7 Ağustos 2016 Pazar

Raflar…




Eski mutfaklarda duvarda asılı, birkaç katlı, önünde çıta çakılı, tabakların sıralandığı raflar kullanılırdı. Ahşaptan yapılan bu rafların, marangoz ustalığına göre süslenmiş olanları da bulunurdu. Ayrıca güzel görünsünler diye de el emeği göz nuru danteller üçgen şekilde bu rafların çıtalarına asılırdı. 

Yaşı elli ve üzeri olanlar mutlaka görmüş veya edinmişlerdir. Bugün bizler için nostaljik ev eşyası olsalar da hâlen kırsal kesimin gerçeğidirler.
 
O devirlerde tabak da değerliydi, çanak da. İnsanlar değerlilerini korumak ve kollamak zorundaydı. At, yenisini al kültürümüz henüz “oturmamıştı”!

Ben de doğduğumda böyle bir raf “edindim”. Tabak yerine de yaşadığım süre boyunca değer verdiğim, paylaşımlarda bulunduğum, yüreğimi açtığım, samimiyetimi gösterdiğim insanları bu rafa yerleştirdim. Yokluğun ne demek olduğunu bildiğim için de onlara gözüm gibi baktım.

Kimisi zar gibi ince porselenden, işlemeli, sırlı… Zarafet timsali! Kimisi, her zaman yanında olduğum, koşulsuz yardım ettiğim, her şeyimi paylaştığımdı.

Yaş ilerledi artık orta yaşlarımdayım. Geçmişin yokluğu ile bugünün “varlığını”, bugünün yokluğu ile de geçmişin “varlığını” sıklıkla mukayese ediyorum. Sonuç: Elde var hüzün!

“Çok şükür, çok şükür bugünü de gördük” demiş şair…

O yana bu yana savrula savrula geldim bugüne. Bu arada çok insanla tanıştım, arkadaş oldum hatta kimisini “dostum” bile sandım!  

Her zaman dürüst ve samimi oldum ama kimsenin “adamı” olmadım. Doğruyu, adaleti, emeği ve üretmeyi düstur edindim. Alın terini kutsal saydım. Yarım asırda da tabaklığımı doldurdum. 

Bakıyorum da her çeşitten insan biriktirmişim. Kimileri samimiyetleriyle kimileri de verdikleri “derslerle” beni ben yapan insanlar…

Yaşadığım sürece bazı kadınlar tanıdım “sözde erkeklerden” de mert, bazı erkekler tanıdım namert. Kadınların yaptığını zaten çekemezdim, üstüne erkeğin dedikoducusunun da ne berbat bir kişilik olduğunu gördüm. Tiksindim!

Bu işin cinsiyetle ilgili olmadığını anladım. İnsanlığın ne büyük bir erdem olduğunu, sahtekârların asla bu erdeme ulaşamayacağını, onlar ulaşmış görünse de zamanın bunu er ya da geç ortaya çıkardığını artık biliyorum.

Dün birbirini boğazlayanlar, çıkarları uğruna “kutsal” ittifaklar kurdular, adına “profesyonellik” dediler, millete yedirdiler. Mide meselesiydi, yiyenlere afiyet olsun dedik, geçtik! Geçmeyi öğrendik.

İşte böyle tabaklarım da oldu ama üzerleri hâlen pis. Bıraktıkları izler hiçbir zaman silinmedi, sanırım da silinmeyecek.

İçi de dışı da bir olanları sevdim ben. En çok da bunu nezaketle ve zarafetle yapanlardan hoşlandım. Avam olanlardan hiç hazzetmedim. Avamlığın okumayla ilgili olmadığına, bunun tam anlamıyla bir terbiye meselesi olduğuna çok defa şahit oldum. Bunun için hayatım boyunca eğitimin, öğretimden önce geldiğini savundum.

Şimdilerde ise masada çok az “tabak” kaldı. Çoğunu “rafa” kaldırdım. Bir daha almamak üzere…


İassos 2 Ağustos 2016

Ömer Orhan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder