8 Mart 2019 Cuma

Özel okullar ve bursluluk sınavı yarışı


Son yıllarda özel okulculuk görece olarak “gelişti”! Daha doğru bir deyişle özel okul sayısı arttı. Hatta o kadar arttı ki yan yana dizilmiş özel okullar nedeniyle artık Modoko Mobilyacılar Sitesi’ni aratmayacak semtlerimiz var. 

Mobilyacılar, teşhire/satış vitrinine ürünlerini koyarak reklam yapıyor. Peki, okullar “vitrine” ne koyar? Velileri okula nasıl çeker? 

Yeni açılan bir okulun kendini tanıtması hiç kolay iş değil. Çünkü okuldan çıktıktan sonra bir daha “okulun çevresinden bile geçmek istemediğimizden” olsa gerek, okulları tanımak için ana baba olmayı bekliyoruz. Gerçi, “onlar gelmezse biz gideriz” diyen birçok özel okul var ama bu okullar da alışveriş merkezlerini birer atölyeye çeviriyorlar. Bunun da doğruluğu ayrıca tartışılır. 

Bir okulun tanıtımı nasıl yapılmalıdır? 

“Reklam” özel okulculukta nasıl olmalıdır? Olmalı mıdır, olmamalı mıdır?

Detaylarına girerek bu konuyu derinlemesine incelemek ayrı bir tartışma konusudur. “Reklam”, elbette uzmanlaşmış kişilerin işi olup birçok parametreye ve hedef kitleye göre de değişiklik gösterir. 

İnsanları “varlığınızdan” haberdar etmenin birçok yolu var ama tanıtım çalışmaları yaparken işin kalitesini düşürmemek lazım. Konu eğitim olduğu için haddi aşmamak, insanları yanıltacak vaatlerde bulunmamak ve kurumu tanıtmak için de “şık” çalışmalar yapılmalıdır.

Henüz pantolonunu çekemeyen anaokulu çocuklarına kodlama öğretildiğini iddia etmek, inandırıcı olmayacağı gibi kurumsal imajı da zedeler. İnsanların zekâsı küçümsenmemeli!

Yaşadıklarımızdan yola çıkarsak; bizim insanımızın, kulaktan bilgi ve görgüye göre hareket etme eğilimi vardır. Birisi bir iş yapınca, ölçmeden biçmeden diğerleri de “sanki bir şeyden geri kalacakmış” hissiyle aynısını yapmaya başlar. Önceleri eğitimde işler böyle evirilmezdi ama özel okul sayıları arttıkça farklı olalım derken, birbirine bakarak herkes “aynı olmaya” başladı.

Son yıllarda yaşananlar, deneyimler ve sonuçlar özel okulcuların reklam konusundaki düşüncelerini değiştirdi. Özellikle dershanecilerin özel okulculuğa girmelerine bağlı olarak dershanelerde gelenekselleşen uygulamaların da okullara taşınmasına neden oldu. Bu uygulamalardan birisi, dershanelerde yıllarca uygulanan bursluluk sınavlarıdır.

Bursluluk sınavları; çoğunlukla her kurumun kendi hazırladığı ve sıralama sonuçlarına göre (sınav puanları) öğrencilere belirli indirimler (burslar) sağladığı sınavlardı. Bu sınavlara giren öğrencilerin sadece belirli bir kısmı bu burslardan yararlansa da diğer öğrencilerin ve velilerinin kuruma ayak basması/temas etmesi sağlanırdı. Başvuru anında iletişim bilgileri alınmış olan velilerle iletişime geçilerek kurumun tanıtımı yapılır, kendileri kayıt görüşmeleri için kuruma davet edilirdi.

Dershanelerin yıllardır yaptığı bu uygulama şu anda özel okullar arasında da yaygınlaştı. Hatta o kadar yaygınlaştı ki yüzyıllık okulların bile bu sınavları yaptığına şahit olmaya başladık!

“Kaçan balık büyük olur!” derler…

Özel okullar, kayıt kaygısı ile son birkaç yıldır ne yapacaklarını şaşırmış durumda. Sınavı önce yaparak avantaj sağlama düşüncesi, bursluluk sınavlarını ocak ayına kadar çekti. Bu gidişle okul açılır açılmaz bursluluk sınavları yapılırsa şaşırmayalım! Okulların stratejisi, sınavı önce yapmak, bir an önce bursları belirleyerek öğrencilerin kaydını gerçekleştirmek. Velilerin stratejisi ise çocuklarını neredeyse tüm sınavlara sokarak, en çok bursu/indirimi nereden alacaklarını görmek. Anlayacağınız, kaygı gerçekliğin önüne geçmiş durumda.

Okul, çok öğrenci alma, veli çok burs alma peşinde…

Çocuğunu özel okulda okutmak isteyen ancak maddi durumu yetersiz olan insanlar için bir anlamda bu sınavlar bir ümit oluyor. Ve ümide ihtiyacı olan o kadar çok insan olunca da sınavlara katılım hâliyle yüksek ancak kayıt olan insan sayısı çok düşük kalıyor.

Bursluluk sınavları sonunda kayıt olan öğrenci sayısı, o okulda sınava giren öğrencinin %10’nu geçmez diye düşünüyorum. Hatta bu oran çok iyimser bir oran olup bazı kurumlar, sınava giren öğrencilerin sadece %1-5 arasında kayıt alabiliyor. Sınavı yapmasalar da zaten bu oranda sayıya nasıl olsa ulaşırlar ya neyse… 

Sonuçta kafasında kavak yelleri esen çocuklar, bir sınavdan diğerine koşturulmakta. Belki de velilerin ekonomik durumları, çaresizlikleri ve yönelişleri, koşturmaya neden oluyor; ancak okul tercihi yapılırken birçok kriteri değerlendirmek gerekir.

Bursluluk sınav sonuçları neyi gösterir?

Bursluluk sınavları, öğrencilerin akademik bilgi birikimini ölçmek için değil onları sıralamak için hazırlanmaktadır. Bu anlamda öğrencilerin sınav sonuçları, onların bilgisini tam olarak yansıtmadığı gibi öğrencilerin başarısız olduğunu da göstermez. Yani ölçme değerlendirme anlamında bilimsel ve pedagojik açıdan sınavların içerikleri ve sonuçları ayrıca tartışılır.

Bursluluk sınav uygulaması yanlıştır demiyorum. Eğer bir kurumun kontenjan eksiği varsa, bunu kapatmak için elbette yönetmeliklerin izin verdiği şekilde bu sınavı yapabilir. Ancak son yıllarda yaşananlardan yola çıkarsak yolunda gitmeyen bir şeyler var. Kurucular ve müdürler okullarını yapılandırırken, veliler de tercih yaparken çok daha dikkat etmelidir diye düşünüyorum.

Şu bir gerçek ki bir okulun “reklamını” en iyi yapacak kişiler, okulun “kendi” öğrenci ve velileridir. Onların söyleyecekleri, billboardlarda verilen reklamlardan çok daha anlamlı ve etkili olur. Bu nedenle okullar, eğitim-öğretim faaliyetlerini en iyi şekilde yerine getirmeli ve popülist olmamalıdır. 

Güven, zor kazanılan ancak kolay kaybedilen bir duygudur. Bir okulun güvenilir bir kurum olabilmesi için kalitesinden ödün vermemesi gerekir. Böyle bir kurum “dağın başında” dahi olsa öğrenci kaygısı yaşamaz.

Sınavlar sadece birer araçtır. Eğitim yolculuğunda hangi araçlarla seyahat edeceğinize doğru karar verin.

İyi yolculuklar…


Ömer ORHAN

7 Mart 2019 Perşembe

Eğitimden ne anlıyoruz?


Eğitim denildiğinde sanırım ilk aklınıza gelen şey okuldur. Okul, hepimizin hayatında iz bırakan yerdir. Elbette okula iz bırakanlar da vardır ama konumuz bu değil.

Anaokulunda “okulla flörtle” başlayan serüven yerini,
ilkokulda “heyecana”,
ortaokulda “umuda”,
lisede “karamsarlığa” bırakır. Yok efendim böyle değildir diyenleri duyar gibiyim. Bu kişilere; bilmem kaç milyon insan içerisinde iyi örnekleri düşünerek hareket etmemelerini hatırlatırım. Hiçbir şey yapmasak da zaten birkaç iyi örnek kendiliğinden gelişebilir.

Okullarda, öğrenme merakıyla dolu olan öğrencilerin içindeki bu duygu zamanla alınır ve yerine pinçik pinçik, kopuk ve “kuru bilgi” doldurulur. Geride, istemsiz edinilmiş bir bilgi karmaşası ve neredeyse sıfır merakla öğrenme isteği kalır.

İnsan beyninin öğrenmeye en uygun -tabiri caizse sünger gibi- olduğu yıllar bir anlamda ziyan edilir. Yaşamla ilgili olduğu düşünülen bilgiler, yaşamla ve deneyimle sabitlenmeden aktarılmaya çalışılır. Eğitim-öğretim süreçleri, büyük bir muamma gibidir.

Öğretimle ilgili kısım ciddi sorgulama ve yeniden yapılandırma gerektirdiğinden olsa gerek, dünya üzerinde birkaç ülke dışında herkes ufak tefek düzenlemelerle 200 yıldır benzer yöntemlerle aynı öğretime devam ediyor.

Her ne kadar eğitim-öğretim ya da tek başına dile pelesenk olmuş şekliyle “eğitim” denilse de yapılan işin en büyük bölümü şu an için öğretimdir. Oysa Rönesans’ta eğitime en çok kafa yoran aydınlardan olan Erasmus, deliliğe övgü yapıtında eğitime kuşkucu bakışı savunur. Kilisenin dogmacı yaklaşımını sert dille eleştirirken, papaları İsa’nın kanına giren adamlar olarak nitelendirmiştir. Erasmus’un eğitim anlayışı sıkı sıkıya ahlak değerlerine bağlıdır. Erasmus, insanların belleklerine bilgi doldurmanın eğitim demek olmadığını görmüş, çocukların yetişmesinde anne sütünün, anne sevgisinin, baba dostluğunun, öğretmen hoşgörüsünün önemine vurgu yapmıştır.

Rousseau’ya göre ise çocuk yetiştirmede birçok yöntem kullanılmış ancak en gerekli olan kullanılmamıştır. Çocuğa iyi düzenlenmiş özgür bir eğitim-öğretim ortamı hazırlandığında en verimli sonuç alınabilir. Ancak maalesef insanlar, özgürlükle başıboşluğu birbirine karıştırdıklarından özgürlükten uzak dururlar. Oysa “Anlamanın en iyi yolu yapmaktır. En sağlam öğrenilen kendi kendine öğrenilendir.” diyen Kant’ın bu görüşü Rousseau’yu destekler niteliktedir.

MÖ 450’li yıllarda, yani bundan 2470 yıl önce Platon ne demiş: “En iyi eğitim, ruha ve bedene, edinebileceği tüm güzelliği ve tüm yetkinliği verebilen eğitimdir. Ruha zorla sokulan ders ruhta çok kalmaz, gider. Çocuklarınıza şiddet uygulamayın, daha çok oynayarak eğitimlerini sağlayın.” 

Büyük düşünürlerin “büyük” laflarını aldık, kabul ettik! Ama “Bizim de sözümüz var aşka dair” demiş şair… “Eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır.” atasözü ise Anadolu coğrafyasında, deneyimlenmiş bir saptama olarak günümüzde hâlen geçerliğini koruyor.

Maalesef bizim için eğitim; çocuğun okula gitmesi, derslerine çalışması, tam notlar alarak okulu başarması, sonra da çok para kazanabileceği bir meslek sahibi olması. Oysa insan, karmaşık bir varlık. Duyguları ve zekâsı onun yaşamını daha da karmaşık hâle getirdiği için eğitimle ilgili süreçlerde çok daha özenli olunması gerekir. Üstelik eğitim işini okullara bırakarak çözmek mümkün de değil. 

Okullar benzin istasyonu değildir. Okulları, benzin istasyonu gibi görürsek işi doğru yapmış olmayız. 200 yıldan beri, gelen öğrencilere yakıt doldurur gibi doldur bilgiyi ve gönder hayatın karmaşık yollarına... Benzinci benzini vermiş, okul bilgiyi aktarmıştır! 

Gerçi sadece verilen yakıt benzetmesinden yola çıkarsak, o bile yanlış yapılmaktadır. Yani yarış arabasında, binek bir araçta, kamyonda ve jette kullanılan yakıt birbirinden farklıdır. Anlaşılan o ki, benzinciler işini eğitimcilerden iyi yapmaktadır

Eğitimden anladığımız, amaçladığımız şey, çocukları “ağzına” kadar bilgiyle doldurduktan sonra bir sonraki eğitim kurumuna göndermek. Ne var ki eğitim, öğretimi de içine alan, bireylerin biyolojik, bilişsel, duygusal ve hazır bulunuşluklarına göre farklılık göstermesi gereken disiplinleri de kapsayan, karmaşık süreçlerin bütünüdür. Bilgi değişebilir ve daha sonra da edinilebilir; ancak kötü eğitimle öğrenim durur.

Günümüzde yeni nesil otomobillerde hibrit teknolojisi kullanılmaya başladığını biliyorsunuz. Bu teknoloji sayesinde alternatif ve yenilenebilir enerji kaynakları ile araçların ekonomik, çevre dostu ve uzun mesafeler gitmesi hedeflenmektedir. Dünya inanılmaz şekilde değişime uğrarken eğitim, milyonlarca insanın birlikte başladığı ve varış noktasına çok az insanın ulaştığı bir yarış olarak görülmeye devam ediliyor. Bir anlamda öğretim adına eğitim feda ediliyor!

Güle oynaya sevgiyle ve merakla başlayan eğitim yolculuğu, unutulmak için ezberlenmiş bilgi karmaşası ve bir kâğıt parçasından ibaret diploma ile son buluyor. 

Kısacası 18 yıl süren fragmanın ardından “bambaşka bir film” başlıyor ama ortada ne senarist ne yönetmen ne de sinema sahibi oluyor.

Animasyon ve kahkahalarla başlayan eğitim filmimiz, çoğunlukla dramla sona eriyor.
Umarım “pek yakında” oynayacak film umut olur…


Ömer ORHAN

4 Mart 2019 Pazartesi

Eğitimi ucuzlatmak!


Dershaneler kapanacak denildi ve yönetmeliklerden sözcük olarak çıkartıldı ama hayatımızdan çıkartılamadı. 

Temel lise diye bir okul türü yaratılarak dershanelerin yarı dershane yarı okul olan kurumlara dönüşmesine izin verildi. Ancak bunların yaşam süresi olarak da 2019 yılı belirlendi. 2018-2019 Eğitim-Öğretim Yılı sonunda kapanmaları kanunla sabitlendi.

Dershane lafı kaldırıldı ve kapatılmaları için ilk adım atılmış oldu ancak yerine özel öğretim kursları çoğaldı ve sözcük olarak kaldırılsa da “iş” olarak aynı işe devam edildi.

Bu arada devlet, özel okulculuğu teşvik etmek amacıyla özel okullarda çocuklarını okutanların bazılarına -ki bu bazılarının ekonomik anlamda ihtiyacı olan kişiler olması gerekiyordu ama maalesef tam anlamıyla ihtiyaç sahipleri bulundu mu tartışılır- maddi destek sağladı. Bu süreçte kim var kim yok okul açmaya, okulculuğu kazançlı bir yatırım olarak görmeye başladı. Her semtte onlarca özel okul açıldı. 

Devlet, birkaç yıl bu desteği verdi ama o da kademeli olarak kaldırıldı. Ne var ki uzun yıllardır tartışılan özel okul eğitim ücretinden alınan KDV bir türlü kaldırılmadı. Oysa devletin özel okulculuğu desteklemesinin en samimi göstergesi belki de buydu. Yani devlete “yük” olmadan kendi parasıyla çocuğunu okutan kişiden de vergi alınmaya devam edildi, ediliyor… Özel okulculuğun teşvik edildiği söylemi ise bir anlamda yarım kaldı.

Bu arada hakkını yemeyelim, devlet belirli bir miktar yatırımın üzerinde yatırım yapanları teşvik kapsamında değerlendiriyor ve desteğini sürdürüyor ancak okulculuktaki yatırım uzun soluklu ve geri dönüşü birçok kritere bağlı.  

Özel okul açmak için sadece maddi güç yeterli değil. Hele kıt kanaat, elinde ne varsa yatırarak bir bina tutup -ki bu binaların çoğu okul olarak imar edilmemiş- içini sıra ve tahtalarla donatarak okulculuk yapmaya çalışmakla bu iş hiç mi hiç olmuyor. 

Okul binası ne kadar büyürse işletme giderlerinin de arttığı, kampüslerin -yani bahçesi büyük ve birkaç binadan oluşan komplekslerin- giderlerinin tahminlerin çok üstünde olduğu nedense hiç hesaplanmıyor. Gösterişli okulun başarılı olacağı, cazibe yaratacağı ve “çok kazanç” getireceği düşünülüyor. Keşke her şey bu kadar basit olabilse. Yani iş kampüste veya binalarda da bitmiyor. Sürdürülebilir başarı gösteren bir okul yaratmak düşünüldüğünden çok daha zor.

Okul yapısal olarak kırılgandır. Birçok kriteri yerine getirmek ve aynı anda yapılandırmak gerekir. Öncelikler arasında ise ilk sırada her zaman insan gelir. Kariyer planlaması doğru yapılmış, akılcı insan kaynakları yönetimi, okul için zorunludur. Bu anlamda yaratıcı ve liderlik vasıfları yüksek yönetim ile birlikte “güçlü” öğretim kadrosu olması, öğretmenlerin haklarını tam alması ve mutlu olmaları gerekir. Belirli bir oranın üstünde sürekli değişen öğretim kadrosu (bu oran kadronun maksimum %10’udur), okullar arası kırıcı, etik dışı ve agresif rekabetle yapılan işin ucuzlatılması, okulun “ömrünü” kısaltır

Şu an izlediğim kadarıyla okullar arasında “anlaşılamaz” ve eğitimcilikle bağdaşmayacak derecede ağır bir rekabet var. Ticari kaygılarla yapılan “işler”, eğitimi her anlamda yaralıyor. Yönetici ve öğretmen transfer edenler, birbirinin öğrencisini almak için velilere mesaj atanlar, arayanlar, çok düşük ücretle öğrenci kaydedenler… Durum, bence vahim!

Gerçek şu ki, çok kısa sürede yüzlerce okul yapabilir ya da yıkabilir, kural koyup kaldırabilir, verir veya alırsınız bunlar kısa süreler içerisinde uygulanır ve izleri çabuk kaybolur. Ancak günümüzde değerini hâlen koruyan eğitimciliğin içini boşaltırsanız bir daha geri dolduramazsınız.

Can havliyle ve ticari kaygılarla etik dışı davranışların faturasının çok ağır bedelleri olacağını düşünüyorum. Bu davranış şekli, alışkanlıkları ve bakış açılarını değiştirir. Sonunda tüm ülke, eğitimi ticaret alanı, eğitimciyi de tüccar olarak görmeye başlar. Zamanla eğitimin içinde barındırdığı değerler bütünü ve “büyübozulur.

Neresinden tutsak elimizde kalır! 

Etik kısmını defalarca yazdığım için bu alana daha fazla girmek istemiyorum. Ancak maddi kısma biraz değinmemde yarar var. 

Eğitim öğretim faaliyetlerini hakkıyla yapan, öğretmenlerinin emeğinin karşılığını veren, sürdürülebilir eğitim-öğretim politikaları gerçekleştiren okul olabilmek, hiç de göründüğü gibi ucuz değil. Bunu düşük maliyetlerle becereceğini söyleyenler, mutlaka bir yerlerde hesap hatası yapmış demektir ve kısa zamanda bu hata okulun sonunu getirir.

Son birkaç yıl içinde “ortalık” büyük ümitlerle açılan ancak çoğu üç yılı tamamlamadan kapanan okullarla doldu. Meslek hayatını özel okullarda geçirmiş olan ben ve benim gibi eğitimcilerle son günlerde bazı bakanlık bürokratları bu sayının çok daha artacağını söylüyor ya, umarız biz yanılırız.

Bir okulun kapanmasının yarattığı travmaların önüne geçmek amacıyla, Devletin, eskiden de olduğu gibi okul açmak isteyenlerden teminat isteyeceği konuşuluyor. Bu teminatın ne olacağı, hem özel okulculuğun önünü açarak teşvik ederken, hem de okulun sürdürülebilir olmasını nasıl sağlayacağını sanırım yaşayarak göreceğiz.

Gerçek olan şu ki, 200 yıllık geçmişe sahip okul sistemi, maliyet olarak her ne kadar bire bir eğitimden daha uygun olsa da yine de pahalı bir iş! Okulculuğu kısa vadede kazanç kapısı olarak görmek ise büyük bir yanılgıdır.

Her ne kadar ticari bir faaliyet olsa da özel okulculuk, çok ciddi anlamda fedakârlık isteyen “gönül” ve sabır işidir.

Özel okul açmayı düşünenlere önerim; hazırladıkları fizibilite raporuna göre ortaya çıkan yatırım maliyetinin en az iki katı ekonomik güce sahip olmaları gerektiğini ve bunu zaman içerisinde açacakları okula peyderpey harcayacaklarını akıllarında tutmalarıdır.   

Eğitim-öğretimin tüm süreçleri ile yapılan işin doğruluğu ayrıca tartışılır ama devlet veya özel, kim yaparsa yapsın, sonuçta eğitim dünyanın her tarafında pahalı bir iştir. Eğitim maliyetlerini ucuzlatalım derken eğitimi ve eğitimciliğiucuzlatmamak” lazım!

Ömer ORHAN