Ülkemizde artık kimsenin
sabrı kalmadı. Her yerde bir telaş, acelecilik, kulaktan dolma sözlerle yapılan
işler almış başını gidiyor.
Okumayı değil de dinlemeyi
seviyor olsak gam yemeyeceğim ama o da değil. Fazla dinlemeye de tahammülümüz
yok. Sanırım buna gerek de görmüyoruz. O kadar “zeki” milletiz ki konuya aşina
bile olmamız yetiyor. Maşallah…
Duyulanla “uydurulan”
birbirini tutsa amenna ama nerdee… Bilimi bilim insanından çok bilir, spor
adamından önce taktik veririz. Doktordan önce teşhis koymak, başta tıp olmak
üzere de her şeye bir alternatif üretmekte üstümüze yoktur.
Uçlarda yaşarız vesselam…
Eğitimde, “eti senin, kemiği
benim” döneminden vejetaryen döneme bile geçtik. Artık öğretmene sunulan böyle
menü olmadığı gibi çok şükür ki “diyete” bile başlattık onları. Aldığı maaşla
ayın sonunu nasıl getireceğini düşünen öğretmenden, teknolojiyi yakından
izlemesini, bol bol okumasını, sinema ve tiyatroya gitmesini, iyi giyinerek
örnek olmasını istedik.
Öğretmenlerin kısa
tatillerde Avrupa, uzun tatiller de
ise kıta seyahatleri yaptıklarını
düşünenler, memleketlerine bile zor gittiklerini, eşi çalışanların ise zorla yaptıkları
tatil sonrasında bir sene boyunca bunun parasını ödediklerini asla düşünmediler.
Bir yandan “Komşusu açken, tok
yatan bizden değildir.” dedik. Diğer yandan, Fransa Kraliçesi ve Avusturya
arşidüşesi Marie Antoinette gibi “ekmek bulamıyorlarsa yesinler pasta”
davranışına büründük.
Herkesin üniversite mezunu
olmasını hedeflerken, lise mezunlarına yaşama şansı tanımadık ve böyle bir eğitim
sistemi kurduktan sonra da bu gençler neden üniversite kapısında yığılıyor diye
hayıflandık.
Finlandiya başta olmak üzere
ülkelerin eğitim sistemlerine “çarpıldık” ancak kendi ülkemizin gerçeklerini
bir türlü göremeden ve eğitim modellerinin
endemik olduğunu anlamadan modeller geliştirdik.
Eğitimciler olarak, en çok sınama yanılma yolunu sevdik ama
öğrencilere bu şansı vermedik.
Neredeyse hiç okumadık ama
herkes okusun istedik.
Saygı duymadık ama bekledik!
Dikmedik, aksine dikileni
kestik…
Kahvehaneleri, statları, kuaför
salonlarını ve berberleri, okul yaşının üzerindeki insanların “eğitim alanları”
hâline getirirken eğitim içerikli programları nasıl olsa izlenmez diyerek en
geç saatlere koyduk.
Her sorunda ve çıkmazda en
kısa yolu aradık. Kitapları, bilimsel düşünceyi ve sorgulamayı göz ardı ettik.
Gazetelerdeki makaleleri okumadık ama başlıkları hiç ihmal etmedik.
Düşünmekten yorulmuşçasına neredeyse hiç düşünmedik ve her daim bir reçete
bekledik.
Birileri koşsun gelsin ve
dertlere çare olsun istedik. Topraktan geldik dedik ama taşın altına elimizi
sokmadık!
Reçete yok!
Herkes kendi reçetesini
bulacak. Bunun için çok okuyacak, düşünecek ve tekrar okuyacak.
Medenî
bir
toplum olmak için ha gayret!
9 Haziran 2015 - www.egitimajansi.com
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder