MÖ 2. yüzyıl başlarında Romalı tarihçi Aemilius Suna’a göre, emperyalist devletlerin tarihi Asurlularla başlamaktadır. (“Assyrii principes omnium gentium rerum potiti sunt.”)
Daha çok toprak, daha çok kaynak, hücuum!
Asurlular amacına ne kadar ulaştı bilemem ama yayılmacılık başlayınca “insanlık” bitti.
Ne yazık ki bu dönemlerle ilgili bilgi edinmek için kaynaklar yeterli ve tutarlı değildir; ancak “O”nun izinden gidersek bir şeyler buluruz. Sonuçta her devrin adamı “O”, her zaman bir iz bırakmıştır!
Jeopolitik
konumunu her zaman korumuş olan Mezopotamya’ya bu özelliği elbette
Fırat ve Dicle Nehirleri kazandırmıştır. Bu bölgede yaşamış olan
Asurlular hakkında elde edilen bilgilerin büyük çoğunluğu imparatorların
icraatlarını anlatan gösterişli faaliyet raporları ile günlük
yazışmalardır. Bunlar, kil tabletlere kazınmış, değerli maden ve taşlar
üzerinde görülen, “O”nun yalakaca övüldüğü hükümdar yazılarıdır.
MÖ
1830’lu yıllarda Yukarı Mezopotamya’nın siyasi coğrafyası bir başka “O”
olan, I. Şamşi-Adad tarafından şekillendirilmiştir. Kendine “Herkesin
Kralı” adını veren bu hükümdar, ilgili yerel tanrılara saygıda kusur
etmemiştir. Ancak bu kadar saygılı bir kral, diğer kralların alanlarına
aynı saygıyı göstermemiştir. Her ne kadar inceden inceye düşünmüş olsa
da kralın kurduğu bu emperyalist yapı, MÖ 1715 yıllarında çökmüş ama
maalesef yayılmacı kapı aralanmıştır.
Kral öldü. Yaşasın yeni kral!
Günümüz emperyalistlerinin kullandığı söylemlerden birisi, hiç kuşkusuz barıştır. Tarih boyunca değişmeyen bahanelerden biridir
bu. Yeni alanlar açmak ve kaynak yaratmak için devletlerde, iç
karışıklık çıkartılmakta ve topluma barış getirileceği söylemi ile
müdahale edilmektedir.
Önce karıştır, sonra barıştır.
Bu
iyi niyetli ve dostça“!” müdahalenin ne amaçla yapıldığı fark
edildiğinde iş işten geçmiş, yayılmacı düşünce toplumun kaynaklarını
çoktan sömürmeye başlamıştır. İşte, MÖ 1215 yılında yaşamış olan Asur
Hükümdarı I. Tukulti-Ninurta da barış söylemleri ile ülkesinin
güneyindeki bölgeleri egemenliği altına almış; ancak I. Tukulti-Ninurta,
MÖ 1197 yılında oğullarından biri tarafından trajik şekilde öldürülmüştür. Böylece “O”, sonraki binlerce yıl boyunca “O”nların çokça karşısına çıkacağı ihanetle tanışmıştır.
Büyük
bir kralın oğlu olmakla yetinmemek!.. Zenginliğin, gücün ve özgürlüğün
tadını çıkartmaktan daha fazlasını istemek!.. “O” olmayı istemek! Bu
nasıl bir hırstır ki kendi ailenden birinin yaşamına son verecek,
hastalıklı bir düşünce yapısı ve kirli bir vicdanla yaşamaya mahkûm olacaksın.
İnsanoğlu, entelektüel olarak ne kadar gelişse de içerisinde eğitemediği ilkel dürtülerinin her zaman esiri olmuştur. “Eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır.”
Bu
o kadar dayanılmaz ve güçlü bir istektir ki onun karşısında ne din, ne
ahlak, ne vicdan, ne de başka bir değer tutunamaz. Virüs gibidir, bir
defa insan beynine yerleşti mi ondan kurtulmak imkânsızdır.
Hangi
ruh hâli insanı kendinden ve tüm değerlerinden uzaklaştırabilir? Sahip
olma ve daha fazlasını istemenin bir sınırı var mıdır? Olmalı mıdır?
Kendine
ve çevresine zarar verebileceğini bilerek bu denli delicesine bir şeyi
istemek hastalıklı bir zihin yapısından başka nedir?
Bir hükümdarı saran bu sahip olma isteği elbette içinde korkuları da barındırıyordu. O nedenle daha çok savaşçı, asker, silah, kale, sur ve etten duvara ihtiyaç duyuluyor ve halkın refahı için harcanacak paralar “O”nun için harcanıyordu.
Asurlu “O”, birçok ilki gerçekleştirmiş bir şahsiyet olarak tarihe geçmiştir.
Asur, kronolojik olarak listemizde dört ama “gönlümüzde” birinci sırada!
Devam edecek…
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder