Eski
mutfaklarda duvarda asılı, birkaç katlı, önünde çıta çakılı, tabakların
sıralandığı raflar kullanılırdı. Ahşaptan yapılan bu rafların, marangoz
ustalığına göre süslenmiş olanları da bulunurdu. Ayrıca güzel görünsünler diye
de el emeği göz nuru danteller üçgen şekilde bu rafların çıtalarına asılırdı.
Yaşı
elli ve üzeri olanlar mutlaka görmüş veya edinmişlerdir. Bugün bizler için
nostaljik ev eşyası olsalar da hâlen kırsal kesimin gerçeğidirler.
O
devirlerde tabak da değerliydi, çanak da. İnsanlar değerlilerini korumak ve
kollamak zorundaydı. At, yenisini al kültürümüz henüz “oturmamıştı”!
Ben
de doğduğumda böyle bir raf “edindim”. Tabak yerine de yaşadığım süre boyunca
değer verdiğim, paylaşımlarda bulunduğum, yüreğimi açtığım, samimiyetimi gösterdiğim
insanları bu rafa yerleştirdim. Yokluğun ne demek olduğunu bildiğim için de onlara
gözüm gibi baktım.
Kimisi
zar gibi ince porselenden, işlemeli, sırlı… Zarafet timsali! Kimisi, her zaman
yanında olduğum, koşulsuz yardım ettiğim, her şeyimi paylaştığımdı.
Yaş
ilerledi artık orta yaşlarımdayım. Geçmişin yokluğu ile bugünün “varlığını”,
bugünün yokluğu ile de geçmişin “varlığını” sıklıkla mukayese ediyorum. Sonuç:
Elde var hüzün!
“Çok
şükür, çok şükür bugünü de gördük” demiş şair…
O
yana bu yana savrula savrula geldim bugüne. Bu arada çok insanla tanıştım,
arkadaş oldum hatta kimisini “dostum” bile sandım!
Her
zaman dürüst ve samimi oldum ama kimsenin “adamı” olmadım. Doğruyu, adaleti,
emeği ve üretmeyi düstur edindim. Alın terini kutsal saydım. Yarım asırda da
tabaklığımı doldurdum.
Bakıyorum
da her çeşitten insan biriktirmişim. Kimileri samimiyetleriyle kimileri de
verdikleri “derslerle” beni ben yapan insanlar…
Yaşadığım
sürece bazı kadınlar tanıdım “sözde erkeklerden” de mert, bazı erkekler tanıdım
namert. Kadınların yaptığını zaten çekemezdim, üstüne erkeğin dedikoducusunun
da ne berbat bir kişilik olduğunu gördüm. Tiksindim!
Bu
işin cinsiyetle ilgili olmadığını anladım. İnsanlığın ne büyük bir erdem
olduğunu, sahtekârların asla bu erdeme ulaşamayacağını, onlar ulaşmış görünse
de zamanın bunu er ya da geç ortaya çıkardığını artık biliyorum.
Dün
birbirini boğazlayanlar, çıkarları uğruna “kutsal” ittifaklar kurdular, adına
“profesyonellik” dediler, millete yedirdiler. Mide meselesiydi, yiyenlere
afiyet olsun dedik, geçtik! Geçmeyi öğrendik.
İşte
böyle tabaklarım da oldu ama üzerleri hâlen pis. Bıraktıkları izler hiçbir
zaman silinmedi, sanırım da silinmeyecek.
İçi
de dışı da bir olanları sevdim ben. En çok da bunu nezaketle ve zarafetle
yapanlardan hoşlandım. Avam olanlardan hiç hazzetmedim. Avamlığın okumayla
ilgili olmadığına, bunun tam anlamıyla bir terbiye meselesi olduğuna çok defa
şahit oldum. Bunun için hayatım boyunca eğitimin, öğretimden önce geldiğini
savundum.
Şimdilerde
ise masada çok az “tabak” kaldı. Çoğunu “rafa” kaldırdım. Bir daha almamak
üzere…
İassos
2 Ağustos 2016
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder