Ne
büyük bir kabul.
Ne
büyük bir iltifat ve ne büyük bir beklenti…
“Hocam”,
ilk defa ODTÜ’de kullanılmaya başlanmış ve sonrasında Ankara’nın geneline ve
tüm ülkeye yayılan bir hitap ve sesleniş biçimi olmuştur. Üniversite
öğrencileri kendi arasında kullandığı bu sözcüğe farklı anlamlar yüklese de toplum
tarafından pek bir benimsenmiştir.
Bundan
30 yıl önce “öğretmenim”in yerini alırken çok sorgulanmış ve özellikle ilkokul
öğretmenleri tarafından uygun görülmemiş; ancak sonraları özellikle liselerden
başlayarak tüm kademelerde yaygınlaşmıştır.
Böylesi
bir hitap sadece bize özgü değildir. Yurt dışında da benzer hitaplar olduğunu
biliyoruz. Her ülkenin seslenişi farklılık gösterse de öğretmenlere bir saygı
durumu hep var. Örneğin; İngiltere’de “Sir” (sör-efendim)! “Yes, sir”; emredersiniz/başüstüne!
Yani bir nevi bu işin pirisin, “önden buyur” demektir.
Amerika’da
hocam yerine, soyadınızla yani Bay Orhan veya Orhan Bey diye hitap edilse de, bize
fazla resmî gelir. Bizler sıcakkanlı insanlarız, yakınlaşmayı ve yüceltmeyi pek
sever, hatta biraz da abartırız.
Varsın
abartı olsun, öğretenlerimiz, hocalarımız bizim için kıymetlidir.
Öğretse
de öğretemese de “hocalık” peşin peşin
verilen bir sıfat, san (titr) olup öğretmenin oturtulduğu mertebe ve öğrenci
tarafındaki beklenti çok yüksektir.
Hz.
Ali, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” derken aslında ilim,
irfan sahibi olmak için mütevazı şekilde, öğretme işinin değerini arttırmak
adına bir harf öğretene yönelik olarak ciddi bir saygı göstermiştir.
Tarih
boyunca bilgi değerli sayılmış ve “yokluk” zamanlarında bilgi sahibi olan
kişiler ayrı tutulmuştur. Özellikle yazının bulunmasından ve kullanılmasından
sonra hemen hemen her toplumda öğretmenin varlığından ve gördüğü saygıdan
haberdarız. Ama unutmayalım ki 200 yıl öncesine kadar öğretmenler bu saygınlıklarını
herkesten çok okuyarak ve öğrenerek edinmişlerdi. Kitapların yaygın olmadığı,
bilgi kaynaklarının kısıtlı olduğu dönemlerde entelektüel birikim sahibi olmak hiç
de kolay değildi. İnsanlar karınlarını doyurma telaşı içindeyken birilerinin
soyut kavramlar üzerinde uğraşması, o dönemler için pek de akıl kârı iş
değildi. Ancak bunu yapan insanların meclisinde oturulduğunda, onların
ağızlarından çıkan sözler ve anlattıkları, diğerlerinin saygısını kazanırdı.
Kısacası
toplumun ağzından konuşan değil, topluma konuşan birileri vardı ve
bunları dinlemek herkese iyi geliyordu. Başka bir deyişle öğretmen, herhangi
bir insanın asgari bilgisinin üzerinde bilen, konuşurken farklı sözcükler
kullanan ve yazabilen insandı. Bilim, sanat ve toplumsal konularda her zaman
ortalamanın üzerinde olurdu. Öğretmeni, diğer insanlardan ayırmak son derece
kolaydı.
1436
yılında matbaa makinesinin icadıyla kitap sayısı artmış, kitaba erişim
kolaylaşmıştı. 17 ve 18. yüzyıllarda bir yandan bugünkü okul sistemi
kurulurken, öğretmenlik de spesifik hâle getirilerek branşlaşma daha belirgin
oldu. İyi mi oldu, kötü mü oldu buna siz karar verin ama bugünü tahlil
edebilmek ve sistemdeki hataları görebilmek için doğru bilinen yanlışları
ortaya çıkartmak lazımdır.
Branşlaşma,
yapılan “işi” görece olarak kolaylaştırmış olsa da zamanla öğretmenleri sadece
kendi alanlarına sıkıştırmış, öğrendiklerinin yeterli olduğunu düşündürmüş ve onları
entelektüel birikimden uzaklaştırmıştır. Oysa öğretmenlik sadece bilgi sahibi
olmakla sınırlı olmayıp bilgelik de gerektirir. Geçmişte bilgi sahibi olmak
yeterliyken günümüzde bilgiye farklı kaynaklardan erişim, bilgiyi ayıklama
(bilgi okuryazarlığı), bilgiyi dönüştürme ve bilgiyi kullanabilme becerisi çok
daha öne çıkmıştır.
Öğrencilerin
ilgisini çekmek ve saygısını kazanmak emek ister ve salt branş bilgisi,
“öğretmen” olmak için görece kabul görse de yeterli değildir.
Bildiğini
anlatıp çıkan hocaların yerini, internet üzerinden yayınlanan konu anlatım
videoları çoktan aldı. Üstelik 7/24… Aklına takılan bir şeyler mi oldu, gece
yarısı kalk ve izle. Olmadı mı 10 kere daha izle.
Okul
ve binalara hapsolmuş öğretmen merkezli sistemler; testler, sınavlar ve
puanların “gücüyle” ayakta durmaktadır.
Yaklaşık 200 yıllık bir eğitim-öğretim sistemi çoktan çökmüştür. Bugün bilgi,
artık her yerdedir, onu edinmek ise çok daha kolaydır.
Okullarda,
tüm masumiyetleriyle bizlere teslim olan çocukların, beklentilerini karşılamak
için öğretmenlerin öğrenciliklerini
terk etmemesi gerekir. Bahşedilen bu hitabın içini doldurmak ve hakkını vermek
için testler, sınavlar, sıralamalar ve diplomaların dışında motivasyon yaratılmalıdır.
Bilgiden ziyade esin (ilham) kaynağı olmak çok daha değerlidir. Esin olduğunuz
insanlar, bilgiye birçok kanaldan ulaşabilir ama öğrenme isteği olmayan kişiye
zorla bir şeyler öğretilemez. Bu denklem işe yaramaz, bilgi kalıcı olmaz Hocam!
Öğrencilerin,
bildiklerimizi bilmesini değil, bildiklerimizin ötesine geçmesini ve hayal
etmesini sağlamalıyız.
İşte,
“hocam” ağır sorumluluklar yükleyen bir sıfattır ve taşıması zordur. Sözcüklerin
önemini yitirdiği günümüzde, bize ne söylendiğine, neden söylendiğine kulak vermemiz
şart.
Çocuklar;
“hocam hocam gazı”yla şişirdiği balonu, bir iğneyle bile patlatabilir,
unutmayalım!
Öğretmenlik,
tüm dünyayı değiştirebilecek bir insana ilham olabilmek için “sihirli” bir
meslek olmakla birlikte aynı zamanda yüklendiği sorumluluk gereği “vebal”i
yüksek bir meslektir.
Öğrencilerine
ilham olan tüm öğretmenlere minnetle… Aman
Hocam!
Ömer
ORHAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder