İnsanoğlu
mağaralardan çıkıp yerleşik hayata geçtiğinden beri işleri ve görevleri
bölüşmüştür. Bir şekilde toplumsal paylaşımı gerçekleştirmek için niyet hasıl
olmuş olsa da iş tutumları her zaman farklılık göstermiştir.
Çalışanlar
ve çalışanları çalıştıranlar.
Düşünün
ki “Eşeğin yükü az olunca yola gitmezmiş.” diye atasözümüz var. Daha ne olsun? Yani
yükle birinin sırtına hatta öyle az da yükleme ki düşünecek fırsatı bile olmasın,
yürüsün gitsin.
Peki,
eşeği yola koymak ve onu yolda tutmak? Bakın işte o daha “zordur”. Eşeği motive
etmek lazımdır ki bu da hiç kolay değildir. Havucu gösterecek ama vermeyeceksin,
onu ne çok uzak ne çok yakın tutacaksın ama kokusunu almasına da müsaade
edeceksin. Bu işi başaramazsanız yük yerine ulaşamaz, işler altüst olur, siz
başarısız olursunuz. Allah’ım! Ne büyük stres… Onun yerinde olmak istemezdim
duygusuna geldiniz mi? Getirirler! Hatta öyle bir getirirler ki kendi derdini
unutup havuç tutanın derdine yanmaya başlarsın.
…
Algıyı
yönetmek… Unutturmak… Unutmak…
Görev
ve makamın unutturdukları da var, “birilerinin”
unutturdukları da. İkisinde de akıl tutulması yaşanır ve perde iner gözlere! Perdesi
kalın olan da olur, ince olan da. Gerçi insan unutmak isteyince en incesi de
para etmez ya neyse…
Ne hikmetse
insan doğasında işine geleni unutmak, işine gelmeyeni de unutmamak var. Üstelik işine geleni bir kere unuttu mu
gerisi daha kolaydır ve vicdanı
sıkıntıya sokacak ne varsa kolayca unutulur. Vicdan, “serin” tutulması gereken
bir yerdir. Öyle fazlaca ısıtılmaya gelmez!
Her
ne kadar unutmayı içki kadehlerinde arayıp unutamadığı için hayıflansa da bazı
şeyleri öyle kolay unutur ki bir yudum gibidir, yuvarlar gider…
Unutulmaması
gereken bir diğer şey de insanın geldiği “yerdir”! İnsanlar çoğu zaman bunu da
unuturlar. Amir olduğunda memurluğunu, öğretmen olduğunda öğrenciliğini, usta
olduğunda çıraklığını, milletvekili olduğunda ise milleti unutur. Unutan için
mesele yok da unutulan için durum yürek yakar.
Ne
derseniz deyin bu bir kumaş, kalite, yapı, kişilik meselesi olmakla birlikte
aynı zamanda eğitim ve kültür meselesidir. Her şeyin mübah görüldüğü bir
toplumda sistem kurulamaz, adalet ve güven tesis edilemez. Yaşanılanlar da
insanların iliğine, kemiğine, ruhuna ve beynine yerleşir. Artık toplum, “işine
geldiği gibi davranmaya,” kendi çıkarlarına dokunmayan ya da canını acıtmayanı
görmemeye, duymamaya veya biliyorsa da en kısa yoldan unutmaya başlar. Vicdan
bedeni terk ederken kalpler taşlaşır, bir tek beyin her şeye rağmen insanı
ayakta tutar. Gerçi vicdansız ve değersiz bir insan ayakta kalsa ne olur,
kalmasa ne olur!
Hayatım
yöneticilikle geçti ama bunun sadece bir görev olduğunu ve asıl mesleğimin öğretmenlik
olduğunu ve insan olduğumu hiç unutmadım. Unutmamaya çalıştım… Öğrencilerime iyi
insan olmalarını öğütledim.
İnsan
neleri unutması neleri unutmaması gerektiğini öğrendiğinde ve kişisel değil
toplumsal hatta evrensel değerlere sahip çıktığında medeniyete yanaşır.
Ulu Önder
ne güzel özetlemiş: “Medeni olmayan milletler, medeni olanların ayakları
altında kalmaya mahkûmdurlar.”
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder