- Donat oğlum masayı!
- Ne vereyim abime?
- Getir işte.
- …
- En iyisi ortaya karışık yap!
Bazen
menüyü okumaya bile tenezzül etmeyiz. Oysa yemeği daha lezzetli kılmak için ritüellerini
de yerine getirmek lazım. Ancak bu da bir kültür meselesi olup bilgi, ilgi ve
görgü gerektirir.
Ne
yiyeceğimize karar veremediğimizde en kolay sipariş, “ortaya karışık” olur.
Biraz ondan, biraz bundan, isteyen istediğinden alsın durumu yani. Oh, mis.
Alan razı, satan razı…
Konfeksiyon
yaşamlarımızın, ayaküstü, özensiz hâlleri.
Eğitime
baktığımızda da benzerlikler görüyoruz. Okullarda okutulan dersler; genel
kültür, alan bilgisi adı altında farklı beklenti, amaç ve “stratejiler” için çeşitlendirilmiştir.
Ortak dersler dediğimiz ve paketlediğimiz birçok ders var. Bunların, çocuklar
için önemli ve gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Ayıp
olmasın diye de birkaç dersi onların seçimine sunuyor, çoğunlukla onlar adına
da biz seçiyoruz! Adı seçmeli yani.
Her
dersi, öylesine değerli ve gerekli kılmışız ki sıkıysa öğrenme! Bu sistemde öğrenmeyen
geride kalır! Testleri yapamaz, düşük puanlar alır, not ortalaması düşer ve
sınavlarda başarılı olamaz. Kâbus gibi bir şey. Korku treninde yolculuk eder
gibiyiz. Sonunda aydınlığa ulaşacağımızın garantisi de yok üstelik. Ya yanlış
trene bindiysek?..
Derslerin
her biri ayrı bir matruşka bebek gibi açtıkça içinden başka bir bebek çıkıyor. Yani
derslerin müfredatları o kadar yoğun (konsantre) ki “sulandırmadan almak” neredeyse
mümkün değil. Neyse ki en iyi başardığımız iş, “sulandırmak”!
Okul
ve ders sürelerinin uzunluğu; programların yükünü hafifletmek yerine çok daha
fazla yoğunluğa neden olurken ne öğrenciler ne de öğretmenlerin kendilerini
geliştirmesine, keşfetmesine ve kendine zaman ayırmasına fırsat tanımıyor.
Okullar
düzeylere, düzeyler sınıflara, sınıflar kimi zaman seviyelere göre
oluşturuluyor. Farklı öğrenme biçimlerindeki öğrencilerin tümüne aynı yöntem ve tekniklerle bilgi aktarılıyor.
Anlatılanı az anlayan ve anlamayanlara ise kurslar ve kısmi ders tekrarları
yapılıyor. Bu ders tekrarları da çoğu zaman, oluşturulan karma gruplarla yine aynı
yöntemlerle gerçekleşiyor. Öğretmen konuyu ve müfredatı yetiştirme kaygısıyla
geride kalan öğrenci için daha fazla zaman ayıramıyor, bu nedenle geride
kalmanın bedelini de öğrenci ödüyor.
Ev
ödevleri ise ayrı bir trajedi! Her ders önemli olunca, her dersten verilen
ödevler de bir o kadar önemli kabul ediliyor. Gün içinde tükenmiş ve zorla
ayakta duran öğrenci her gece bir daha yıkılıyor.
Kısacası,
bunca koşuşturma içerisinde ve hayatının baharında faturayı ödeyen öğrencilerin
durumu içler acısı.
Vücudundaki
değişimleri daha anlamlandıramamış ve hormonlarına söz geçiremiyorken;
bir
nedenle dersi kaçırdığı,
sağlık
sorunu yaşadığı,
dikkati
dağıldığı,
aşık
olduğu veya aşkı olmadığı,
ailevi
sıkıntıları,
fiziki
koşulları,
ekonomik
durumunun yetersizliği,
psikolojik
çöküntüleri,
travmaları
ve çoğaltabileceğimiz onlarca nedenle odaklanamayan öğrencinin dersi anlamamak
gibi bir lüksü yok! Beylik laflarla ve kuru nasihatlerle onu anladığımızı
söyledikten sonra ne işe yaradığı belli olmayan, ortaya karışık bir sözle de görevi tamamlıyoruz. Daha çok
ÇALIŞMALISIN! Ne önerme ama!
Elbette
bu koşuşturma içinde tam öğrenme
gerçekleşmeden, süreç hızla devam ediyor. Başaramadığı duygusunu yaşayan
öğrencinin hevesi kırılıyor ve derse ilgisini yitiriyor. Öğrenmeden veya eksik
bilgiyle bir sonraki konuyu takip etmek ve anlamak zorlaştığı için, her geçen
gün başarısızlık da kaçınılmaz oluyor.
Böylesi
bir eğitim sisteminde yetişmiş öğretmenlerin durumu da pek farklı değil. Oluşturulan
okul ve sınıf düzeninde, bunca ders çeşitliliği, yoğun müfredatlar ve sınav
sistemi ile öğretmenlerin elleri, kolları bağlanarak yaratıcılıkları da yok
ediliyor. 30 yıllık meslek hayatımda çok az öğretmenin mücadeleden
vazgeçmediğini, mevcut durumu kabullenmediğini gördüm.
Oyunda
top çevirmek gibi, öğretmen topu zümre başkanına, zümre başkanı müdüre, müdür
kurucu temsilcisine, kurucu temsilcisi bakana, bakan kendinden önceki bakana,
önceki bakan daha önceki bakana… atıyor. Sonunda, herkes ağız birliği yapmış
gibi topu sisteme bırakıyor. Anlayacağınız bizim top, bir türlü ne kale ne de
pota yüzü görüyor.
Her
ne kadar TDK’ye göre “sistem” düzen
anlamına gelse de ironik bir şekilde sistemsizliğe sistem diyerek düzensizliği
kabul etmiş görünüyoruz. Aslında hakkını yemeyelim; “bir sistem” kurulmuş ama
18 yıl çocukları okullara bağlayan ve başarısızlığın tüm bedelini yine
çocuklara ödeten bir sistem bu!
18
yıl boyunca keyifle yolculuk edeceklerini düşündükleri öğrenim yolculuğunda;
bilmeden bindikleri korku treniyle
serüvene atılan öğrenciler; her istasyonda biraz daha merak, yaratıcılık ve
öğrenme isteğini yitiriyor. Korku treni makinistlerinin çoğu yolculuğu tamamlamadan,
sıkıştığında kendini trenden atıp kurtarıyor. Olan, yine öğrencilere olurken
geride sıfırlanmış bir sorgulama, öğrenilmiş çaresizlik, itaat ve salt görev
için yapılan işler kalıyor.
Ortaya
karışık öğretim sistemiyle ortalama
birikim, ortaya karışık eğitim sistemiyle de ortaya karışık bir kültür! Hepsi bu…
Ömer
ORHAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder