İnsan
hayatında eğitim-öğretim süresi sizce ne olmalıdır? Kaç yıl okula gitmek
yeterlidir?
Doktora
düzeyine çıkılacaksa 21 yıl ve belki biraz üzeri, sadece okuryazar olmak yeter
deniyorsa 4 yıl kâfi… Biz ortalama 16 yıl diyelim ve iyimser bakış açısıyla
yükseköğretimi de dâhil edelim.
Olur
mu? Yeter mi?
16
yıl… Dile kolay!
İnsan,
hayatının en sağlıklı ve önemli bölümünden büyük bir kısmını gözünü kırpmadan eğitime ayırıyor. Ne büyük beklenti ve
elbette ne büyük güven! Kime? Önce anne babalara, sonra da ülke ve kurum
yöneticilerine…
Yapılan
iş tamamsa helali hoş olsun, sorun yok ama yaşama hazırlanmak için çoğu yaşam
becerilerinden uzak eğitim öğretim süreçleri geçiriliyorsa, yazık.
Bizde
durum hep bir sonraki eğitim kurumuna öğrenciyi hazırlamaktan ibaret gibi. “Hazırlamak!”. Yani mezuniyet sonrasında bir destek durumu
yok. Herkes ona verilen işi yapıyor. Okul öncesi, ilkokul, ortaokul, lise,
üniversite öğretim kadroları hepsi kendi alanlarından sorumlu ve dört-beş “kesinti”
ile eğitim öğretim süreci “tamamlanıyor”. Ne kadar tamamlandığını bir sonraki
eğitim kurumu öğretmenleri notluyor ve hep kendinden öncekileri eleştiriyor.
- Bu çocukları yetiştirmemişler!
Bu
yetiştirme sözcüğünü de pek sevmem o nedenle biz, “eksikleri var” diyelim.
Diyelim de son sözü söyleyen üniversiteler için sözü kim söyleyecek? Hayat?
Geçmişe
göz attığımızda durumun hep aynı olduğunu görüyoruz.
17-29
Temmuz 1939 tarihleri arasında gerçekleştirilen 1. Millî Eğitim Şûrası’nda
dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in açış konuşması bu durumu açıkça
ortaya koymaktadır.
"… Muhterem arkadaşlar, kanaatimce
bütün Maarif Teşkilatı tam ve mükemmel bir uzviyet alabilmek için her uzvunun
birbiriyle alakalı, birbiriyle münasebetli bir surette işlemesi lazımdır.
Ortaokul öğretmenleri, ilkokuldan gelen çocukların zayıf olduklarını
söylüyorlar. Lise muallimleri aynı şikâyetleri, ortaokula yükletiyorlar.
Üniversite ve yüksek mektepler ise liseden gelen çocuklarımız şu ve bu
noktalardaki kuvvetsizliğinde ısrar ediyorlar. İlkokula giren çocuğun içinde
yaşadığı dar muhitle başlayan bu şikâyet dairesi, burada kapanmış gibi görünür.
Fakat aldanmamalıdır. Çünkü üniversitenin ve yüksek mektebin verdiği mezundan
da hayat şikâyet ediyor ve devre, bu şikâyetin ancak umumi hayat ve geniş
muhite dayanmasıyla kapanıyor.
Mevcut öğretim bünyesini nasıl kurmalıyız
ki her parçası birbirinden haberli olarak işleyebilsin."
Yıl,
1939… Saptama, niyet ve yaklaşım müthiş. Ülke savaştan çıkmış, sıfırdan ulus
yaratılırken bunların konuşulması bile son derece önemli. Ancak bugün, yani 76
yıl sonra bile hâlen bu konuda sorun yaşanıyor olmasını anlamak mümkün değil. Kime
sorsanız kolaylıkla bir öncekinin
bir şey yapmadığını söyleyecektir. Kolaycılık bir karakter meselesidir ve
kurumlarında karakterleri, kişilikleri ve moda deyimle “kimlikleri”
bulunmaktadır.
Oysa
konuya bütüncül yaklaşmak ve resmin bütününü görmek gerekir. Gerçi çoğunluk,
resmin bütününden bahsetse de önüne bakmaktan bütün görülmez.
Rönesans
Dönemi’nde sanatçılar, büyük boyutlu resimleri yaparken, kalfalarından resmin
bazı yerlerini boyamalarını isterlermiş. Bu aynı zamanda onlara verilen
fırsatmış; kalfa ona verilen bölümü boyadıktan sonra sanatçı, resmin bütünü
içerisinde bu alanı inceler ve gerekiyorsa rötuşunu yaparak resmi bitirirmiş.
Başka
bir deyişle, klasik müzik orkestrasında sanatçıların her biri kendi müzik
aletlerinde virtüöz olabilir ancak orkestranın uyumlu ses çıkartabilmesi ve
parçaları doğru çalabilmesi için maestro şart…
Sanat,
bütünün ve detayların en güzel şekilde görülmesini sağlıyor olsa da, bizler ne
yazık ki bir sonraki eğitim kurumuna öğrenci “hazırlarken” sanat derslerini
görmezden gelerek büyük ironilere de imza atıyoruz.
Onlarca
kez yazdım ve açıklama getirdim. Sıralama sınav odaklı eğitim sistemleri, ideal
değildir. Öğrencilerin bilmem ne okuluna girmeleri, onların görece olarak
başarılı olduklarını gösterir ama hepsi o kadar. Öğrencilerin gerçek başarıları,
yeteneklerini bilmeleri ve bu doğrultuda, olabildiğince de küçük yaştan
itibaren yönelimleri ile gerçekleşir. Okullar, bir üst öğretim kurumuna
öğrencileri hazırlarken öğrencilerin öğrenme şekillerine ve onların
yeteneklerine göre programlarını hayata geçirmelidir; hedeflerini, ulusal
eğitim sistemi amaçları doğrultusunda ve “büyük resme” göre saptamalıdır. Bu
bağlamda ulusal eğitim politikaları da uzun vadeli stratejilere göre
oluşturulmalı, bilimsel düşünce, akıl ve bireyin mutluluğu önde
tutulmalıdır.
Belki
de okulların mezuniyet sonrasındaki öğrencilerinin durumlarını ne şekilde
izledikleri de sorulmalı, bu konuda ne kadar sorumluluk hissettiklerine
bakılmalıdır.
Her
şeyden önemlisi eğitimde bireyin
kendisi önemlidir. Onun gelecekteki mutluluğu,
daha uygar bir toplumun
yaratılmasında da etkili olacaktır.
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder