Eğitimci
olmak bilgi, görgü, yaratıcılık, sabır ve “yürek” gerektirir. Kılavuzluk yapan ve
örnek olması gereken bu kişiler, mesleki ve formasyon eğitimlerini eğitim
fakültelerinde, “boylarının ölçüsünü”
de okullarda alırlar. Mesleğe başladıktan sonra neredeyse bildiklerini unutarak
yeniden öğrenirler.
Şu an
için “en azından” öğretmen yetiştirilmesi anlamında eğitim fakülteleri olmakla
birlikte yönetici yetiştiren fakülteler yok, hiçbir zaman da olmamış ve olması
da gerekmiyor. Yüksek lisans programı olarak verilen “eğitim yönetiminin” ise
maalesef yeterli olduğunu söyleyemeyeceğim.
Unutulmamalı
ki hiçbir meslek grubunda, işlenecek ham madde ya da ürün eğitimdeki gibi
tehlikeye atılamaz. Her meslek grubu, işlediği ham madde israf olmasın diye ona
gözü gibi bakar. Buradaki özen öncelikle kâr zarar durumudur ve riskler minimal
hâle getirilir. Ham maddeyi işleyecek olanların eğitimi çoğunlukla alanda ve iş
üzerinde olur ve neredeyse hiç bitmez. Hata olursa hemen fark edilir ve
düzeltme anında gerçekleştirilir.
Eğitimin
ham maddesi ise çocuklar değil, “çocuktur”! Bu anlamdaki söylemlerde
bütüncül bir yaklaşım son derece sakıncalı olup bireysel bir iş yapıldığı
akıldan çıkartılmamalıdır.
Yani
hata yapıldığında çeliğin yerine çelik, altının yerine altın, çamurun yerine
çamur bulursunuz ama bir çocuğun yerine bir başka çocuk koyamazsınız. Her çocuk
ayrı bir ham madde olarak düşünülmeli, taşıdığı değer de, emsalsiz olduğu da unutulmamalı,
öğretmenler ve eğitim yöneticileri de bu sorumluluğu
yüklenebilecek özelliklere sahip olmalıdır.
Bir anı…
2003 yılıydı diye hatırlıyorum. Çalıştığım
kurumda son sınıflarda müdür yardımcılığı görevini yürütüyordum. Bildiğiniz
gibi o yıllarda ÖSS başvuruları kâğıt üzerinde okullara yapılırdı ve okullar
son sınıflarının dışında daha önce mezun olmuş adayların da başvurularını
alırdı.
İşte sözünü ettiğim yıl, hummalı bir
şekilde başvuruları alırken son gün dışarıdan bir delikanlı geldi ve başvuru belgesiyle
sınav harcı makbuzu ve kimlik belgesini uzattı. Mezuniyet belgesini görmek
istediğimi hatta başvuru evrakına eklemem gerektiğini söyledim. Ancak genç
adayımız diplomasını okuldan almadığını belirtti.
Biz İstanbul’da, delikanlının mezun olduğu
okul Batı Karadeniz’de bir ilde… Son gün… İşim başımdan aşmış…
Hangi okul olduğunu sordum ve okulu telefonla
aradım. Müdür yardımcısı ile görüşmek istediğimi söyledim ve kendimi tanıttım.
Başvuru yapan adayın adını, soyadını ve mezuniyet yılını söyleyerek
okullarından mezun olup olmadığını sordum.
“Olmaz!” Yanıtını aldım.
Neden, diye sorunca da gencin okula
giderek diplomasını alması gerektiğini dinledim.
Yahu bunu biliyoruz ama çocuk nasıl oraya
kadar gelsin, bugün son gün, hem sizin mezununuzmuş, gencin bir yılı ziyan
olmasın, dedim.
Yapma, etme kardeşim, bak meslektaşız. Ben
de 120 yıllık köklü bir okulda yöneticiyim ve seni zor durumda bırakacak bir
şey istemiyorum. Sadece bilmem ne yılına ait diploma defterine bakıp söylediğim
kişinin mezun olup olmadığını söyle yeter, desem de nafile…
Tutamamıştım kendimi ve bu yaklaşımından
dolayı kendisi ile aynı mesleği yapıyor olmaktan utanç duyduğumu ifade
etmiştim. Gerçi o son derece pişkin bir yanıt vermişti ve ben de mesleğimden
utanmışlığımla kalmıştım. Ne yaptığını ve neden yaptığını bilmeyen biri için ne
söylesen boş.
Günümüzde
çoğu yerde karşımıza çıkan yönetim anlayışı maalesef idare-i maslahattır. Eğitmen bile olamamış birisini nasıl
öğretmenlerin rehberi yapabilirsiniz ki? Bu domino etkisi yaratarak, her şeyi
deviren bir sonuç doğurur ki geleceğimizi bu şekilde riske atamayız.
Öğrencileri
yetiştirdiğimiz gibi kuru ezber ile öğretmen yetiştirmek, onlara kısa süreli ve
yapmış olmak için yapılan stajyer öğretmen uygulamaları ile mesleğe hazırlamak
mümkün değildir.
Öğretmenlerin
ve eğitim yöneticilerinin mesleki gelişimleri, sadece kişilerin inisiyatifleri
ve becerilerine bırakılmaması gereken bir konudur. Bu anlamda özellikle eğitim
lideri ihtiyacımız her geçen gün artmaktadır.
Eğer
sadece “ne şiş yansın, ne de kebap” diye bakacak olursak “gıda sektörüne” katkı
sağlanabilir ama diğer sektörler için daha yaratıcı insanlara ihtiyacımız
olduğu kesindir. Bu sektörlerin başında da eğitimin geldiği akıldan
çıkartılmamalıdır.
Böyle
giderse gelecekte bir gün kebapları da yanık
yemek zorunda kalabiliriz.
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder