartmalı okuduklarından, hatta sorular sormalı. Nasıl idareci olunur? Olunur
mu, doğulur mu? Sınavı varsa sınava mı hazırlanmalı yoksa bir tanıdık mı
bulmalı?
O ya da bu, bir yolunu
buldunuz ve “oldunuz” ama durun, öyle hemen idareci olunmaz. “İdarecilik” zor iştir! Herkesi memnun etmek de kolay
değildir. Önce üstlerinin tüm özelliklerini bileceksin, ne isteyeceklerini
önceden kestirecek, nerede ne konuşacağını, ne konuşmayacağını öğreneceksin.
“Siz nasıl uygun görürseniz efendim.”, “Siz nasıl isterseniz efendim.”, “En
iyisini siz bilirsiniz efendim.” gibi efendileri memnun edecek lafları sıklıkla
kullanacak “bilinç” düzeyine ulaşmak
gerekir.
İdarecilikte işi bilmeniz
gerekmez, sizden isteneni bilmeniz yeter. Öyle, işin incelikleriymiş, işin
gelişmesiymiş gibi teferruata da gerek yok, “işi bozmayın yeter”.
İdarecilikte buz dağının
üstünü anlattık; bir de bunun alt kısmı var ki onun da inceliklerini bilmek
gerekir. Asıl “işi” yapanlar, üretenler, emekçiler, işçiler, çalışanlar,
memurlar, halk... Siz ne derseniz deyin. Buz dağının asıl kısmı yani…
İşte bu kesime, bulundukları
yeri hiç unutturmadan ve her şey yolundaymış izlenimi vererek günü kurtaracaksınız. Buz dağının altı
her zaman suyun üstüne çıkmayı isteyecektir ki, buna asla hayır demeyeceksiniz
ama onlara asla “gün yüzü” de göstermeyeceksiniz. Dağ tersine döner möner
maazallah… Döndürmeyene de maşallah!
Buraya kadar da anlaşılmıştır
sanıyorum ama “küçük bir detay” daha
var. Günü kurtarmaya çalışan bir zihniyetle ilerlemek mümkün değildir.
-
Efendim, atom altı parçacıklarla ilgili bir
çalışma başlatmak istiyorlar.
-
Atomdan ne hayır gördük ki altındaki
parçacıklarla uğraşalım. İş çıkartmayın!
İş çıkartmayın! İdare-i
maslahat edin!
Şimdi idareci olmak
isteyenlere son söz:
Vazgeçin! Olabiliyorsanız sorumluluğunu
üstlendiğiniz alandaki insanlara kulak veren, inisiyatif alan, gelişime,
değişime açık, her zaman “iş çıkartan” yönetici olun.
İdarecilikle yöneticilik
arasında bir çizgi varsa, yöneticilikle liderlik arasında uçurum vardır. Herkes
idareci olur ama yönetici olamaz.
Peki, ya lider?
Warner Bannes şöyle ifade
etmiş: “İşi doğru yapana yönetici, doğru
işi yapana lider denir.”
Buyurun gerisini siz getirin…
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder