Meslek
hayatım boyunca katıldığım öğretmen
kurullarında, konuşulan birçok konuya şahit olmuşumdur; ancak ne yazık ki
bunların hepsi akademik konular olmamıştır. Çayın zamanında demlenmesi, yemeğin
bilmem nesi veya servis güzergâhları
dilekler bölümünde en çok konuşulan konular olurdu.
Öğrencilerle
ilgili konularda ise iyi örneklerden çok, davranış bozukluğu gösteren çocuklar
ile onların neler yaptıkları saatlerce tartışılırdı. Neredeyse hiçbir yere
varmayan, dert yanmalar, öfkeler, saptamalar, saplanmalar!
Ailesi
tarafından terbiye edilmemiş ya da
edilememiş çocukların “ihalesi” okullara kaldığından her zaman en büyük enerji de
bu çocuklar için harcanmıştır.
Genel
olarak iyi eğitim almış, kendinin ve yaptıklarının farkında olan, iç disiplini
gelişmiş ve sorumluluk sahibi öğrenciler çoğunlukla daha az konuşulmuştur. Maalesef birinci gruptan ikinci gruba sıra
geç gelmiş, bu öğrenciler bana göre hak ettikleri ilgiyi de görememişlerdir.
Çünkü buna ne hocaların ne de yönetimlerin zamanı kalmıştır.
Hayat
hiç adil değil!
Bu
serüvenin toplumsal bir olgu olduğunu biliyorum. Toplumsal yapı, kültür düzeyi,
eğitim seviyesi, kitap okuma oranı, sanata verdiği önem, değerleri, gelir
dağılımı gibi daha birçok etkenin sonucunda, kişisel ve toplumsal reflekslerimiz oluşur. Elbette okul da toplumun aynası olduğundan
aldığını yansıtır. Bu öğrenci bağlamında böyle olduğu gibi yönetici, öğretmen
ve eğitim personeli bağlamında da böyledir. Her ne kadar, pedagojik eğitim
almış olsalar da, öğretmenler bu toplumun içinden gelmektedir ve insan, iliklerine kadar işlemiş olan “gördüğü”
davranışları uygulamaktadır.
Devlet;
eğitimin merkezine, aklı, toplumsal duyarlığı, estetik kaygıyı, sorumlulukları,
bilimsel düşünce yapısını ve evrensel değerleri alırsa ve bunu sürdürebilirse
ancak birkaç kuşak sonra olumlu kişilik yapılarını ve davranışları çoğaltmayı
başarabilir. Buna kısaca medeniyet
diyoruz ki medeni bir toplum olmadığımız sürece aynı dili konuşabilmemiz de zor
görünüyor. Ülkemizde eğitimin merkezi kabul edilen okullarımızda bile tutum
birliği en çok konuşulan gündem oluyor ve bu anlamda bir arpa boyu yol alınamıyorsa medeni bir toplum olabilmek, aynı dili
konuşabilmek de bizim için uzak bir ihtimal.
Öğretmenler
kurullarında ya da diğer toplantılarda saatlerce konuşulur, bin tane karar
alınır ama bir tanesi bile sürekli uygulanmaz. Bir süre sonra herkes pes eder ve
bildiğini yapar.
Eğitimle
ilgili meselelerin çoğu subjektiftir. Bakış açılarına göre değişen uyarılar
veya göz yummalar sonunda mutlaka bir davranış şekli ortaya çıkartır ama ne
çıkacağını Allah bilir!
Kimine
göre kılık kıyafetin hiçbir önemi yokken, kiminin önceliği bu olur.
Kimi
çocukların derse geç girmelerine göz yumarken, kimisi geç geleni derse almaz.
Kimi
verdiği ödevleri mutlaka kontrol ederken, kimisi ödev verdiğini de unutur.
Kimi
derse ilgi göstermeyen öğrenciyi yok sayarken kimisi onu kendi hâline bırakmaz.
Kimi
derste söz istemeden konuşmaya izin verirken, kimisi buna asla göz yummaz.
Kimi
sınıfa girdiğinde selamlaşmaya önem verirken, kimisi içeri girdiği gibi
masasına yönelir ve başlar.
Kimi
sınıf içerisindeki düzen ve temizliğe verdiği önem için derse başlamadan önce
varsa olumsuzlukların ortadan kaldırılmasını sağlarken, kimisi yere atılmış
kâğıdın üstünden atlar.
İşte
onlarca örnekle çoğaltılacak bu örneklerde odaklanılması gereken konu “tutum
birliği”dir. Öğretmenlerin, tutum birliğinin ne derece önemli olduğunu meslek
hayatına başladıklarında yani okullarda öğrenmesi, deneyimlemesi, geç
kalınmasına ve sabitlenmiş bir kişilik yapısına ve yanlış eğitime neden olur.
Eğitimde
bu anlamdaki temel sorun eğitim fakültelerinde pedagojik formasyon
çalışmalarının son derece kitabi
kalmasıdır. Alanda yeterince çalışma yapılmadığı, vakalar üzerinde örneklerle
çalışılmadığı, sebep sonuç ilişkileri gösterilmediği için her öğretmen kendi
formasyonunu geliştirir. Buna, Allah’a emanet
formasyon diyoruz!
Yahu
siz daha kendi aranızda hangisi doğru hangisi yanlış karar verememişken nasıl
olur da ideal davranışı öğrencilerden beklersiniz!
Mercedes
marka araba imalatında çalışan bir mühendis veya tekniker, “Bu parça bana göre
olmamış, şöyle olsa daha iyi olur.” diyebilir mi? Herhalde yapım aşamasında böylesine
bir şey konu bile olamaz. Kendi alanı ile ilgili önerisi olan bunu ancak uygun
ortamda dile getirir ve tartışılarak alınan karar uygulanır. Bu kadar basit...
Şimdi insanın bir makine olmadığını, herkesin farklı olduğunu düşünüyor
olabilirsiniz ve elbette haklısınız ancak evrensel kabul görmüş bazı
davranışların, sorumlulukların ve alışkanlıkların kazandırılması için bir
mühendis anlayışı ile de hareket edilmesi gereken yerler, alanlar ve zamanlar
vardır.
Öğretmenlik
mesleği, sınıfa girip konularını anlatıp çıkmakla sınırlanırsa kolaydır. Zor ve
işin en önemli boyutu ise eğitimdir
ki, asıl bu anlamda yapılacak tutarlı uygulamalar, gerçek anlamda bir “öğrenici ve medeni” bir insan
yaratılmasını sağlar.
Eğitim
yöneticileri ve öğretmenler okullarında onlarca hatta yüzlerce karar
alabilirler; ancak önemli olan alınan karar sayısı değil uygulanan kararlardır.
Unutulmaması gereken en önemli konu, karar alırken aceleci davranılmaması, masa
başında tüm detayların ve olasılıkların gözden geçirilmesi, gerekli
tartışmaların hatta “kavgaların” yapılması ancak ortaklaşa alınan kararın
sonuçlarını görene kadar kararı herkesin aynı özenle uygulamasıdır.
Tutum
birliği içinde olmak, bir anlamda medeniyetin de göstergesidir.
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder